Mazeret kabul etmemeye yemin etmiş insanlara ne söylesem diye düşünmekten, iyi bildiği şeyleri unutmaya yüz tutan ve yarım yamalak anlattıklarına değil dinleyeni, kendini bile ikna edemeyen bir kadın düştü az evvel. Hayır, yere değil. Kitabın içinden dışarıya. Çiz deseler çizemezdim yüzünü. Onu tarif etmem içinse, okuduğum öykülerdeki fotoğraflarını aklıma getirmem gerekirdi. Unutkan değilimdir ama iri gövdeli cümlelerin resmettiği kadını kelimelere bölerek herhangi biri kılığına sokmak haksızlık olurdu kitabın yazarına. O yüzden ne yaptım biliyor musunuz? Kitaptan düşüp odamda beliren kişinin gitmesini engelledim. Elbette güç kullanmadan, tatlı dilimle mücadele ederek. Zaten konuşmak ve yazmak en tesirli iki silah değil midir? Her neyse, yanımda kalmasını sağlamak için önümde koca bir üç dakika vardı. Evet, son üç dakika.
Sen giderken asılır duvardaki saatin yüzü. Ne hayal ettiysem ona gecikir gözlerin. Kıyameti koparır incecik ayakların, tepinir durur gideceğim diye. Bense avuçlarımın içinde türküyle sarılıveririm kulaklarına. İçinde bir ses, yüzünde o dakika. Gidemezsin… Sakinleşir ayakların, uzanır benimkilerin yanına. Uyuruz veya uyumak ister gibi yaparız. Bir türlü gidemezsin sevgimden, bu ev senin zaten. Dakikalarsa sonsuz gibidir ama sen bana doğrultunca bakışlarını, üçe kadar sayabilirim en fazla.
Aklıma yerleşen bunca kelimeyi sessiz bir odanın içerisine nasıl tepiştirdim bilmiyorum. Ama kıymetli yazar Zeynep Eşin’in öykü kitabı “Son Üç Dakika” dilimin bağını çözdü ve tarif etmekte zorlandığım o gizemli kadını gerçekten evime getirdi. Pek çok açından dikkate değer ve göğsünde taşıdığı alt metinlerle kabına sığmayan bir kitap “Son Üç Dakika.” Öykü karakterlerindeki kuvvetli gerçeklik, bizleri semt semt gezdirip evden eve dolaştıra dursun, yazarın yarattığı atmosfer okuyucusunu hikâyede alıkoyacak kadar keskin. Kitabın isminin heyecanına kapılıp gitmeye veya kalmaya son üç dakikanız kalmış gibi stresle başa çıkarak çevireceksiniz sayfaları. Sonra kelimeleri, ait oldukları cümlelerin gövdesinden çıkarmaya kıyamayarak, sarhoş olmadan yudumlamayı öğreneceksiniz. Abartıyor muyum? Kesinlikle hayır.
Öncelikle öykü yazmaya gönül veren herkes “Son Üç Dakika” ‘yı edinmeli diyerek düşeceğim önemli not, maksatlı bir yönlendirme değildir. Çünkü kitapta neredeyse bütün öyküleme tekniklerine yer vermiş Zeynep Eşin. Hangi metodun nasıl doğru biçimde hikâyeye yerleştirileceğini yazma tekniğini geliştirmek isteyenlere başucu kitabı olacak kıvamda sunmuş kıymetli yazar. İyi bir öykü okuyucusu olarak bakacak olursak da, bu çeşitlilik her zevke hitap edebiliyor diyebiliriz. Birbirinden farklı anlatım teknikleri ve öyküleme metotları, çok zengin bir deniz olarak karşılayacak sizleri.
Günün üzerine devrilen kırılgan bir akşamüstü maviliği ve ufkun hemen yanı başında beliren göçmen kuşların suskun siluetleri var. Tik tak, tik tak, tik tak. Bunlar hiç bitmez kafamın içinde. Sessizlik bebek yüzlü bir katil.
Yazarın kullandığı dil sade ancak bu, betimlemelerden kaçmış anlamına gelmemeli. Hikâyenin durumuna ve içeriğine göre tadında tasvirlerle kişileri ve onların durumlarını başarıyla anlatmış Zeynep Eşin. Dildeki sadelik daha ziyade öykülere tempo katmak için kullanılmış bence. Seri olay örgüsünü bozmayacak paragraflara ihtiyaç duyulan her yerde bu akıcılık mevcut. Hiçbir pürüze çarpmadan, dosdoğru ilerlemenizi sağlayan, anlaşılırlık seviyesi yüksek bir dil kullanmış değerli yazarımız.
