top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Zekeriya Şimşek- Kesişmeler

Hey ki ne hey! Baba mesleğimi bitiren teknoloji, kırk yıl sonra beni ilkokul arkadaşlarıma kavuşturdu. Teknolojiye bok atıyoruz ya… Neymiş, fişleniyormuşuz, kişisel bilgilerimizi depoluyorlarmış. Atı alan Silikon Vadisi’ni geçmiş, bizi ne yapsın? Şu vatsap dediklerini kim bulduysa Allah bin kere razı olsun, öldüyse mekânı cennet olsun!

Hamuşî de nerede kaldı? Açsana oğlum şu telefonu. Açmaz. Hangi cebine koyduğunu tespit edene kadar yüz metrede dünya rekorunu yeniliyor elin oğlu. Vurdumduymaz olmasa benim iki mislim olur muydu mübarek? Hadi aç artık. Aç. Aç şunu. Hah, açtı.

“Civanım neredesin ya? Neee! Arabaya köpek mi vurdu? Alengirli işler de hep seni bulur. Hadi gözünü seveyim çabuk gel. Dokuz doğuruyorum burada. Herkes birazdan damlar.”

5/A. Yirmi altı kişilik sınıfımızdaki on beş erkekten dokuzu bir araya geliyoruz bugün. Dile kolay kırk yıl sonra. Yazdık, yazıştık, 9 Eylül randevulaştık. İzmir’in kurtuluşunda çifte bayram yapalım dedik. Üç kişinin izini bulamadık, iki kaybımız var, bir arkadaşımız da Avustralya’ya yerleşmiş.

Hah, ilk cemre düştü.

“Hoş geldin Mami Kaptan.”

“Sen de hoş geldin. Yok mu başka gelen?”

“Siftah senden. Dökülürler birazdan… Şöyle başa geç Kaptanım.”

“Ne var ne yok, işlerin nasıl?”

“Ismarlama öldü Kaptanım. Ya meraklısı ya da taraklısı -yani şakülü kayıklar- geliyor. Bir de fermuar değiştirme, daraltma, etek boyu, paça, tadilat işleri… Çorbayı kaynatıyoruz. Oğlanı-kızı evlendirdim, önce sağlık. Haberler sen de.”

“Çarşamba günü yolculuk var. Güney Afrika’ya. Oğlan tıpta okuyor, hanım bankaya devam. Bu son. Dönüşte noktayı koyacağım. İzmir’in plakasını eskittim o deniz bu okyanus gidip gelmekten. Köye yerleşeceğim, Torbalı’ya. Küçük bir çiftlik kurdum. Hayırlısıyla…”

“Ha civanlarım geliyor. Nerde kaldın be Hamuşî? Hoş geldin Şah İsmail’im. Oooo, kimleri görüyorum. 128 Bülent Derdiyok, bizim Damdaki Kemancı. Hoş geldiniz…”

“Cümleten merhaba arkadaşlar.”

Fıstık Mıstık da geldi.

“Bomba gibisin Mıstık’ım.”

Arap Kamuran, Castik Muzo. Ve huzurlarımızda Başkan Zahmetsiz.

“Arabım sen nasılsın?”

“Doğan görünümlü şahin.”

“Ya sen Muzo?”

“23 Nisan çocuğu oldum bugün. Kaç yıl sonra… Çok heyecanlıyım!”

“Sınıf tamam, Nazmi Öğretmenim.”

“Başkan, nostaljiyi patlattın da Nazmi Öğretmen’in kemikleri bile kalmamıştır bunca yıldan sonra.”

“Nazmi Öğretmen’in, vefat eden arkadaşlarımızın ve Mıstık’ın geçen yıl kaybettiğimiz eşinin ruhlarına bir Fatiha göndererek başlayalım civanlarım.”

