Latife Tekin “Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim” diyor bir şiirinde. Semra Güney Eren öyküleri bana bu mavi umudu hatırlattı. Yazar, insanın karanlık dehlizlerine dalan ve insanı oradan çıkarıp umuda göç ettiren öyküler kaleme almış. "Öteki"leri, yorgunları, görenleri, hissedenleri, insan kalmak için düzene ve düzensizliğe direnenleri anlatan kitap; intihar, kadın, ön yargı, yalnızlık, anlaşılma telaşı gibi pek çok konuyu ele alıyor. Yazarımız, heybesindeki meseleleri bir bir ortaya dökerken itirazını samimi ve akıcı bir dille ifade edip okurunu yürek burkan ama aynı zamanda yaşamaya teşvik eden öykülerle buluşturuyor.
Semra Güney Eren’in Luna Yayınlarından çıkan ilk öykü kitabı Yoğun Bakış, beşi küçürek yirmi üç öyküden oluşuyor. Yazarın kaleminden çıkan epigraflardaki aforizmalar okuru öykülere birkaç sözcükle hazırlamayı başaran, nitelikli ilk sözler olarak karşımıza çıkıyor.
Kitaba adını veren Yoğun Bakış öyküsüyle yazarın anlatı dünyasına girdiğimizde rahat bir dil ve sakin bir söyleyişle karşılaşıyoruz. Okura güzel bir merhaba niteliğindeki ilk öyküde yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastalara kendini adayan kahramanımız, intihar girişiminde bulunan hastanın gözlerine baktığında gördüğü çaresizliği şöyle anlatıyor:
"Bir insan intihar ediyorsa ölebilmeliydi, sonrası daha ölümcül oluyordu ölememenin.”
Ahmet'in yalansız kimsesizliğine sahip çıkan öykü kahramanımız "yalama bir dünyada" belki de yaşamın en gerçek ânı olan ölüme yaklaşanların bilgeliğini yüreğindeki sevgiyle birleştiriyor. Öykünün sonunda bir hastane odasında çekilen fotoğraf karesine gülümsüyoruz hep birlikte.
Sürpriz Okur öyküsünde popüler kültürün dayatmalarına isyan eden bir kalemle var karşımızda. Şehirli insanın taşraya bakış açısındaki arızalarını ve popüler kültür mağdurlarının esaretini okurken şaşırmıyoruz. Öyle biz, öyle bizden ki… Yazarın “kopya insanlar” diye tanımladığı öykü karakterleri bir dönüşüme uğruyor. Okur bu sonuçtan memnun fakat dönüşen kahramanın zihnindeki savaş devam ediyor. Elleri nasırlı bir köylüye “yenilen” sözde entelektüellerin her yerde olduklarını vurguluyan yazar, Galata'nın Dört Efendisi öyküsünde de yine şehrin dönüşümüne ayak uyduramayan bir mühendisin ağzından yerinde bir itirazı kaleme alıyor. İstanbul gibi kadim bir şehrin ruhunu ele geçirenlerin bir aracının da mimari olduğunu dile getiriyor.
Ruh Bölünmesi öyküsünde İnci Küpeli Kız resmine atıfla oluşturulan karakterin iç çatışmalarına, gittiği psikoloğun da eşlik ettiğini görüyoruz. Ne yazık çağın en büyük hastalıkları ruhumuzda ortaya çıkıyor. Yaralarımızı onarmaları için medet umduklarımız da bizim kadar yaralı. Kim bilir aramızda hiç bölünmemiş tek bir ruh yoktur, demeden edemiyoruz.
Rüveyde "hiçbir şeyi olmadığı" bir yerde yaşamak zorunda kalan ve görünür olmak isteyen bir ötekiyken; Güllü, yok saydıklarımızın var oluşunun simgesi; Eleni tüm dışlanmalarına rağmen "iki memesinin arasına alıp kokusuna hapseden bir gün ışığı” olarak sevgisini esirgemeyendi. Yazarın öykü kahramanları, gerçek hayatlarından alınıp öykülere misafir edilmişçesine sahici. Karakterler iyicil yönleri kadar kötücül yönleriyle de insan. Zaman zaman kurmaca kahramanlarına yüklenen iyi-kötü sınırlarından uzak kurulmuş karakterler. Eleni bahçesindeki ağaçlara dalan çocuklara kızar ama en çok korkanı da göğsüne basar. İnsan kötü olduğu kadar iyidir.
"Kadın olmanın gürültü çıkarmak" olarak tarif edildiği Düşük öyküsünde toplumun kadından talepleri ve kadının bu uğurda kendinden vazgeçişi çarpıcı bir biçimde anlatılıyor. Kadın olmak evlenmek, doğurmak ve diğer kadınlarla sürekli yarışmak değildi. Düşük öyküsü kadınlığımızı bir kez daha sorgulatması açısından kitapta önemli bir yere sahip.
Kirazın Acı Tadı öyküsüyle yazar, bekaret sorununa sıcacık bir kurgu ile ışık tutuyor. Düşük öyküsündeki düşüncesi bu öyküyle perçinleniyor. Ah O Seksenler’de "kadının sesi yok bu ülkede" diyerek kadın konusuna dair söyleyeceklerinin bitmediğini hissettiriyor yazar.
Evlilik ve ilişkileri ele aldığı Kumar öyküsünde "Ne oldu da âşık olunanlar tiksinilenler oldu?" cümlesi ile kadın erkeklerin gözünden de konuya bir bakış açısı geliştiriyor ve "hesap özeti ile aşkın özetini okutturuyor” kadınlara.
Uygun Değildir adını verdiği öyküde anne çocuk sevgisinin şartlar ne olursa olsun en gerçek sevgi olduğunu söylerken Gülten Akın'ın "Anneler olmasa kim kimi severdi?" dizesine yaptığı atıf, kahramanın dilinde "Yavruları olmasa anneleri kim severdi?" cümlesine dönüşüyor. Öz Güven öyküsünde yine anne kız ilişkisinin önemine vurgu yapıyor. Bir genç kadında öz güven oluşumunun anneden miras olduğunu dile getiriyor.
Yazar, öykülerin kurgusuna yedirdiği pek çok düşünceyi duvar arasından incecik sızan şifalı bir su gibi zerk ediyor okurun zihnine.
Kitabın son sözü niteliğindeki Sürünürken öyküsüyle yazar “ayağını kaybetmek” metaforu üzerinden hayattan vazgeçmeyenlere bir selam gönderiyor.
Umut baki, yol uzun. İnsanın kötü yanlarına mercek tutarken bile iyiliği dileyen, güzelliği çoğaltmak isteyen yazarların meselesi bitmez. Kim bilir Semra Güney Eren’in de yazacak ne çok öyküsü. Umutla.
“Karayı kaldırın mavi koyun umudumu götürmeyin.”
Beyhan Keçeli
コメント