Kitabın içine geçecek olursa, ilk akla gelenle başlayalım. “Son Üç Dakika” isimli öykü, keskin bitirişi ve var olduğu zamana ayak uydurduğunuzda vites yükseltip heyecanı arttırmaktan geri kalmayışıyla dikkat çekiyor. “Alıcı Kuşlar” için de ayrıca not düşmeyi uygun gördüm. Çünkü öyküyü doruk noktaya çıkaran finali, toprağın altında saklı tuttuğu hazinenin en etkileyici unsuru olarak hemen göze çarpıyor. Okurken sonunda yiyeceğiniz tokada şimdiden hazırlıklı olun.
“‘Git’ dedi bana” adlı öykünün anlatımını da oldukça sıra dışı bulduğumu belirtmeliyim. Yaratıcılık ve farklılık arayanlar için birebir. “Kara Ayna” ise, iç ve dış yüzeyi birbirinden oldukça farklı kurguların, enteresan biçimde uyum yakalamış hâli olarak göz dolduruyor. Ama beni en çok etkileyen öykü ne diye sorarsanız, fazla düşünmeden “Öylece” derim. Anlatımındaki inceliğe vuruldum her şeyden önce. Hani bazen bir şeyi söylemenin onlarca yolunu düşünmez, kolayımıza geldiği gibi yaparız ve sonra pişman oluruz ya; işte bu duruma karşı isyan bayrağını havaya kaldırmış bir öykü “Öylece” Okurken öykünün anlatım gidişine ve seçilen cümle yapılarına özellikle dikkat etmenizi tavsiye ederim. Zira yazarın korunaklı bölgeden uzaklaşması ve derinliği sadece katmanlarla sağlamakla yetinmemesi çok etkileyici. Yöntemdeki özgünlük, bence yazarın tatmin olmayan ve hep daha fazlasını isteyen tarafını gösterir ki, bu açıdan bakınca bir okur olarak çok mutu olduğumu rahatça söyleyebilirim.
Biçimsel olarak zaten çok özgün bulduğumun sinyallerini yazımın başında vermiştim. Yazarın öykülerini herhangi bir kıyafete büründürme gibi önyargıları olmadığı kolayca anlaşılıyor. Hatta genel olarak, konunun gidişatından bağımsız, şekil unsurlarını çok doğru inşaa ediyor. Adeta bir müteahhit titizliğinde öykünün kolonlarını çok sağlam attığı temellerin üzerinde yükseltmiş. Böyle olunca, ısrarla altını çizdiğim noktadan uzaklaşmak pek mümkün olmuyor tabii. Yazma tekniğini geliştirme gayreti içinde olan yazar adayları, bu inşaata girip göz atmalı. Hatta bununla da yetinmemeli. Harcına, kumuna, tuğlasına bakmalı. Çünkü öyküyü güzelleştiren en önemli şey, tıpkı binalarda aranan temel özellik gibi sağlamlığıdır. Bu da kaliteli ve hakkını vererek kullanılmış malzemeden geçer.
Diğer taraftan içerik, kadının görünmeyen yüzünü ruhsal bir çerçevenin ete kemiğe bürünmemiş ama oldukça çıplak bir resmini kuşatacak kadar da kapsamlı. Tanıyoruz biz o kadınları. Öykülerin her birine konu olan, isimleri bir dudak hareketi ile sonlanan ama kalpleri, bitiş çizgisi belirsiz bir yolculuğa çıkmadan önce saate bakamamış kadınların hepsini o kadar iyi biliyoruz ki… O yüzden kitaptan düşen o kadını misafir etmekle kalmadım, onlarca şey yazıp söyledim ona. Dinledim mi, okudu mu diye düşünmedim hiç. Çünkü kitabın, sayfalarından dışarı çıkartıp yanıma emanet ettiği kişi ne sağırdı ne de dilsizdi. Sessizliğinin nedenini onda değil, çevresinde aramalı.
Özetle, Zeynep Eşin fotografik bir öykü kitabı sunmuş bizlere diyebiliriz. Görmesini bilenler keyifle okur diye umuyorum. Gördükleri üzerine düşünmeyi sevenlereyse selam olsun.
Habib Umut Kaygısız
Comments