“Güzel bir nostalji oldu beyler. Dağ dağa kavuşmuyor ama…”

“İkidir nostalji diyorsun Kaptan. Tüylerim diken diken… En gıcık olduğum kelime. ‘Kanka, tmm ve ay ben şok.’ Beni delirten dörtlü. Dinleyin bak. Geçen perşembe geç vakte kadar çalıştım, iki takım vardı yetişecek. Gündüz sağ olsun gelen giden, eş-dost muhabbetiyle akşamı ediyoruz. Akşam çalışıyorum, dokuz buçuk- on suları. Kapının önüne gençler park etti. Beş dakika ya geçti ya geçmedi. Arabanın camları açık, son ses bangır bangır arabesk. Çocuklar ayıp oluyor, biz de Orhan abiyle büyüdük ama bu saatte bu ses olmuyor. Bana mı dedin diyen yok. Mecburen karakolu aradım, uysan bela hazır. Polis gelince bunlar ayaklandı. Giderken ne deseler beğenirsiniz? Şoför mahallindeki kafayı uzatıp, ‘Olmadı kanka, yazdık bunu,’ demez mi? Ne günlerden bugünlere… Alt yazısız delikanlılarıydık bir zamanlar Eşrefpaşa’nın... Altyapımız sağlamdı, alın yazımız ikili oynasa da eyvallah derdik hayata, geçerdik. Ne lavukluk ne tavukluk, bize ters gelirdi böyle şeyler. Pişman olacağımız sözün kafasını midemizdeyken keserdik, kalbimizle buluşmaya ömrü yetmezdi öyle sözlerin. Beynimizle muhatap bile etmezdik. Kako Fırını’nda gevrek kokularıyla boyoz kokuları birbirine karışırdı da bizim elimiz ayağımızın karıştığını Eşrefpaşa tarihi yazmamıştır. Hokkabaz, sihirbaz, madrabaz, cambaz vb. Bilumum bazlı- cazlı meslek erbabıyla işimiz olmazdı, çoluk çocukla da... Saygıda kusur etmezdik büyüklerimize. Mümkün değildi. Çünkü dayak cennetle bizim aramızda mekik dokurdu. Onun içindir ki yanımda nostalji demeyin, ifrit oluyorum o kelimeye, baştan söyleyeyim. Bir daha görüşebilecek miyiz Allah bilir. Tadını çıkaralım.”

“Çok hızlı girdin Kral Terzi. Hadi oğlum Damdaki Kemancı bardakları doldur.”

“Ben içki almıyorum beyler. Geçen yıl ciğerleri duvara astım.”

“Ben de kullanmıyorum.”

“Ben de.”

“Üç boş, altı dolu Hamuşî kardeş. Rakı sofrasında meze dua esermiş, beni içki içmeyen biri yese diye. Rahmetli öyle derdi. Haydi şerefe!”

“Eyvallah! Atalarımız rakıyı icat etmiş bizim insanımız hâlâ psikologda, yogada, üfürükçüde şifa arıyor. Dikkat buyurur musunuz şu muhteşem paradoksa?”

“Bravo Hamuşî! Yarasın… Eşrefpaşa’yı terk etmeyen bir sen kalmışsın Kral Terzi?”

“Kaptanım, Hamuşî ile Arabım da Üçyol da yakınız. Nerede çocukluğumuzun yazlık sinemalar krallığı muhiti, nerede bugün… Civanlarım atış serbest. Rahmetli namazın kazası olur, muhabbetin kazası olmaz derdi.”

“Damdaki Kemancı! Yahu hiç değişmemişsin maşallah. Kooperatifçilik kolunda, kantine bakardın, her gün bir gevrek bir gazoz hakkın vardı ya. Kıl olurdum sana.”

“Özlemişiz birbirimizi. Bundan sonra Kral Terzi’yi rahatsız edelim, sık sık görüşelim Başkan.”

“Ne rahatsızlığı be civanlarım. Her gün gelin, çırak lazım bana da. Hem arada bir uzarız kırlara, bayırlara. Güzel olur, içimiz güzellikle dolar.” (Kahkahalar…)

“Hastayım senin şu edebiyat ve tabiat aşkına Kral Terzim. Tuzu alabilir miyim?”

