top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Hakan Sarıpolat Yazdı- Tesadüfün Bu Kadarı

Aynı konuyu iki farklı yazardan okuduğunuz oldu mu hiç? Bendeki de soru. Elbette olmuştur. Şu ana kadar birçok benzerlikle karşılaşmışsınızdır. Bunların hepsi sadece birer tesadüf olabilir mi? İki yazarın aynı konuyu farklı dillerde yazmış olması peki? İsterseniz bunu iki öykü üstünden irdeleyelim. Çehov’un “Memurun Ölümü” ile Esendal’ın “Uğursuzluk” öyküleri.

“Güzel bir akşam vaktiydi. Yazı işlerinde memurluk yapan İvan Dimitriç Çerviakov tiyatroda önden ikinci sıradaki bir koltuğa oturmuş, dürbünle “Korneil’in Çanları” adlı oyunu seyrediyordu. Adamın oturuşuna bakılırsa mutluluğun zirvesinde olmalıydı. Derken, ansızın… Hikâyelerde sık sık rastlanır “derken, ansızın” sözüne. Yazarların hakkı var, hayat beklenmedik şeylerle o kadar dolu ki!.. İşte sevimli Çerviakov’un suratı böyle birdenbire buruştu, gözleri kaydı, soluğu daraldı. Dürbününü gözünden indirdi, öne eğildi ve hapşu!!!”

Böyle başlıyor “Memurun Ölümü”.

“Beşinci şubeden Hayri geldi; otuz, otuz beş yaşlarında, bekâr, üstü başı düzgün, biraz saf, gayet terbiyeli bir memur; elinde imza edilecek evrak, göğsünü ilikleyip müsteşarın kapısına yaklaştı.

— Beyefendinin yanında kim var? diye, hademeden sordu. Hademe dışarıda imiş, yeni

gelmiş, o da arkadaşına seslendi:

— Kim var Hasan?

— Ben bilmem; ben görmedim, Ali'ye sor...

Ali de ortada yok! İçeride kim olduğu anlaşılamadı; Hayri Efendi bir lahza tereddüt etti sonra kapıya büsbütün yaklaşıp iki üç, işitilmez darbecik vurdu ve cevap beklemeyerek dikkatle, yavaşça tokmağı çevirdi. Odada iki misafir ile bir de levazım müdürü varmış, misafirler bir köşede yavaş sesle sohbet ediyorlar, levazım müdürü de müsteşarın önünde ayakta duruyor, bir kâğıt okutturuyordu.”

Bu da “Uğursuzluk” öyküsünün başlangıcı. Karşımızda iki memur karakter var. Olabilir, bizler devam edelim öykülere bakmaya.

“Çerviakov hiç utanmadı, mendiliyle ağzını, burnunu sildi; kibar bir insan olduğu için, birilerini rahatsız edip etmediğini anlamak amacıyla çevresine bakındı. İşte o zaman utanılacak bir durum olduğu ortaya çıktı. Tam önünde, birinci sırada oturan yaşlı bir zat başının dazlağını, boynunu mendiliyle çabuk çabuk siliyor, bir yandan da homurdanıyordu. Çerviakov, Ulaştırma Bakanlığı’nda görevli sivil generallerden Brizjalov’u tanımakta gecikmedi.

“Tüh, adamın üstünü kirlettim! Benim amirim değil ama ne fark eder? Bu yaptığım çok ayıp, kendisinden özür dilemeliyim.” diye düşündü. Birkaç kez hafifçe öksürdü, gövdesini biraz ileri verdi, generalin kulağına eğilerek;

— Afedersiniz, beyefendi! diye fısıldadı. İstemeyerek oldu, üzerinize aksırdım.

— Mühim değil, mühim değil…

— Affınıza sığınıyorum, efendim, hoş görün bu hareketimi. Ben… Ben, böyle olmasını istemezdim.

— Oturunuz, lütfen! Rahat bırakın da oyunu izleyelim.

Çerviakov utandı, aptal aptal sırıttı, sahneye bakmaya başladı. Temsili tüm dikkatiyle izliyor ama artık zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeye başlamıştı.”

