Başak Merhaba,
İlk öykü kitabın Fresko Apartmanı geçtiğimiz aylarda Everest Yayınları’ndan çıktı. Öncelikle hayırlı olsun. Kısa sürede kendinden epey bahsettirmeyi başardı, bunun için de ayrıca kutluyorum.
Çok teşekkür ederim. İlk kitabın heyecanı bir başka, derler hep. Ben de bu heyecanı yaşıyorum şu günlerde. Kitap eylül ayında çıktı ve geçtiğimiz günlerde de ikinci baskısını yaptı, benim için büyük bir sürpriz oldu bu.
Öykülerin çok çeşitli mecralarda yayımlandı ve çok sayıda ödüle sahipsin. Öykülerinin dergilerde yayınlanmaya başladığı günlerden Fresko Apartmanı’na dek geçen süreci bize nasıl anlatırsın?
“Kambur” adlı öykümün 2016’da Öykülem’de yayımlanmasıyla daha disiplinli bir şekilde yazmaya başladığımı söyleyebilirim, bu nedenle Öykülem bende çok farklı bir yere sahip. O güne kadar birikenleri toparlamam, dağınık notları tasniflemem, tüm bunlardan yeni öyküler yaratma peşine düşmem Kambur’un yayımlanmasından sonra başladı; öykülerim dergilerde ve seçkilerde yer aldı, yarışmalarda ödüle değer görülenler de oldu. Yayımlananlar bir kenarda birikirken benim aklıma Fresko Apartmanı’ndaki öyküler düştü. İlk kitaplar genellikle o güne kadar yayımlanan öykülerden oluşur, ben de başlangıçta öyle düşünüyordum; ancak İstanbul’un sokakları, mimarisi beni bambaşka bir yere götürdü. Kitabın taslaklarını 2017’de oluşturmaya başlamışım, kitap çıktıktan sonra fark ettim bunu. Zihnim epey bir süre kitabı oluşturacak hikâyelerle meşgul oldu ve sonunda her biri kendine Fresko Apartmanı’nda yer buldu.
Fresko Apartmanı birbirine eklemlenmiş minik hikâyelerin, büyük hikâyeyi oluşturduğu şahane bir yapboz tablo. Fresko fikri Başak Baysall’nın zihninde nasıl filizlendi?
Geçmişi çok merak ediyorum. Bizden önce yaşayanların hayatlarını, yıllar önce bir şehrin nasıl göründüğünü mesela. Tarihin sayfalarında apaçık kendine yer bulanları da asla görünmeyenleri de… Geçmişin izleri hiç beklemediğimiz yerlerde karşımıza çıkıyor ve görmeyi bilirsek bir hikâyeyi devralmış oluyoruz. Ben de İstanbul’u karış karış dolaşırken olmadık yerlerde karşıma çıkan tarihlerin, isimlerin, işaretlerin izini sürdüm hep. Bu şehir nelere sahne olmuş, bu sorunun peşine düştüm. Kitaptaki öykülerden önce apartmanın kendisi şekillendi zihnimde. İstanbul’un bir kıyı semtinde, Boğaz’da, 6-7 Eylül’ün izlerini taşıyan bir apartman… Her şey, karakterler dahi bu imgeden sonra belirmeye başladı.
Kitapta düğüm çözülene kadar işlenen basamaklarda karakterler ince ince döşenmiş. Karakterlerin ortak özelliği ötekileştirilmiş olmaları. Bu minvalde düşünürsek Başak Baysallı toplumsal anlamda bize ne söylemek istiyor?
Edebiyat, hep ötekini anlatıyor sanırım; öteki olmaktan yola çıkıyor. Klasik eserlerde de güncel edebiyatın kitaplarında da ötekileştirilmiş, yaşadıkları toplumdan dışlanmış karakterlere sık sık rastlıyoruz. Yazmaya çalışan herkesin bu meseleyle bir derdi var, diye düşünüyorum. İnsanın hırsları, açgözlülüğü, açmazları, körü körüne bağlandığı fikirleri, inançları gün geliyor bir başkasını dışlamaya, onu çemberin dışına iterek yok etmeye yöneliyor. Oysa yeni bir düzen, farklılıkların birlikteliğiyle kurulabilir ancak. İnsan bunu başaramadığı, kendisi gibi olmayanla yan yana duramadığı sürece tarih de tekerrürden ibaret olacak. Kendi yaşamlarımızda bile bunu ne kadar yapabiliyoruz, durup düşünmek gerek. Kendimize benzeyenlerle kurduğumuz birlikteliklerde başkasına tahammül edemez olduk. Gidişattan hep ötekini sorumlu tutuyoruz. Kimse, kendini suçlu ya da sorumlu görmüyor. Birilerini ötekileştirirken bizim de bir başkasının gözünde öteki olduğumuzu görebildiğimiz gün bir yerlerden değişmeye başlayacak dünya.
