“...ve şimdi yazmaya karar vermişsem bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.”
Sadık Hidayet
“Babamın ciğerlerine” diyerek başlar kitap. Bir yazarın ilk kitabı, ilk adımlamaları. “Yazarın heybesinde ne çok yük varmış?” dedirten dokuz öyküsü… Yazarımız, ruhundaki tüm ağırlıkları bir mezar taşına yazar gibi yazmış.
Dokuz öyküden ilki olan, “Otuz Üç” ile yazarın iyi bir gözlemci olduğunu görmekteyiz. Bu hikâyesinde toplumsal tespitlerin yerli yerindeliği dikkat çekiyor. İşte çağdaşlarını okumanın bir güzelliği de bu. Yaşadığın toplum zihniyetini bir kez daha çözümlüyorsunuz. Gizem’in gözünden bir kadının gündelik telaşelerini, minik ayrıntılarla okuyucuya hissettirmiş yazar. Bir diğer dikkat çekici kısım ise Gizem ve Songül karakterinin “erkeksi” tavırları; çevresiyle iletişim kuruyormuş gibi görünen “Feminizm”i yanlış anlayan kadınları, sosyal medyanın bizleri nasıl da “-mış gibi” yaşamaya ittiği… Bunlarla birlikte popüler kültürün hezeyanlı monoloğunda amaçsız bir kafilenin sayıklamalarını dinliyorsunuz bu kitapta.
“Annelerin çocuklarına susmayı öğrettiği bir ülkede yaşıyoruz.”
“@prozacve yalnızlık” adlı İkinci öyküsünde ise Koray karakteriyle ve onun seçimleriyle çağdaş insanın buhranlarını ve travmalarının izlerini rahatlıkla görebiliyorsunuz.
"Ehven-i Şer", kalbe dokunup gözlerin dolmasına sebep olan hikâye. Okuyan herkes bu duygudan belki bir parça haberdar olacak. Ayrıca bu eserdeki çocukluğun hayali arkadaşı Kâhin karakteriyle tanışıyorsunuz.
Kitabın son sayfalarına yaklaştıkça artık, “Baran Güzel Öyküleri” diyebileceğimiz üsluba şahitlik etmiş oluyorsunuz.
“Oturma Düzeni”nde olay akışının ve anlatış tarzının özgünlüğünü iyiden iyiye hissedeceksiniz. Bu hikâyedeki, “Tahmin Oyunu”nu çok seveceksiniz.
Hikâyelerde bir diğer dikkat çekici unsur da, yazarın mistik ögelere belli bölümlerde yer vermiş olması. Çocukluk masallarının mistik ruhuna yakışan ögeler bunlar.
Yazarın hikâyelerinde baba karakteri ayrı bir inceleme konusu dahi olabilir. Çünkü Baran Güzel, hasta günleriyle hazin sona yaklaşan baba karakterinin ardından kendisiyle ve çevresiyle bir kez daha yüzleşir ve onlarla karşı epey savaş verir. Baba, yazarımız için kimi zaman, “Kahvehane masasının ucundan bakılarak içilen bir gazoz” kimi zaman da asitli yokluğuna isyan edilendir. Babanın ölümü, anneye bir kez daha merhamet ettirendir bu öykülerde.
Yazarımızın dil ve üslubunu incelemeye her bir öykünün giriş cümlesini uzun uzun düşünerek başlayabiliriz:
“Bomba ülkenin kalbinde patladı.”
“Koray askerden döndüğünde ya işinden ya da Melis’ ten ayrılacaktı.”
“Babama onu sevdiğimi söyleyemedim.”
“Kalkmak bilmedi.”
“Yalnızlığın ıstırap değil, ihtiyaç olduğu zamanlardı.”
“Babamın mezarı verimliydi.”
“Diren beni ne zaman terk etti?”
“Artık ondan bahsetmeyeceğim. Bu son.”
“Babamı nihayet gömdük. Mis gibi bir nisan günüydü.”
Dokuz öykünün giriş cümlelerine gösterilen özen dikkat çekmektedir. Bu ilk cümleler, okuyucuyu yaşamın kesitlerine doğru çekmeyi başarmıştır. Öykülerdeki, dildeki ustalaşma kaygısını, Türkçeye hâkim olma çabasını yadsıyamayız. Ancak öykülerdeki küfürlerin, her ne kadar pek fazla kullanılmasa da tam olarak yerli yerinde mi kullanıldıkları konusunda tereddütsüz okuyamıyorsunuz hikâyeleri. Bir de nedense Baran Güzel’ in doğal ve sade dil akışından mı kaynaklanıyor bu beklentim bilmem ama öykülerdeki kahramanlarla günlük konuşma diliyle muhatap olmayı diledim okurken. İyi olan öykülerin zaman ve mekan içinde sıralanış biçimleri oldu. Güzel’in kaleminin daha da güzelleşeceğinin izdüşümleri…
Baran Güzel’e kelimelerle yoğrulan bu uzun yolundaki ilk adımlamalarında başarılar diliyorum. Yeni manzaraları, cam kenarından izletecek, yeni bir oturma düzenini bizlerle buluşturacağı öykülerini beklediğimizi belirtir ve kendisine yol açıklığı dilerim.
Gülşen Çelik
Comments