“Memurun Ölümü” böyle devam ediyor. Bir de “Uğursuzluk” öyküsüne bakalım.

“Hayri Efendi ayakta bekledi, müsteşar kâğıdı okudu, levazım müdürü ile konuştu. Bir derkenar yazacak oldu, ancak ona da karar veremedi, nihayet kâğıdı yarına bıraktı Ve levazım müdürü çıktıktan sonra Hayri Efendi'ye baktı. İkindi güneşi odanın içinde kaynıyor ve sigara dumanlarıyla oda hamam halvetleri gibi insanı terletiyordu. Müsteşar terini silerek Hayri Efendi'nin uzattığı kâğıtları birer birer okuyup imza etmeğe başladı. Hayri Efendi imzalanan evrakı kurutup dosyasının üzerine bırakıyor ve müsteşara yeni bir kâğıt uzatıyordu. Son kâğıdı verirken müsteşar sordu:

— Kitapçının parası gönderilmedi mi?

Hayri Efendi anlayamadı:

— Efendim? diye sordu.

— Kitapçının parası gönderilmedi mi?

"Hayır, efendim, gönderildi" diyecekti. Fakat birdenbire beceremedi.

Yalnız:

— Hayır efendim... dedi.

Ve o esnada müsteşar konuşan misafirlerin sözlerine kulak misafiri olup, lakırdılarına karıştığı için sözünü bitiremedi.

— Müdür beyi gönderiniz.

— Peki Efendim.

Hayri Efendi, müsteşarın emrini müdüre söyledi ve gidip yerine oturduysa da kendisinden pek memnun değildi müsteşarın sözlerini tekrar ettirmişti. Yeni gelen kâğıtları dalgın dalgın karıştırmaya başladı. Müdür yukarı çıkmıştı fakat durmayıp avdet etti ve kızgın bir çehre ile Hayri Efendiye hitap edip:

— Kitapçının parasını postaya vermediniz mi? diye sordu.

— Verdik!

— Ee, ne için yukarıda "vermedik" diyorsunuz. Bir gün beni bu adamla kavga ettireceksiniz... Nerede makbuzu

— Bende...

— Veriniz bana Hayri Efendi donmuş kalmış idi. Müsteşarın suali hala kulağında idi, o "gönderilmedi mi" diye sormuştu. Ona cevap "hayır' demişti, bundan gönderilmediği manası çıkmaz ki... "Hayır, efendim, gönderildi" deseydi elbette daha açık olurdu. Fakat araya lakırdı karıştı. Demek müsteşar noksan anlamış, noksan değil, büsbütün yanlış anlamış ve müdürü çağırıp ihtimal ağır söylemiştir, ancak şimdi makbuzu gösterip beraat edince, ikisi de kabahati Hayri Efendiye yükletecekler... Onun dikkatsizliğine, onun işe ehemmiyet vermediğine hükmeyleyecekler. Gördün mü belayı!.. Zaten bir haftadan beridir bütün işleri böyle aksi gidiyordu. Yanlışlık ile acaba sol taraftan mı kalktım?" diye düşünmeye başladı.”

İki memur da yaptığı şeyden utanç duyarak kabahatlerini giderme düşüncesine giriyorlar. İlerleyen kısımlarda ikisi de hatasını düzeltmek için çaba gösteriyor ve neticede içlerini ferahlatacak bir sonuca ulaşamıyorlar.

Memurun Ölümü: “Çerviakov eve gelir gelmez, yaptığı kabalığı karısına anlattı. Ancak karısı, görünüşe bakılırsa, bu işe gereken önemi vermedi. Başlangıçta biraz korktuysa da generalin başka bir bakanlıktan olduğunu öğrenince pek umursamadı.

— Gene de gidip özür dilesen iyi olur, dedi. Toplum içinde nasıl davranılacağını bilmediğini sanabilir.