Apartmandaki İsmail geniş topluma ait biri. Onun sesine kulak verdiğimizde bir insanın azınlık durumunda olmadan da çeşitli sebeplerle ait olduğu toplum tarafından yalnızlaştırılabileceğini görüyoruz.
Evet, bunun sonu yok. Demek ki aynı dili konuşmak, aynı dine ve ırka mensup olmak birliktelik için yeterli değil. İsmail, Türk ve Müslüman kimliğinde büyütülmüş genç bir adam. İnançlarına bağlı. Kendisi gibi olduğunu düşündüğü birinden darbe alması onu hayal kırıklığına uğratıyor ve en beklemediği yerde hayata yeniden tutunuyor. Ondan çok farklı birinin, Kirkor’un desteğiyle… Her şeyde anlaşamıyorlar belki ama birlikte yaşamayı başarıyorlar. En önemlisi de bu değil mi zaten?
Tematik bütünlük kitapta göze çarpan önemli bir özellik. Öykülerin tamamı finaldeki düğümü çözebilmek için hazırlık niteliğinde. Bunu düşünerek kitaba novella diyebilir miyiz?
Kitabın birbirini bütünleyen öykülerden oluşması metni novellaya yaklaştırıyor olabilir, ancak ben her öykünün farklı bir hikâyeyi barındırdığına inanıyorum. Her biri ana hikâyeye hizmet ediyor gibi görünse de… Tuval’de Bora’nın resme ve aşka olan tutkusunu, Ayna’da savaş nedeniyle ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış Nadia’yı, Yenidünya Likörü’nde ölüme adım adım yaklaşırken hayata sımsıkı tutunmayı bilen Ani’yi, Teyel’de Rüya’nın uçup giden hayallerini, Sığınak’ta işsiz kalan bir gazetecinin çaresizliğini görüyoruz. Onların hikâyesi bambaşka… Bu mesele sık sık çıkıyor karşıma. Öykü mü, roman mı, novella mı? Kitap üzerine yazılan yazılarda da benimle yapılan söyleşilerde de… Benim için Fresko Apartmanı, bir öykü kitabı. Öyküler birbiriyle tamamlansa da, aynı karakterler metinler arasında dolaşıp dursa da her öykünün ele aldığı başka bir mesele var, ama şunu özellikle dile getirmek istiyorum. Belki de çağdaş edebiyat, artık türlerin sınırlarını bir kenara bırakıp anlatılan hikâyeye odaklanmalı.
Başak Baysallı göz önünde olmayı sevmeyen, sosyal medyaya mesafeli, kendi halinde bir edebiyat öğretmeni aynı zamanda. Aldığın eğitimin ve mesleğinin yazarlığın üzerindeki tezahürleri nelerdir?
Sosyal medyayı kullanmadan da ilgilendiğim alanlarla ilgili gelişmelerden, yeniliklerden haberdar olabiliyorum. Düzenli takip ettiğim platformlar var. İshak Edebiyat da onlardan biri. Sosyal medya dışında da iyiye ve güzele ulaşmanın yolları neyse ki hâlâ var. Bir gün bu yollar kapanırsa o zaman bu konuyu tekrar düşünebilirim. Şimdilik böyle iyi. Karmaşadan ve gürültüden uzak olmayı tercih ediyorum. Kaldı ki hayatta tutkuyla bağlı olduğum iki eylem “okumak ve yazmak” kalabalıktan uzakta yapılabilen eylemler. Ne kadar az ses varsa o kadar iyi. Sorunuza gelince… Ben, birçok yazarın aksine lisede ve üniversitede edebiyata dair çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Edebiyat tarihiyle ilgilenmek, kimilerinin “sıkıcı ya da anlaşılmıyor” diye eleştirdiği klasik metinleri okumak her zaman kötü sonuçlar doğurmuyor. Alacağınız sonuç bu metinleri nasıl okuduğunuz ve onlara nasıl yaklaştığınızla ilgili daha çok. Ben usta yazarları önce ailemde, sonra da okuduğum okullarda tanıdım. Şanslıydım belki de… Özellikle üniversitedeki tüm hocalarımdan öğrendiğim çok şey var. Klasik edebiyatı bilmeden, okumadan bugünün eserlerini anlayabileceğimizi düşünmüyorum. 15. yüzyılın Divan şiirinden de bugünün deneysel metinlerinden de estetik haz duyabiliriz. Öğrencilerimle de edebiyat üzerine sohbet etmekten keyif alıyorum; onların yorumları, soruları zihnimde yeni pencereler açıyor. Mesleğimin edebiyatla ilgili olması, yazmaya ve okumaya ayırdığım zaman dışında da edebiyatla meşgul olmamı sağlıyor. Haliyle aldığım eğitimin de mesleğimin de yazdıklarıma katkı sunduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Kitabı kapattığımda zihnimde pek çok yarım hikâye belirdi. Ali Turhan ve Nadia aşkının nasıl sonuçlanacağını, Ani’nin ölümüyle yenidünya likörlerini artık kimin yapacağını merak ediyorum. Tüm bunların sonuçlanacağı bir devam kitabı yazmayı düşünüyor musun?
