top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Hicret Birik Yazdı- Hayy’dan Hay’a Ruhun Uyanışı: Barlas Özarıkça’nın Hay Öyküsü Üzerine Bir Derin Okuma

Öyküyü elle tutulur somut bir mekân olarak hayal edersek, öykünün adını o mekânın kapısı olarak düşünebiliriz. Mekânların kapısı bize içerdeki nesnelerle ilgili ipucu verir, öykünün adı ise metnin içeriğiyle ilgili. Barlas Özarıkça’nın ‘Hay’ isimli öyküsünün adı bu anlamda ilginçtir. Çünkü metin boyunca bu ismi çağrıştıran herhangi bir karakter, olay ya da durumla karşılaşmıyoruz. O halde yazar neden öykünün adını Hay olarak düşünmüştür? Türkçede hepimizin bildiği bir ünlem olan bu kelimenin yaşanan duruma göre ifade ettiği anlam değişiyor: Şaşırma, azarlama, yalvarma, ilenme. Bu ismin nedenselliği üzerine düşündüğümüz zaman metin içerisinde tekrar eden bir cümle dikkatimizi çekiyor: “Ne düştü, ne kırıldı?” Metin boyunca birkaç kez tekrar eden bu cümle bir ünlem ifadesi barındırıyor olabilir. Ancak metni daha dikkatli bir biçimde okuyunca alegorik bir anlatımla yazılan hikâyenin perde arkasında yazarın anlatmak istediği daha derin bir mesaj olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla en başa dönüp öykünün adını tekrar düşünüyoruz. Neden Hay?

Öykü, “Sözlerimi hafife almana gocunmuyorum,”  cümlesiyle açılıyor. Bu açılışla, belki de hafife almamamız gereken bir durumla karşılaşacağımızın mesajını veren yazar öyküye şu biçimde devam ediyor:

“Metrodan nasıl çıkabildiğimi, karanlık tünellerde yolumu nasıl bulduğumu, gerçekler dünyasında anlamlandıramıyorum. İçerdeyken başka, dışarıya çıkıp gün ışığına kavuştuğumda başka kişiyim sanki. Kullanıma yeni açılan metronun tünellerinde hayat hikâyemi bırakmış gibiyim.”(Barlas Özarıkça, Hay,33)

Anlatıcının içinde bulunduğu mekândan başka bir mekâna geçiş yaparken yaşadığı kayboluş ve arayışını anlamlandırma gayreti, insanın anlam arayışı çabasına benzemektedir. İçerdeyken başka dışardayken başka kişi olduğunu söyleyen anlatıcı, insanın içsel özü ile dışadönük özü arasındaki çatışkıyı vurgulamaktadır. Bu arayış, kayboluş ve gerçek dünyaya varışla yaşanan anlamsızlık duygusu insanın yaratıldığı andan ölünceye değin durmadan hissettiği bir sancı değil midir? Paragrafın başında verilen metrodan gerçekler dünyasına açılan yolculuk, yeni bir dünyaya doğuşun metaforu gibidir. Eğer öyleyse öykünün adını anlamlandırmak için başka bir alternatif geliştirebiliriz. Öykü adını, Hay kelimesiyle aynı biçimde sıralanmış fakat bir fazla fonemden oluşan Arapçadaki Hayy sözcüğünden alıyor olabilir mi?  Hayy: Hayât (hayevan) kökünden türeyen bu kelime, yaşamak, diri olmak, canlı olma, anlamına gelmektedir. Yazar, karakteri metrodan çıkarıp gerçekler dünyasına sokarak insanın yaratılma, dünyaya doğma eylemini alegorik bir biçimde anlatmıştır. Öykünün isminden ve ilk paragrafta anlamlandırdığımız bölümünden yola çıkarak, İbn Tufeyl tarafından yazılan Hayy İbn Yakzan hikâyesinden esinlenerek yazılmış olabileceği sonucuna varabiliriz. Hayy İbn Yakzan, ilk İslam edebi eserlerinden olan bir kendini arayış hikâyesidir. Hem doğu hem de batı edebiyatında etki yaratmış olan bu eserde metaforik ve felsefi bir anlatım dili kullanılmıştır. İbn Tufeyl’in Hayy İbn Yakzan hikâyesi ile Barlas Özarıkça’nın yazmış olduğu Hay öyküsü arasında benzer olduğu düşünülebilecek bazı bölümler mevcuttur. Hayy İbn Yakzan hikâyesinde, karakter kendisinden başka hiçbir insanın bulunmadığı bir adada dünyaya gelir. Ancak hikâyenin öncesi vardır. Annesi onu zalim bir padişahtan korumak için bir sandığa koyar, sandığın etrafını iyice kapatarak denize bırakır, böylelikle Hayy İbn Yakzan denizin içerisinde bir süre yol alarak sonunda insan bulunmayan bir adaya sürüklenir. Sandığın ağzı gevşemiş ve açılmıştır, ağlayan bebeğin sesini duyan bir ceylan onu bulup çıkarır, kendi sütüyle emzirerek kendi yavrusu gibi büyütür. Bu bölümde iki hikâyede birbirine benzeyen nesneler sandık ve metro nesneleridir. İki karakter de karanlık tünellerden geçiyor, Hay (karakterin adı değil, daha kestirme bir anlatım olması için bu biçimde yazmayı tercih ettim) metrodan nasıl çıktığını bilmiyor, Hayy ise sandıktan. Metronun tünellerinde hayat hikâyesini bırakan Hay ile geçmişini bir sandığın içerisinde bırakan Hayy arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Barlas Özarıkça’nın Hay öyküsü şu biçimde devam etmektedir:

