1- Öykü yazmaya ilk ne zaman, nasıl başladınız?
Aslında kalemle yazmayı öğrenmeden çok önce bile etrafında olan biten her şeyi bir şekilde zihninde bir yerlere ince ince işleyen bir çocuktum. Galiba bunu farkındalığı yüksek olarak nitelendirebiliriz. Yaşıtlarımın ilgisini çekmeyen şeyleri irdeler, özellikle yaşlıları dinlemeyi çok severdim. Ortaokul yıllarımda ise Türkçe öğretmenim yazdığım öyküleri takdir eder, alıp diğer sınıflarda okurdu. Lise yıllarımda da çılgın bir edebiyat hocam vardı. Onun yönlendirmesiyle bir dergi çıkardık. Çok sağlam ve temel diyebileceğim kitapları okumamı sağladı. O günden beri de üniversite dönemimi saymazsak hep yazdım diyebilirim. Aralıklı olarak, zaman zaman küserek ve/fakat bir şekilde hep yeniden.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Yazarken bir tür seçmeliyim gözüyle bakmadım meseleye hiç. Zamanla su aktı, yolunu buldu ve kendime böyle bir yol şekillendirdim. Bu yolda ne kadar yürürüm, bunu tahmin etmek şu an zor görünüyor. Öykü yazmanın kolay olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Evet, yoldan çevirdiğimiz herhangi biri bile basit bir kurgu ile bir öykü ortaya koyabilir. Zor olan iyi öykü yazmak. Bence bunun esas sırrı da sağlam bir alt metin, çağrışımlar, karakterler, dil ve öykünün hikâyesi. Bunların hepsini bir araya getirmek oldukça zor. Bazen diliniz çok kuvvetli olabiliyorken kurguda aksaklıklar oluyor ya da tam tersi. Birden fazla etken var. Az ile çok şey anlatmak zorundayız. Öykü yazmak kolay değil. Her defasında yeni bir dünya kurmak ne zaman kolay oldu ki?
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
İlk öyküm ki şu an baktığımda bence bir öykü değildi o diyorum, bir e-dergide yayımlanmıştı. Çok heyecanlandığımı ama kimseye söyleyemediğimi hatırlıyorum. Kim okuyacaktı ki beni? Bu paylaşılması gerekecek kadar kıymetli bir şey miydi? O hissimin üstünü ezip geçmişim. Şu an düşününce fark ettim bunu. Acı bir ilk tecrübe olmuş. Muhtemelen bu sebeple sonrasında yaklaşık dört yıl boyunca hiç yazmamışım. Kalbimi esas çarptıran ise matbu bir dergi olan Muhayyel’de yer alan hikâyem olmuştu.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Birlikte Olağan Hikâye’de yol yürüdüğüm insanlar sayesinde böyle bir gerçeğe yani yazdıklarımdan bir dosya oluşturabileceğime inandım. Ben otuzlu yaşlardan önce bir kitap dosyası oluşturmayı düşünmüyordum açıkçası. Kendimce bir sınır çizmiştim. Belki de bu hazır hissetmediğimdendi. Sonrasında Yunus Emre Özsaray’ın “Kitap dosyanı artık hazırlamaya başlasan iyi olur.” dediğini hatırlıyorum. Sanki kaçamadığım bir tercih gibiydi bu. Şu an hâlâ garip geliyor.
Dosyayı oluştururken bir tema üstünden ilerlemedim. Zaten dosya oluşturacağım dedikten sonra yazılan hikâyeler değil benimkiler. Zaman içinde yazdığım hikâyeleri bir dosyada topladım. Bunların birçoğunun ortak motifi elma. İlk kitabımın insanlığın da ilk hikâyesine bir atıf da bulunmuş olması fikri beni hâlâ keyiflendiriyor. Bazı hikâyeler arasında keşfedilmeyi bekleyen bağlar da öyle. İlk hikâyesini es geçen birinin başka bir hikâyeye ses vermesi ya da başka bir hikâyede ses bulması çok zor. Bu kitap dosyasını nihayete erdirip yayınevine gönderdikten sonra yazdığım hiçbir hikâyede elma motifini kullanmadığımı fark ettim. Çünkü onun ile anlatmak istediklerim en azından şu an için son bulmuş, bunu görebiliyorum.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Kabul görmeme ihtimali hep vardı. Çünkü daima kendimi en kötü ihtimale hazırlarım. Dosyaya benim çalışmam da epeyce zamanımı aldı. Çünkü hâlihazırda devam ettirdiğim bir mesleğim ve beraberinde gelen, hayatın getirdiği sorumluluklarım da var. Aslında bunların hepsinden evvel beni korkutan şey acaba doğru zaman şimdi mi sorusuydu. Bu soruya henüz cevap bulmuş değilim. Belki de doğru zaman diye bir şey yoktur. Şu an ise kitap bağlamında hiçbir şey korkutmuyor beni. Çünkü benim çektiğim sancılar neticesinde ortaya çıkan bu şey çok kıymetli. Biliyorum.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Aklımda çok fazla seçenek hiçbir zaman olmadı. Çok fazla seçeneklerin insanı değilim zaten. Hem kendimi hem de yürüdüğüm yolu iyi tanımladığım için eksenimi değiştirme çabasında hiç olmadım. Aklımda iki belki de üç yayınevi vardı. Zaten bir yol nasip olacaksa öyle ya da böyle olacaktır, dedim. Bu sebeple en nihayetinde de İz Yayıncılık’a gönderdim.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Böyle tavsiyeler vermek genelde bana beyhude gelir çünkü şunu biliyorum ki yürümeyi öğrenmek için düşmeyi göze almayan bir kişi hayatı boyunca olduğu yerde kalacaktır. Bu soruya o yüzden daha somut ve daha sahadan bir cevap vermek istiyorum. Olağan Hikâye’nin yayın kurulundayım. Haliyle “öykü yazmaya yeni başlayan” kişilerden gelen pek çok metin okuma imkânı buluyorum. Bütün bunlar içinde herhalde ilk söyleyeceğim şey içimizden geçen her şeyi yazdığımızda öykü yazmış olmuyoruz. Ya da bizzat kendi yaşadığımız bir olayı anlattığımızda da öykü anlatmış olmuyoruz. Bunların her birinin farklı isimlendirmeleri var. Bu sebeple ilk olarak hem yerli hem de dünya edebiyatından iyi yazarların okunması gerekiyor. İkinci olarak yazdıklarını acımadan eleştirecek bir ya da birkaç kişinin olması lazım. Ellerindeki metin belki bir, belki iki ay beklesin. Çünkü yazdığın hikâyeye yabancılaştığın an kendini de eleştirebilir hale geliyorsun. Bir de imkân bulunursa bir derginin mutfak ekibinde yer almak gerekiyor, tabiri caizse orada pişmeli. Şayet bir ışık varsa zaten o parlayacağı zamanı ve yeri bilir diye inanıyorum.
Teşekkür ederim.
Comments