Öykülerde karakterleri anlardaki görünüşleri ve hisleriyle ele almaya çalıştığım için sonuca ulaşmamış bazı durum ve olaylar var, evet. Fresko Apartmanı’nı üçlemenin bir parçası olarak kurguladım, yani onu tamamlayacak iki kitap daha yazmayı düşünüyorum. Sanırım onlar tamamlandığında bu tür sorular da yanıtını bulmuş olacak.
Kitabın çıkış noktası 6-7 Eylül Olayları. Genç bir yazarsın. Takvim, bu tip hüzünlü tarihlerle doluyken neden 6-7 Eylül, özel bir sebebi var mı?
Söylediğin gibi tarih hüzünlü hikâyelerle dolu. Bir yerden başlamak gerek, diye düşündüm. On yılı aşkın bir süredir yakın tarihi mercek altına aldım, desem yeridir. Özellikle geniş toplumun dışında kalanlar üzerine okuyorum, araştırıyorum. Fresko Apartmanı’nın imgesi zihnimde belirdiğinde bu imgenin çağırdığı tarih de 6-7 Eylül 1955’ti. Üçlemeyi tamamlayabilirsem 1940’tan 1964’e uzanan bir süreci ele almış olacağım. Orada da takvimdeki diğer hüzünlü tarihlerle karşılaşacağız.
Kitapta hüznü ajite edilmeden verilmiş kahramanlar okuduk, “çünkü her şeye rağmen dans devam etmeliydi. Hayat da…” diyor Nadia mesela. Nadia’nın bu sözleri Başak Baysallı’nın hayata bakışıdır, diyebilir miyiz?
Diyebiliriz elbette. Her karakter, onu yaratan yazardan birtakım izler taşır. Öte yandan hüznü ele almak çok zor, geçmişte utanç tarihi olarak yer etmiş zaman dilimlerine ait hüznü anlatmak ise neredeyse mümkün değil. Yazmaya çalıştığım hüzün ve acı, gerçekte yaşananların yanına bile yaklaşamaz, bunun farkındayım, bu hüzünden geriye kalan derin sızıyı anlamaya çalışabilirim ancak diye düşündüm hep öyküleri oluştururken. Bu derin sızıya rağmen yaşama tutunma çabası bana daha tanıdıktı. Ben de takvime utanç tarihi olarak kazınmış olayları değiştirememenin verdiği derin sızıyla yaşamaya çalışıyorum ve hayatın her şeye rağmen devam ettiğini unutmuyorum.
Matilda’nın bahçesi, Kirkor’un acılarını unuttuğu bir sığınak. Senin için de bir Matilda’nın bahçesi var mı?
Matilda’nın bahçesiyle bire bir örtüşmese de sanırım her insan için bir sığınak vardır. Hayatımda Kirkor ve onun kurduğu bahçe olsun çok isterdim; ne yazık ki yok, belki de bunun etkisiyle ortaya çıktı Fresko Apartmanı, ama yine de bana hüzünlerimi unutturan sevdiklerim var, şu sıralar kuramasak da birlikte oturduğumuz sofralar var. Şiirler, öyküler, romanlar, oyunlar var; edebiyat benim için belki de en büyük sığınak.
İshak edebiyat ekibi adına bu güzel sohbet için teşekkür ederim.
Ben de okuru nitelikli metinlerle buluşturduğunuz ve beni sayfalarınıza konuk ettiğiniz için tüm ekibe teşekkür ediyorum.
Söyleşi: Ayla Burçin Kahraman
Keyifle okundu.
Nefis, içten bir söyleşi!..