‘Kurdun Postu’ öyküsünü ilk olarak bir edebiyat sitesinde okumuştum. Kurgusu ve diliyle beni mest etmişti. Özellikle finalini çok beğenmiştim. Araştırdığımda, yazarın çok genç olduğunu öğrendim. Batuhan Aşıktoprak, 1994 yılında Bursa’da doğmuş. Henüz yirmi beş yaşında bir yazar. Buna rağmen, 2019-Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü almayı başardı. Kitabı çıkar çıkmaz edindim.
Kitapta toplamda altı öykü var. En çok, uzun sayılabilecek iki öyküsünü sevdim. Yazarın kaleminin rahatlığı buna sebep. Peki ne demek “kalem rahatlığı”, isterseniz biraz buna bakalım. Öncelikle belirtmem gerekir ki, “kalem rahatlığı”nın kolay okunmayla veya öykünün su gibi akıp gitmesiyle bir alakası yok.
“Kalem rahatlığı”, yazarın zihnindekileri kağıda aktarabilme becerisidir. Metafor, betimleme ve benzetmeleri kasılmadan, rahat bir şekilde yazabilmesidir. Okuru metnin içine sokmayı başarması ve duygu yoğunluğunu aktarabilmesidir. Bunları yaparken de okuru boğmayacak ve içinden çıkılmaz metinler yaratmayacak aynı zamanda.
Sanırım biraz da olsa anlatabildim meramımı. Keza kalemim pek rahat değildir.
Kitabın bütününe baktığımız zaman, Aşıktoprak’ın temiz bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Yaşına oranla büyük öyküler yazmayı denemiş ve çoğunda da başarılı olmuş. Duyguyu çok iyi vermiş. Gerilim anlarını iyi işlemiş. Ve bu, benim için en önemli etmen.
İsterseniz -lafı fazla uzatmadan- öykülere bakalım tek tek.
İlk öykü, “Yabancı”. Öykü gerçekçi bir dille yazılmasına rağmen metaforlarla süslenmiş. Keyifli bir hal almış. Elbette öyküyü özetleyecek değilim ama konusunu belirtmem gerekiyor. Bir köy ailesi, sabah vakti, bahçelerinde bir yabancı bulurlar. Üstü başı perişan adam açlıktan baygındır. Evde sözü en çok geçen kişi olan babaanne, yabancıyı sahiplenir ve ona yardım elini uzatır. Dede bu işten pek memnun olmasa da sesini çıkaramaz. Asırlık karısı vardır karşısında çünkü. Öyküyü okurken nedense aklıma Marquez’in “Koskocaman Kanatlı Çok Yaşlı Bir Adam” öyküsü geldi. Elbette kurgu ve tür bambaşkaydı fakat yine de zihnim o öyküye kaydı. Orada da bir sabah kanadı kırık bir melek bulurlar ve bütün köylü meleğin başına toplanır. Neyse, biz öykümüze dönelim. Öykü ilerledikçe babaanne ve dede arasındaki çatışmayı görüyoruz. Finaliyle de yazarın ne demek istediği anlıyoruz. Kısa olmasına rağmen oldukça etkili bir öykü.
“Akşamın Ardı” en sevdiğim iki öyküden biri oldu. Yalnız karakterimiz, komşusunu zil zurna sarhoş görür meyhanede. Ne kadar istemese de komşu, karakterimizi fark eder ve masasına gelir. İki zıt karakterin sohbetine tanık oluyoruz. Bir süre sonra karakterimiz adamdan kurtulmak için hesabı ödeyip çıkar. Komşu, karakterin peşine gider ve onu zorla evine götürür. Toplumsal çöküşün izlerini gördüğümüz öyküde büyük bir dram ile karşılaşıyoruz. Elindeki paranın çoğunu alkole veren bir adamın ailesinin dramı bu. Varoş mahalle yaşantısının kokusunu duyumsuyoruz buram buram. Komşuya kızmaktan ziyade onu o hale sokan şartlara kızıyoruz. Özellikle erkek çocuğunun iç dünyası okuru içine çekiyor. Kendimizi onun yerine koyup öykünün derinlerine iniyoruz. İşte bu sebepten ötürüdür ki, öykü hak ettiği değeri buluyor. Annenin yaşam sıkıntısını anlatmadan gösterebilmiş yazar. Bir kadının erkeğe olan bağlılığını, bunun götürüsünü duyumsuyor okur. Ana karakter ise durumu yadırgıyor ama es geçemiyor. Yine de kendi yaşantısına dönüyor. Bu noktada, herkes kendi bacağından asılır, diye düşünüyoruz. Birkaç yerde yazarın acemiliğine denk geldim. Örneğin, “Eve giriyorum.” yazmış. Bu eylemi yazmanın gerekliliği ne denli önemli sizce? İçeri girdiğini bir sonraki cümleden anlar okur zaten. Öykü fazlalıkları kaldıramayacak kadar pürüzsüz bir türdür. Ama elbette ilk öykü kitabı olması nedeniyle fazla üstünde durulacak bir problem değil.