— Ben de bunun için uğraşıp didindim. Ondan birkaç kez özür diledim ama o çok tuhaf davrandı, beni yatıştıracak tek söz söylemedi. Hoş, konuşacak pek vakti yoktu ya…

Ertesi sabah Çerviakov güzelce tıraş oldu, yeni üniformasını giydi, Brizjalov’u makamında ziyarete gitti.”

Uğursuzluk: “Kalemde ne ise... Fakat müsteşar yanında böyle kalmak onu meyus ediyordu. Kendinden bizar, dünyadan, insanlardan her şeyden bizar, eve döndü. "Acaba bunu tashih etmeye imkân yok mu?" diye düşünüyordu. Müsteşarın yanına çıkıp meseleyi izah etmeğe ne mani var? Bir memur için amiri nezdinde böyle lekeli kalmaktan ise büsbütün kovulmak elbette hayırlıdır. Sabah daireye erken gidecekti; müsteşarı odasında yalnız bulacak ve ona kendi sualini hatırlatacak, verdiği cevabın noksan olduğunu itiraf ile beraber yanlış olmadığını da söyleyecek. Bunları düşünürken yerinden kalkıyor, ceketini kavuşturur gibi gecelik entarisini iki taraftan çekiyor, kapıyı vuruyor, topu çevirip içeri giriyor. Ve mırıldanarak "bir şey arz etmek için müsaade-i âlilerini rica ederim, geçen gün evrak imza ettirmek için nezdi-i âlilerine geldiğim vakit kitapçının parası için sual buyrulmuştu." diye başlayıp işi izah ediyor, fakat ifadenin pek uzun olacağını görüp ikmal etmiyor, tekrar yerine oturup düşünmeye başlıyordu. Şifahen söylemekten ise müsteşara bir mektup yazmak daha kolay olacağı hatırına geldi.”

Finallere bakıp öyküleri bitirelim.

Memurun Ölümü: “Çerviakov’un karnının içinden sanki bir şeyler koptu. Gözleri bir şey görmeksizin, kulakları hiçbir ses işitmeksizin geri geri dış kapıya doğru gitti, sokağa çıktı, yürüdü… Kurulmuş bir makine gibi evine gelince üniformasını bile çıkarmaksızın kanepenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.”

Uğursuzluk: “Odasını eski haline koyup her şeyi yerli yerine astıktan ve taktıktan sonra, yarın baht ve talihinin değişeceğine, bir haftadan beridir onu üzen, öldüren uğursuzlukların zail olacağına kani olarak, büyük bir ümit, büyük bir istirahatla yatıp uyudu.”

“Memurun Ölümü” daha önce yazılmış bir öykü. Esendal’ın Rusça eğitimi aldığını ve Çehov’dan fazlasıyla etkilendiğini biliyoruz. Bu yazıyla intihal yapıldığını ispatlamaya çalıştığımı düşünebilirsiniz. Fakat amacım kesinlikle bu değil. İki öykünün aynı şekilde yazılmış olması sadece tesadüf olabilir. Olmayabilir de. Önemli olan, bu ihtimalden nasıl kurtuluruz sorusu.

Esendal öyküsünün başına “Memurun Ölümü”nden bir epigraf koysaydı ya da göndermelere yer verseydi, böyle bir ihtimalden söz edebilir miydik? Hayır. O öykünün varlığından haberdar olduğunu bildiğimizden bunun postmodern bir kurgu olduğunu anlar ve yolumuza devam ederdik. Ne şanssızlık ki o dönemde postmodernizmin esamesi dahi okunmuyordu. Esendal da haklı, nereden bilecek elli yıla kalmadan internet denen meretin çıkacağını ve her şeyin ortaya saçılacağını.

Unutmadan tekrar sormak istiyorum. Sizce iki öykünün neredeyse aynı şekilde yazılmış olması sadece bir tesadüf olabilir mi?


"Memurun Ölümü" Çeviri: Mehmet Özgül

"Uğursuzluk" Öyküsü: Kitap ismi: Ev Ona Yakıştı, Dost Kitabevi, Ankara 1971


Hakan Sarıpolat

0 yorum

Comentarios


bottom of page