“Ayrılık çeşmesi istasyonunda inmiştim aşağıya. Tren gelmiş, kapıları açılan vagonlardan birine atlamıştım hemen. Vaktim çoktu, gene de gün çabuk bitip tükeniyor, ne kadar dirensem de günlerin hızlı geçişini yavaşlatamıyordum. Gördüğüm her insana tek tek dikkatlice bakıyor, sergilenen insan galerisine bakarak vakit geçiriyor, onları gruplandırıyor, sınıflandırıyor, daha önce tespit ettiğim kişisel formüllere göre ayıklıyordum. Herkes çabucak listemden düşüyor, yalnız kalıyordum. Benzeşiklerin arasında hiç benzemeyen tipi aradığımı söylesem, yüzüme yine aval aval bakıp, bir çay daha ısmarlamamı bekleyerek başıma gelen tuhaflıklara inanmayacaksın şimdi. Senin ve benim, aynı kişi olma ihtimalini gözeterek yanımdan kovamıyorum seni.”(Barlas Özarıkça, Hay, syf 33)

Hayy İbn Yakzan hikâyesinde ise ceylanın büyüttüğü karakter bir süre sonra onun ölümüyle sarsılır ve bir arayışa girer. Varlıkları tanımaya yönelik yaşadığı tefekkür süreci şu biçimde anlatılmıştır:

“Hayy İbn Yakzan, hayatının bundan sonraki kısmında teorik düşünce alanına daldı. Adeta bir yazboz tahtası gibi olan şu âlemde var olan tüm hayvanları, bitkileri, madenleri, taşların, toprakların türlerini ve niteliklerini, suyu, buharı, kar, dolu ve dumanı, yalazı, kor ve sıcaklığı kılı kırk yararcasına araştırdı. Her biri için ayrı ayrı nitelikler, türlü türlü etkiler, birbirleriyle uyuşan ya da çelişen hareketler gözlemledi ve tüm ayrıntıları dikkatlice gözden geçirdi. Hakikati derinlemesine kavrayabilmek için ince tespitlerde bulundu.”(İbn Tufeyl, Hayy İbn Yakzan, syf 38)

İki ayrı hikâye paralel biçimde incelendiğinde verilen bu paragraflarda iki karakterin de kendi çevresini kuşatan varlıkları belli özelliklere göre kategorize edip inceledikleri görülmektedir. Hayy İbn Yakzan hikâyesinde karakterin arayışı anne ceylanın ölmesiyle başlar, aslında bu arayışın ilk amacı ruh kavramını anlayabilmektir ve Hayy İbn Yakzan’a göre ruh herkeste aynıdır, dolayısıyla herkeste bir birlik bulunduğunu söyler. Kitapta bu bölüm şu biçimde yazılmıştır:

“Bu dikkatli inceleme, gözlem ve derin düşünmeler yoluyla bitki ve hayvanlar arasında ortak bir “tek ruh”tan kaynaklanan bir birlik bulunduğunu anladı.”(İbn Tufeyl, Hayy İbn Yakzan, 40)

Dikkat edilirse Barlas Özarıkça’nın öyküsünde de karakter, “Senin ve benim aynı kişi olma ihtimalini gözeterek yanımdan kovamıyorum seni,” demektedir. Böylelikle Hayy’daki tek ruhtan gelen birlik düşüncesinin Hay’da da var olduğunu görmekteyiz. Hay öyküsünün devamı şu biçimdedir:

“Tünellerden kurtulmuş, metro kapısından çıkmış, gökyüzünü, kol saatime düşen kar tanelerini, gökyüzünün maviliğinde uçan uçakları görmüş, yürümeyi sanki yeniden öğrenmiş, yorulmuştum. Şaşırmıştım biraz, üşümüştüm, titriyor, sallanıyordum.” (Barlas Özarıkça, Hay, 34)

Bu bölümde metro istasyonundan yani metaforik doğum kapısından çıkan karakter gökyüzüne bakıyor; kol saatine düşen kar taneleri, gökyüzünün maviliğinde uçan uçağı izlemesi, karakterin gökyüzünü incelediğini gösteriyor. Hayy İbn Yakzan hikâyesinde ise karakter anlam arayışı içerisindeyken ruhun gök cisimlerine benzediği düşüncesine varıyor. Bu düşünceleri şöyle ifade ediyor:

“Hayy İbn Yakzan, canlı türleri içinde gök cisimlerine yalnız kendisini benzer kılan nedenin ayrımına varınca var gücüyle gök cisimlerine yönelmenin, onların hareketlerini taklit etmenin ve onlara benzemeye çalışmanın zorunlu olduğunu anladı.”(İbn Tufeyl, Hayy İbn Yakzan, 63)

Sonrasında Hayy İbn Yakzan çeşitli düşünce ve kararlarla gök cisimlerine benzemeye yönelik davranışlarda bulunmaktadır, tıpkı yürümeyi sanki yeniden öğrenmiş Hay gibi bir süre sonra yorulur. Yaptığı şeylerin anlamsız olduğu kanaatine varıp bu davranışları terk eder. Aynı biçimde Hay öyküsünde de karakter yaşadıklarından ötürü kendisini bir kobay faresi gibi hisseder. Aslında Hayy İbn Yakzan’ın da tam olarak hissettiği şey budur. Anlam arayışı içerisinde deneme yanılma yoluyla hakikate ulaşma çabasındadır. Dönüp dolaşıp, hakikatin, yaptığı eylemlerle uyuşmadığını hissedince kendi mağarasına çekilir. Benzer şekilde, kendisini kobay faresi gibi hisseden Hay karakteri de bir semt kahvesine gider. Hay öyküsü şu biçimde gelişir:

“Rastladığım ilk semt kahvesinde oturmam, soluklanmam gerekiyordu. Kocayol’un yarısını yarı çıplak geçip fırının önünden yürüyerek senin kendi kendine abuk sabuk sorular sorduğun bu üç kenarlı kahveye geldim.”(Barlas Özarıkça, Hay, 34)