Kitaba ismini veren ve benim en çok sevdiğim öyküye geldi sıra: “Kurdun Postu”. Köy yaşantısından bir kesit sunmuş yazar bizlere. Koyunları yiyen bir kurt sürüsünün peşine düşen baba oğul öyküsü. Anne yine pasif rolde. Ama bu pasiflik onu değersiz kılmıyor. Aksine, annenin durumunu içselleştirebiliyoruz. Bir önceki öyküde olduğu gibi. Erkeklere bağlı kadınları işlemiş yazar. Güçsüz gibi görünen ama evin direği olan kadınları. Öyküdeki en büyük artı, gerilimin iyi verilmesiydi. Ava çıkıldığı esnada, çocuğun yalnız kaldığı kısımlarda içim üşüdü. Ben de karakterle birlikte gezindim ormanda. Havasını soludum, gerilimi yaşadım. Bunu sağlayabilmek çok önemli. Bir yazarın en büyük görevi benim için. Aşıktoprak bu konuda çok başarılı bir iş çıkarmış. Öykü, bir köy öyküsü olmasına rağmen yazarın iyi çalışmadığı noktalar vardı. Örneğin, kış günü hayvanlar ağıla konmaz, ahıra konur. Ağılın üstü açıktır çünkü. Kışın hayvanları ağıla koyarsanız hayvanlar telef olur. Bunu es geçmemeliydi.
Bir öykü yazarken, özellikle gerçekçi öykü yazarken, konusuna çok iyi çalışmalı yazar. Es geçilen her detayı okur yakalar ve öykünün değeri düşer.
“Allahsız” yine bir köy öyküsü. Yazarın hayatını tam olarak bilmesem de köyde yaşamadığını tahmin ediyorum. Çünkü köylü öyküsü yazmış olsa da öykünün derininde bir şehirli yatıyor. Köy hayatını iyi bilmek, yazdığı dönemi iyi araştırmak, karakter analizlerini iyi yapmak lazım. Bu aksaklıklara rağmen başarılı bir öyküydü benim için. Bu da yazarın inandırıcılığı ile alakalı bir durum. Bir yazar isterse her şeye ikna eder okuru. Yeter ki gerekli tedbirleri alsın, boşlukları doldursun. Ölen bir Ermeni’nin gömülme olayını aktarıyor yazar bize. Sürekli yiyen, pinti muhtar, köyün delisi ve köpeği ile klişe bir dünya gibi görünse de, işleniş öyküyü kurtarmış. Merak duygusu ise finale kadar devam ediyor. Bir sayfa öncesinden finali tahmin etsem de son cümle ile karşılaşınca keyfim yerine geldi. Çarpıcı son yazabilmek, finale kadar okuru diri tutabilmek çok önemli benim için. Bu öyküde bunları gördüm. Her ne kadar kurguda mantık hataları olsa da, öykünün bütününe baktığım zaman başarılı bir öykü diyebilirim.
“Bir Ölümden Ömür İhtimali” başlığını kaç defa okudum bilmiyorum. Benim için öykü başlıkları çok önemlidir. Kitap isimleri de öyle. Bu konudaki fikirlerimi kısacık yazmak istiyorum. Son dönemde gördüğüm öykü, özellikle kitap isimleri çok farklı. Bu kötü bir şey midir, asla ama bir de işin başka boyutu var. O da şu; bir isim koyarken, öykü ya da kitap hakkında az da olsa ipucu vermek, merak uyandırmak gerekiyor. Alakasız bir isim koymak metnin değerini arttırmadığı gibi, düşürüyor. Metnin bir yerinde geçiyor diye, isim olarak onu seçme ya da sırf yazarın hoşuna gitti diye alakasız isimler koyma yoluna başvuran çok yazar görüyorum. İsim seçmek de metnin can alıcı noktalarından biridir. Üstüne düşünmek, kafa yormak gerekir. Öyküye dönelim artık diyorsunuz, peki. Öykü ismini anlamlandırma çabamdan sonra öyküyü bir çırpıda okudum. Nesinvari bir öyküydü. Kara mizah diyebiliriz öykü için. Kumarda hile yaptığı öğrenilen bir adamın başına gelenler ve sonrasında yaşadığı kaynana sıkıntısı yer alıyor. Erkek, eşinin sesini kısmak için parasına güvenir, bir zaman sonra para işi sıkıntıya düşer ve evdeki yerini kayınvalidesine bırakmak zorunda kalır. Öykü finalinde ise yüzümde tebessüm oluştu. Diğer öykülerine nazaran daha az edebi ama kendini okutan bir öyküydü.
Ve geldik son öyküye: “Büyük, İyi Bir Şey”. Açıkçası, finaliyle soru işaretleri bırakan bir öykü oldu benim için. En çok sevdiği atı ölen bir çocuk ve onu “atın gezmeye gitti, dönecek yakında,” diyerek kandıran bir babanın öyküsü. Çocuk, çiftliğin çitlerine sarılıp beklemeye başlar. Babası ve annesi çocuğu oradan ayırmak için oyuna başvurur. Çocuk yine de her gün oraya gidip atını bekler. Çiftliğin önünden geçen at arabasına bağlı atı takıntı haline getirir. At, çingenelere aittir. Ölen atından kat be kat daha çirkin bir attır ama yine de ona hayran kalır. Öykü dili gerçekçi ve merak uyandıran bir yapısı var. Finale gelindiği zaman, yarattığı merak duygusunu giderilemiyor. Havada kalmış öykü. Belki de ben anlayamadım, bilemiyorum. Yazar, zihnindekileri kağıda aktarabilendir, demiştik. Kalemin rahatlığı bunu gerektirir çünkü. Bu açıdan eksikti öykü.
Düşüncelerimi toparlayacak olursam, Aşıktoprak yaşına oranla çok büyük öyküler yazmış. Kurgular, işleyiş, dil çok güzel. Metaforlar yerinde. Çağa uygun öyküler. İlerleyen zamanlarda neler yazacağını merak ediyor, yazarı tebrik ediyorum.
Hakan Sarıpolat
留言