1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Aslında bir şeyler hep yazıyordum. Mektup yazan neslin son temsilcilerindenim. Yıllarca düzenli günlük tuttum. Rüyalarımı, sevdiğim şiir ve sözleri yazdığım kenarı süslü defterlerim hep oldu. Kalem tutmayı seviyordum. Ama bunlar olağan geliyordu. Çevremde herkes aynı şeyleri yapıyordu. Kızımın olmasıyla süreç evrildi. Uyuması için kitap okurken çok yorgun olduğum geceler hikâyeler uyduruyordum veya çocukluğumdan komik olayları hikâyeleştiriyordum. Baktım ikimiz de bu durumdan keyif alıyoruz, anlattıklarımı kâğıda döktüm. Çocuk öyküleri ortaya çıktı. Öykülerim kızımla büyüdü. Bu büyümenin olgunluk dönemi pandemi sürecine denk gelir. Çevrimiçi imkânlar, erişilebilirlik epey artmıştı. O zaman atölyelere katıldım, söyleşileri takip ettim. Yazmak için daha çok zamanım vardı. Üç yıl önceydi, yazdıklarım öykü kalıbına girmeye başladı.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Öykü türünü seçmemde etkili iki neden var. Biri öykü yazmadan önce de öykü okumayı çok seviyor oluşum. Birkaç sayfada bu kadar çok şey anlatılıyor olması beni hep etkiledi. Diğer etken sabırsız karakterimdir. Her şey hemen bitsin diyen biriyim. Bin parça yapbozu bitirene kadar başka bir işe konsantre olamam mesela. Sonucu hemen görmek isterim. Öykünün kısa olmasına kandım. İşin içine girince bu üç sayfanın aylarca süren bir çalışmayla yazıldığını da öğrendim. Ama zehir damarlarımda dolaşmaya başlamıştı. Bu durumdan hiç de şikâyetçi olmadım.
Öykü yazmanın kolay olduğunu hiç düşünmüyorum. Okuması da zordur zaten. Zihnin hazır olması, kısa bir metinde verilen her şeyi almak için dikkatli olunması gerekir. Yazmak ise tamamen kelime işçiliği. Sevdiğim bir söz var. Francine Prose, Bir Yazar Gibi Okumak kitabında bunu kullanır: “Her sözcüğü idamla yargılamak.” Yazdıkça, yazmanın da okumak gibi her bir kelimeye, noktalama işaretine dikkat edilerek yapıldığını anladım. Belki birkaç saatte bir öykü ortaya çıkar ama eksiklerinin görülüp giderilmesi, olgunlaşması ayları alır. İlk başladığımda her yazdığımın tam olduğunu düşünürdüm. Şimdi bu acemiliğime gülümsüyorum.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
İlk öyküm bir yarışma seçkisinde yer almıştı. Çocuk işçiliğine dikkat çekmek için Fişek Enstitüsü’nün düzenlediği bir yarışmaydı. Ama kitaba erişim ve öykümün okunması oldukça sınırlıydı. Bu yüzden okuyucu tepkisini ilk aldığım öyküm benim için çok kıymetlidir. İçimdeki kadınlarla derdimin olduğu dönemdi. Daha yazıp kendimi tüketememiştim. Vasati 40 Çöp isimli öykümü bitirince takip ettiğim, çokça sevdiğim yere, İshak Edebiyat’a gönderdim.
Öykümün yayın programına alındığına dair mail geldiğinde ayrı, öyküm yayımlanınca ayrı sevindim. Hem herkes okusun istedim hem de biraz savunmasız hissettim. Dönütlere çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Özellikle bu mutluluğu içimde tuttum ve mümkün olduğunca okuyup sevdiğim metinlerin yazarlarına ulaşmaya gayret ettim. Şunu da söylemeliyim, öykü yazmamda en büyük motivasyon kaynağım dergilerdir. Öykümün yayımlanması bir sonraki öyküye başlamak için yegane sebepti. Basılı veya dijital olsun, dergilerde olmayı hep çok heyecanlı buluyorum. Çünkü ben samimiyetle dergi okuyan iyi bir okuyucu kitlesi olduğuna inanıyorum.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz?
Sıralama bende ters oldu. Önce yayınevi ile anlaştım sonra hızla dosya oluşturdum. Metinlerarası Kitap çok önceden dosyamla ilgilenmişti ama ben öykülerimi bir kitabın içinde hayal edemedim, erkendi. Arkadaşım Korkut Kabapalamut’un, “Kitap için neyi bekliyorsun?” diye sorduğu sıralarda yayıneviyle bir sebeple iletişimdeydim. Soruya verecek cevabım yoktu. Kitaba karar verdim. Sonra her şey çok hızlı oldu. Elimde öykülerim vardı. Yarışmalarda derece alan dört öykümü de ekledim ve dosya oluştu. Sonrası titiz ve yoğun bir çalışma dönemiydi. Bir ayda üç aylık çalıştım diyebilirim. İçime sinene kadar tekrar tekrar okudum. Kitaba bir isim bulamadan, isim bulma konusu bende hep sıkıntılıdır, dosyayı editörüm Mahmut Yıldırım’a gönderdim. Belki en uzun süren süreç kitaba isim bulma kısmıydı. Ama bir sabah editörümden isim önerisi içeren bir mesaj aldım. Okur okumaz sevdim, “Tamam,” dedim. Böylece süreç daha da hızlandı ve kitabım ortaya çıktı.
5- Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Dosyayı oluşturunca, öykülerimin ortak noktası ne diye çok düşündüm. Karakterlerimin isimlerinin mezar taşlarında okuduğum isimler olması haricinde başka bir ortak payda bulamadım. Bu sebeple editörümün arka kapak yazısını merakla bekledim. O da tam bir sürpriz yaptı. Tanıtım metnindeki her kelimeyi, tamlamayı öykülerimden seçmiş ve böylece bir bütünlük de sağlamış. Minnettarım. Bir temada ilerleyen hatta son öyküyle çözülen olayların anlatıldığı öykü kitaplarını okumayı da seviyorum. Tamamen o yazarın yeteneği ve yetkinliği. Lakin ben daldan dala her dala yazmaya devam edeceğim. Benim temam “derdim” çünkü. Neyi kendime dert ediniyorsam o konuda yazıyorum. Kesilen ağaçlar, özel gereksinimli bireylerin yaşadıkları, felaketler, ana dilde konuşamamak, aile fertlerinin kaybıyla oluşan boşluklar, günlük hayatın buhranları, göç beni dertlendiriyor. Olur da dertlendiğim konuda yazdığım öykü içimi soğutmazsa, aynı konuda on öykü de yazabilirim. Ama hiç dert edinmediğim bir zaman olmasını ve güzel bir aşk öyküsü yazmayı hayal ediyorum, belki de aşk en büyük derttir, bunu da bilmiyorum.
6- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu? Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Ben bu sıkıntıları yaşamadım. Öykülerimi kitaplaştırma fikri ortada yokken, ödülün kitap dosyasının basılması olan bir yarışmada birinci olmuştum. Metinlerarası Kitap dosyamla ilgilenmişti. Ben kitabımı nasıl yayımlarım diye düşünmedim. Yayımlamalı mıyım, doğru zaman ne zaman diye düşündüm. Ama kitap çıksın ve kafam rahatlasın olayına da girdim. O kadar çok, “Kitap ne zaman?” sorusuyla karşılaştım ki daha fazla direnemedim. Umarım bu soruyu bana soranlar kitabımı alırlar ve okurlar.
Yayınevimi seçmemde pek çok etmen var, birisi iletişim kanallarının açık olmasıydı. Birinci olduğum yarışmanın yayınevini hiç düşünmedim mesela. Çünkü iletişim çok zayıftı. Bilmediğim bir alana giriyordum, bir muhatabım olsun istedim. Her şey kontrolümün dışında olup bitmesin. Bu yayınevine güvensizlik değil, sürece dahil olma arzusudur. Belki her yayınevi böyle çalışıyordur, bunu da bilmiyorum. Benim kıyaslarım deneyimlerimle sınırlı. Kitap kalitesini inceledim, internetten sipariş verdim, ne kadar sürede elime ulaşıyor, baktım. Kapaklarına, yayınevinin durduğu yere. Ben tamamen bağımsız ve öyküye değer veren bir yayınevinde olmak istedim. Gönlüme göre de oldu. Yayınevimden memnunum.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Öykü yazmak öykünerek, kitap okuyarak öğreniliyor. Okumalarını tavsiye edebilirim. İnce eleyip sık dokuyarak yapılması gereken bir eylem okumak. Düşünerek, kelime kelime, cümle cümle, satır aralarına yoğunlaşarak, dikkatle okumak gerekiyor. Okuya okuya yazmayı öğrenmek, ilkokul birinci sınıfta okumayı öğrenmekle eş geliyor bana ve ne kadar çok pratik yapılırsa o kadar iyi olunacağını biliyorum. Bir de konuştuğumuz dilde yazıyor olmamız her şeyi bildiğimizi göstermiyor. Teknik açıdan öğrenilecek o kadar çok şey var ki doğru atölyelerde iyi yazarlarla çalışmaya özen gösterebilirler. Ama sonlandıracakları zamanı da bilsinler. Sonrasında o masaya tek başına oturulacak. Yazılacak, silinecek, çöpe atılacak ve tekrar yazılacak. Çok çabuk demoralize oluyorlarsa durup düşünsünler. Öyküleri üst üste ret alabilir, yarışmalardan hiçbir sonuç elde edemeyebilirler. Olumsuzluklardan öğrenip gelişebiliyorlar mı, yazdıklarına eleştirmen olabiliyorlar mı, o masaya oturmak için içlerinde heyecan var mı, tutku var mı bunlara baksınlar.
Aslında her öykücünün yöntemi farklı. Kalemin nasıl işlediği kişiye göre değişir ama asla değişmemesi gereken ve iç rahatlığıyla söyleyeceğim şey, kitaplar olur. Edebiyatımız 1950 kuşağı öykücülerinin kitaplarını koysunlar çantalarına. Dünyadan ve ülkemizden öykücüleri, çağdaşlarını koltuk altına sıkıştırsınlar. Sonra yazı araç gereçlerini yerleştirsinler çantalarına ve sık sık kullansınlar. Hiçbir şey yazamadığım dönem bir yemek tarifini soğanın gözünden yazmıştım. Cama konan kuşla hayali diyaloglar kurmuştum. Sevmek gerekiyor galiba. Zahmetli bir uğraş kalem işçiliği. Kelime kelime kazıyoruz içimizi, döküyor, saçıyor, sonra da topluyoruz. Sevmeden olmuyor. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bilgisayarda önce silme tuşunun yerini öğrensinler. Çünkü silmek en güzel yazma şekli.
Öykü ve yaptığım söyleşilerle yer aldığım İshak Edebiyat’ta bu vesileyle bulunmaktan da çok mutluyum. Teşekkür ederim.
Kommentare