Bu kısımda birisini kendi kendine abuk sabuk soru sormakla itham eden karakterin vurguladığı karşı karakter belki kendisi belki de Hayy İbn Yakzan’dır. Çünkü Hayy İbn Yakzan mağarasına çekilmiş ve varoluşunu anlamlandırmak için kendi kendisini müşahede altına almıştır. İlginç olan Barlas Özarıkça’nın karakterinin yarı çıplak biçimde yolu kat etmesidir. Başka bir paragrafta da kendisini ilkel insan biçiminde betimleyen karakterin bu yönü de Hayy İbn Yakzan’a benzemektedir. Çünkü Hayy İbn Yakzan da hayvan derilerinden yaptığı kıyafetler giyen ilkel bir insandır. Bu bölümde ilginç olan bir başka şey ise Barlas Özarıkça’nın kahveyi betimlerken ‘üç kenarlı’ sözcüklerini kullanmasıdır. Kahvehanenin üçgen biçimi neyi çağrıştırmak için kullanılmıştır? Geometrinin temel şekillerinden birisi olan üçgen; üç sayısını dolayısıyla teslisi, tasavvufta inisiye olmayı ve evreni, kimi kültürlerde insan kalbini ve ana rahmini, kimi başka kültürde güç ve sağlığı sembolize eder. Hikâyenin Hayy İbn Yakzan’la olan benzerliğine dayanarak sembolün inisiye olmayı temsil ettiği söylenebilir, ancak Hay öyküsünün sonunda karakterin bir cümlesiyle babasına hitap etmesi üçgen sembolünün teslisi de temsil etme ihtimalini düşündürmektedir. Sonrasında karanlık vagonlarda uzun bir yolculuğa devam eden karakter yalnız olduğunu ve bunun onu korkuttuğunu söyler, en sonunda bir istasyonda iner, istasyon karanlıktır, metruktür; cep telefonu ışığını kullanarak yürüyen merdivenlerle üst kata çıkar. Öykünün devamında AVM’nin büyük bir mağazasında satış elemanı olarak çalışan karakter kendi özüne dönük arayışına devam etmektedir. Bu arayış esnasında karşılaştığı durumları ve kişileri anlatan yazar aslında bu kişiler ve durumlar üzerinden sistemi eleştirmektedir. Bu eleştirilerine örnek olarak şu cümleler verilebilir:

“Açık havadan, günün aydınlığından kaçıp satın alınacak nesnelere sığınanlara malın onları değiştirip onlardan daha uzun ömürlü olacak ruhundan konuşuyordum. Dünyayı tasarlamak zordu ama cüzdanlarına uygun herhangi bir malı tercih edip satın alınan şeyin üstünden dünyayı ve ilişkileri kurmaları kolaydı. Hiçbir müşterim mağazadan eli boş dönmüyordu. Herkese göre bir ürün vardı çünkü yaratıcıları kendileriydi.”(Barlas özarıkça, Hay, 35)

Bu paragraftan da anlaşılacağı üzere kapitalist sistemi eleştiren yazar aynı zamanda bu sistemin kör ettiği insanların nesneleri kendi ruhlarından üstün görmesini yadırgayarak, nesnelere tapınan bakış açısını yermektedir. Benzer yergiler Hayy İbn Yakzan hikâyesinde de mevcuttur. Öykünün devamında karakter kimi zaman toplumun gerekli kıldığı kimi zaman da reddettiği ritüelleri yaşayarak anlam arayışını sürdürmektedir. Fakat her defasında tökezleyip yine de yaşamın manasına ulaşamamaktadır. Bu kanaate şu cümlelerle varabiliriz, “Manasız bir dünyada manalı olmaya özeniyorum.”(Barlas Özarıkça, Hay, 37) Daha sonra yeniden, şimdiye ulaşan tüm sistemleri eleştiren yazar öykünün sonunda bir hareketle okuru ters köşe eder. Öykünün başından beri konuştuğu ikinci tekil şahıs belirmiştir, karakterin eline bir zarf uzatır, zarfın içindeki mektup karaktere yazılmıştır. Bu mektupla karakterin adının Vassaf olduğunu öğreniyoruz. Metnin öncesinde başka bir mekânda ölen bir adamın kazandığı oyun paralarıyla geriye kalan kahve müdavimlerinin hoş bir zaman geçirdiğinden söz eden yazar, ölen kişinin Devlet Tren Yollarından emekli Vassaf Bey olduğunu söylemektedir. Bu kısımda okurun kafasında kurduğu tüm gerçekleri alt üst eden yazar başından beri bir ölü karakteri anlattığını gösterir bize. Sonuç olarak öykünün adının Hay olma nedeni biraz da olsa kafamızda netleşir. Hayy’dan Hay’a ruhun uyanışını izleriz. Ancak yazarın okurla oynadığı oyun burada bitmez, kafa karıştırmaya devam eder. Sonuç itibariyle çetrefilli bir kurgu ve dille karşı karşıya kalan okur, öykünün sonunda yazarın metin içinde leitmotif bir biçimde sorduğu soruyu kendine yönelik tekrar eder: “Ne düştü? Ne kırıldı?”


Hicret Birik



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page