“Damdaki Kemancı, sınıfın değil nerdeyse okulun bütün kızlarına âşık olurdu. Ayran gönüllü arkadaşım benim, buyur…”

Yan masada bir çift. Muhabbetleri deniz tarafından gelen martı çığlıklarını ve yosun kokusunu bastırıyor. Hey canına yandığımın İzmir’i! Renklerden renk beğen. Kitap gibi hatun deyimi başka hangi dilde vardır ki? Kitapla bu kadar haşır neşir başka bir millet yoktur ki... Bir de entel dantel takımı bizim toplumda kitap okuma alışkanlığının düşük olduğundan dem vuruyor. Biz kitaba bakmanın ustasıyız karrrdeşim!

Hamuşî susmaya mı geldik buraya. Hani ek iş olarak meyhane filozofluğu yapıyordun sen?”

“Dur be tertip. İki ateşleyelim, saz bende, hiç meraklanma akortsuz bile çalarım bu gece.”

Hamuşî ayağa kalkar.

“Hadi sizi meraktan çatlatayım. Bilin bakalım, lise aşkımla mı evlendim yoksa annemin arkadaşı Hacer teyzenin Bergama’daki yeğeniyle mi? Cevap az sonra…”

“…”

“Ya oğlum, bu ismi sana kim koydu? Semt Güzeli Kral Terzi... Çok havalı. Yakışıyor kardeşime.”

“Hamuşî civanım koydu Başkan. İlkokuldan bugüne çizgimi bozmadım. Çıraklıktan ustalığa baba mesleği.”

Göz ucuyla arada bir yan masada devriyedeyim. Terzilik mesleğinin sermayesi gevrek muhabbete yazılmaktır. Türk bayrağı tişörtlü delikanlı ve ondan en az on beş yaş büyük olduğuna oy birliğiyle karar verdiğim sevgilisinin muhabbeti bana ağır. Sosyal medya dindarlığı… Robot rahipler tablosu… Sanatta yapay zekâ uygulamaları… Taşıyamayacağım yüke pazarlık etmek ömrüme azap! Dikkatimi ve bakışlarımı çelen hanımefendi aslında. Göğüs dekoltesinin tahrip gücü yüksek. Bize akran gibi ama Türkiye güzelini nakavt eder. Bir de hitaplar beni yerle bir etti. Yavru Kuşum, hocacım. Yavru Kuşum doktora öğrencisiymiş, öyle anladım. Hanımefendiyse Hocacım. Hitaplar siz ile sen arasında med cezir. Çaktım, akademik bir gizem ve arzu sarmalı.

Hamuşî tuvalet dönüşü kendine geldi. Suya düştü gülümüz/ Ötmüyor bülbülümüz.

“Bu türkü de nerden çıktı be Hamuşî.”

“Bizim oralardan aklıma geldi Muzo, Urfa’dan… Yahu laf lafı açıyor da rahmetli Hoşbeş’i hatırlarsınız. Bülent Hoşbeş, Altay’da filan oynadı, Genç Milli’ye kadar yükselmişti. Benim liseden de arkadaşım. Babası fabrikatördü. Seneyi devriyesi daha yeni geçti, karısı rahmetlinin evinde rahmetlinin parasıyla zamparalığa başlamış, hem de sosyal medyada çarşaf çarşaf poz vererek. Abi erkekleri solladı hatunlar. Bu ne hararet mi bu ne intikam ateşi mi, anlayamadım. Rahmetlinin bütün dostları yay gibi gerildi. Gençsin, güzelsin, ölenle ölünmüyor anladık da git yüz seksen derece başka bir semte taşın, kur yeni düzenini. Çek bi çarpı geçmişe, hayat senin! Olmadı kardeşimmm olmadı. Sevgi mevgi yokmuş zaten, onca yıla saygıyı da bırak, kendine saygın olacak kendine. Kızları Amerika’da psikoloji okuyor. Bu nedir yaaa! Bakalım bizim piyangolar nasıl çekilecek? Allahım sen bizleri koru.”

