Yazarın kendine özgü bir imge dünyası kurarak, o kaynaktan beslenen öykülerini okura belli tema çerçevesinde sunması, eserin üzerindeki emeği daha net bir şekilde görmemizi sağlıyor. İşte Hicret Birik’in Metinlerarası Kitap’tan çıkan ilk öykü kitabı “Yedi Yılanlı Kavuk” bana okurken bu hissi verdi.
Öykülerin genelinde yoğun bir anlatım ve göz dolduran detaylar hâkim. Gündelik dilde pek de kullanmadığımız kelimelerle sıkça karşılaşıyoruz. Alışıldık olmayan bu ifadeler yer yer okumayı zorlaştırsa da yazar bunları hikâyelerine ustalıkla yedirebilmiş.
İlgi çeken unsurlardan biri de kurulan atmosferler. Pek fazla karşılaşmadığımız karakter, zaman ve mekânlar bir zorlama hissi olmaksızın başarıyla sunulmuş. Kurguların birçoğu müphem ve kadim dönemlerin esintilerini taşıyor. Bazılarında bir roman kesitinin içine çekilmiş hissediyoruz. Metinlerdeki dolgunluk, okurun dikkatini açık tutmasını, odaklanarak okumasını gerektiriyor.
Kitaba adını veren Yedi Yılanlı Kavuk hikâyesini gizem unsurunu iyi kullanması bakımından işaret etmek gerek. Merakı diri tutan bu mistik öyküde sunulan semboller ve bilinmezler, hikâye sona ererken bir bir açıklığa kavuşuyor. Düğümler çözülürken ve boşluklar doldurulurken, iyi bir kurguya misafir edildiğimizi anlıyoruz.
Hikâyelerin bazıları gerçeküstü kurgularla tasarlanmış. Yazar, kısa ancak lezzetli ambiyanslar yaratma konusunda mahir. Oynatma Çubukları’nda bir perde oyunundan fırlayıp kaçan Çelebi’nin modern insanın arasına karışmasını okuyoruz. Yine buna benzer şekilde Tüffahı Kim Isırdı, Bir Zuhuri Bir Zuhur, Koku Tüccarı, Biçki Nazariyesi gibi hikâyeler de büyülü gerçekçi metinler olarak okurun karşısında.
Pastoral Konçerto, Allah’ın Gönderdiği Karga, Dini Bütün Tefeci Osman, Taze Fasulye ve Ceviz Ağacı, Tek Cümle ile Sabahattin’in Sonu, Fakat Tırnaklarımda Oje Yok, Eli Eli Lema Şevaktani; modern zamanlarda geçtiğini düşündüğümüz öyküler. Bunlar belki diğer mistik ve gerçeküstü kurguların arasında bir nefes oluyor ancak benim için onlar kadar akılda kalıcı olmayabilirler. Bazılarında mizahi ve muzip bir dil hâkim. Bunu, öykülerin başlığından dahi anlamak mümkün.
Tek Cümle ile Sabahattin’in Sonu öyküsü tek bir cümleden oluşan deneysel bir metin. Pastoral Konçerto ise müzik öğretmeni olan Hicret Birik’in musikiye dair imgeler yerleştirdiği öykülerinden sadece bir tanesi. Modern sanatla taşranın pastoral mayasını iç içe geçiren bir kurguya sahip. Aynı zamanda dikkatli okurlar için bu öykünün satır aralarına ağır bir trajedinin izleri gizlenmiş.
Yedi Yılanlı Kavuk, Taze Fasulye ve Ceviz Ağacı, Kiko’nun İlenci ve Kayıp Mektup, Nâkûr’un Sesi, 1001. Gece ve Tüffahı Kim Isırdı; hikâyelerin içine gizlenmiş hikâyeler sayesinde zengin metinler. Masalsı dokunuşlar ve akışkan olay örgüsü iç içe geçerek Hicret Birik’in yazınsal dokusunu ortaya koyuyor. Yazar, edebiyat yolculuğunu bu temayla mı sürdürecek bilmesem de, tercih edeceği tarz ne olursa olsun, geniş bir imge dünyası ve zekice kurgular sunmaya devam edeceğini düşünüyorum.
Doğu kültürünün motiflerini post modern tekniklerle harmanlayan eserde, okurken bana en fazla keyif veren öykülerden biri, üst kurmaca tekniğine de başvurulan 1001. Gece öyküsü oldu. İç içe geçmiş hikâyeler sayesinde katmanlı bir kurgu. En dış katmanda duran anlatıcı karakterin girişte söylediği şu cümleler dikkat çekici.
“Bu hikâyeyi sonuna kadar okumayıp yarısında bırakırsanız öleceğinizi söylemek zorundayım, sonuna kadar okuyanların ise delireceklerini. İlk cümleyi okuduğunuza göre dönüşü olmayan bir yola girdiniz. Sesleri duyuyor musunuz?”
Bu cümlelerle anlatıcı bizi tekinsiz bir atmosfere çekiyor. Efsanenin bir okuru ya da şahidi olarak, varlığımıza yüklenen anlamla beraber sayfaları merakla çeviriyoruz. Bize bunları söyleyen anlatıcı Binbir Gece Masallarındaki Şah Şehriyar’ın sır kâtibi Efruz.
Efruz tanık olduğu elim bir hadiseyi anlatıyor. Bir yerde “Ben bu hikâye uğruna delirmeyi değil ölmeyi seçtim” diyor. Ve bir sandık dolusu hikâye bıraktığını söylüyor. Sanki bu öyküde birbirine kenetlenen tüm anlamlar, Hicret Birik’in bir kazanda harmanladığı imge dünyasını uzatıyor okura. Kulaklara küpe olması istenmiş gibi, iki yerde aynı şeyi söylüyor ve ben iki yerde de altını çiziyorum o cümlenin.
“Bil ki dünya döndükçe her hikâye birbirini tamamlar, asıl hikâye bundan ötürü kıyamet kopana kadar yarım kalacaktır.”
Bu cümlelerde bahsedildiği gibi Şah Şehriyar, Şehrazad ve Efruz’un hikâyesi de yarım yamalak kalıveriyor. “Şimdi dilersen kellemi vur ya da beni göğsüne bastır.”
Asıl hikâyenin peşinde olan Hicret Birik’in edebiyat yolculuğunun hayırlı olmasını diler, okurunu delirtecek ya da öldürecek öyküler yazmaya devam etmesini temenni ederim.
Emame Akman Harmancı
Comments