“Türkü dedin önce, arkasından bizi tuş ettin be Hamuşî. Plağı değiştir gözünü seveyim.”

Yavru Kuşum soruyor. “Akademik takvim, sınav kâğıtlarını okumak, makale çalışmaları, kongreler, seyahatler, yeni çıkacak kitabınız, sergi hazırlıkları? Hep çok yoğunsunuz Hocacım.”

“Hem keyifli hem dertli işler. Bana taşınınca öğrenirsin yavru kuşum...” Diyaloglarla ilerliyor yan masa.

Hamuşî’nin ilave atom istemesiyle düşünce zincirim koptu. Garson siparişi teyit ederken ben de masaya döndüm.

“Kaptanım sizi dinleyelim biraz.”

“Yahu beyler, şu sizli hitapları bırakın. İsmin yalın hâlinde buluşalım lütfen. Hayat dediğimiz kısır döngüler toplamı. Sağlıklı ve güzel hayat diye didinirken bir gün bir bakarsın makine dairesinde ufaktan teklemeler, aniden geceleri iki üç çiş molası... Kariyer, araba, ev diye tırmalarken emeklilik hayalleri cümle aralarına sıkışıp kalmış. Yukarıdakinin ne zaman düdük çalacağı bilinmez, iş işten geçmiştir. İmamın mübarek ellerine teslim, merhumu nasıl bilirdiniz seansındasın. Güzel insan olmak işin öznesi. Nasıl dersen. Orası sana kalmış.”

“Çok yaşayan mı çok gezen mi bilir demişler, doğru söylemişler. Bravo Kaptanım! Bu açıklama bana bir beden büyük gelse de bravo!” (Kahkahalar…)

“Birer ara çayı alalım şefim! Mideyi dinlendirelim, rahmetli öyle derdi.”

“Senin şu rahmetliyi de bir öğrenemedim gitti be Kral Terzi.”

“Ya Hamuşî, karıştırma işi.”

“Kaptım liseli aşkımı. Sınıfta kaldınız beyler! Aşk hayattır öyle değil mi Kaptanım?”

“Aynen. Yine yaptın yapacağını Hamuşî! Elliye kadar akıyor hayat. Sonrası kadir kıymet dönemi. İşin içine ölüm korkusu da giriyor tabii. Ellide silkeleniyorsun da elliye kadar silkelenmezsen… Kürekleri aheste çekelim, aman kürekler kırılmasın!”

“…”

“Maykıl jeksın abilerim benim, bi tanecik gül alır mısınız? Evde çocuğum hasta, anam yatalak, kocam asker.”

“Hohaaa! Burnuma soksaydın gülleri. Uza, uza çabuk. Helva yapar dağıtırım şimdi seni.”

“Sakin be Hamuşî!”

“İnşallah, nice yılları birlikte inşa ederiz yusufçuk abilerim. Şaka, şaka. Erkekler matineniz hayırlara vesile olsun. Müsaadenizle, kaçtım ben.”

Kim bilir dünyasında neler var? Bir yandan böyle düşünürken öbür yanım yan masada nöbete devam…

Eller masa üstünde kenetlendi. İsmin hallerinden cismin hallerine evrilme sürecinin canlı tanığıyım. “Ben bira olayım, siz de elma dilimli patates hocacım.” Seyyar çalgıcılar takımı da ateşe gaz döküyor. “Bir kızıl goncaya benzer dudağın/ Açılan tek gülüsün bu bağın” Devamında sevda otağı kalplere kurulurken durağın hangi gönül olduğu belli oluyor. Zaten belliydi de tasdikleniyor. Gönülden gönüle geçişler başlamışken şarkının sözlerini ezgisine uyarak mırıldanmaya çalışsam da nafile. Ateş bende kaldı, gerisi uçtu gitti göçmen kuşlar misali. Şarkı şarkı olmaktan çıktı derler ya. İyisi mi şarkıyı daha fazla piç etmemek.

“Buzlu badem… Buzlu bademci geldi…” nakaratıyla boşa çıktım. Masaya döndüm. Keyfimiz keka. Kahkahalarımız havada uçuşmaya devam ediyor.

“Başkan, sınıfımızdaki kızlardan haber var mı?”

Başkan cebinden bir fotoğraf çıkardı. Masanın üzerindeki buz kovasına iliştirdi. Son sınıftayız Nazmi Öğretmenle. Bohçamızdaki sırları pazaryerine dökme vakti.

“Safiye, Bahriye, Fadime, Kısmet ve Ayşe Rüya. Sosyal medyadan iz sürüyorum. Henüz bir şey yok.”

“Ayşe Rüya ne kızdı abicim. Şen Şakrak Ayşe derdik.”

“Hayırdır Mıstık?”

“İlkokul aşkı başkadır derim... Kısmet derim. Unutulmuyor, bir yerlerde kalıyor çocukluk aşkı derim.”

“…”

“Falcağızına bakayım be yakışıklım,” der demez yine çişe giden Hamuşî’nin koltuğuna ilişiverdi ve serdiği kirli, rengi atmış bezin üzerine avucundaki baklaları saçtı. Yan gözle Mıstık’ı keserek, “İkinci baharında bir kısmet görünür şuracıkta. Görür görmez yüreciğin pır pır edip havalanacak ona.”

“Ne kısmeti be ablam Kısmet mazide yara. İsmet’i kaybettim ben İsmet’i. Allah evin yolunu kaybettirmesin, yeter. Aslan sütünden inek sütüne geçtim.”

Hamuşî ayakta. Mıstık’ın bardağının yanına bir gül bıraktı ve kendi bardağını masaya tıklatıp silme rakıyı fondip yaptı. “Olursa Kısmet’e olmazsa rahmetli yengemin ruhuna.”

Kafalar pırıl pırıl da anılar birer virüs. Anılar ağır. Anılar acımasız. Anıları itinayla saklamak. Niye, kime?

“…”

Aniden silah sesleri... Çil yavrusu gibi dağıldık ama nafile. Ortalık kan gölü. Ortalık can pazarı. Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum, polisler, ambulanslar, cesetler, sedyeler, ceset torbaları, etrafta bir dünya insan... Hafazanallah fisebilillah!

Restorandan Moğol orduları geçmişti sanki.

“...”

Eski Kocanın Dehşet Gecesi. 4 Ölü 1 Yaralı!

Dün gece saat 23.10 sularında Kordon’daki Nostalji Ekspresi adlı restorana gelen K.P. etrafa kurşun yağdırdı. Restoran yetkilisi Z.T’den edinilen bilgiye göre, olay yerinde hayatını kaybeden Ege Üniversitesi öğretim üyesi tanınmış küratör Prof. Dr. Ayşe Rüya Yalnızcık (52)’ın eski eşi olduğu tespit edilen fail, eski eşi ile sevgilisi Gökay Gök (30)’ün üzerlerine kurşun yağdırdı. Olay yerinde bulunan sokak çalgıcısı Korhan Ali Şen (33) ile seyyar falcı Güllü Gülizar (28) da kaza kurşunuyla hayatlarını kaybetti. Hafif yaralılar ayakta tedavi edildi. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırılan müşterilerden Hamuşî Düzyol (52)’un durumunun ciddiyetini koruduğu ve yoğun bakımda olduğu tespit edildi. Olayla ilgili soruşturma Cumhuriyet Savcılığı tarafından çok yönlü sürdürülmekte ve cinayet zanlısı K.P. aranmaktadır.

Tatlı bir baş dönmesi, sade kahve derken... Kafamdaki abur cubur eşleşiverdi birden.

“Tabii ya!”


Zekeriya Şimşek

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page