top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

İshak İlk Kitap Soruşturması- Engin Kükrer

1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Aslında edebiyata ilişkin ilgim 14 yaşında şiir yazarak başladı. Bu yaştan itibaren 40 yaşına kadar yazdıklarımı pek paylaşmasam da edebiyatın hep içindeydim.

Öykü yazma yolculuğumun başlangıcındaki dönüm noktası ise iki tanedir. Bunlardan ilki pandemi döneminde Eskişehir Odunpazarı Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu “Bi Git 2020” temalı mizahi düz yazı yarışmasıdır. Sanırım 2020 yılının son günleriydi. Son anda gördüğüm bu yarışmaya katılmaya karar verdim. Katıldığım ilk yarışmaydı ve öyküleştirdiğim mizahi yazım burada birinciliğe layık görüldü. Bunun hemen akabinde 2021 yılında Samsun Tabip Odasının Dr. Kamil Furtun anısına düzenlediği “Tıpta Mizah” temalı öykü yarışmasına katıldım. Annemin hemşirelik anılarını birleştirerek kurguladığım öykü, kitapta yayımlanmaya değer bulundu. İlk kez katıldığım bu iki yarışmadan gelen sonuçlar beni öykü yazmak için cesaretlendirdi ve öykü yazmaya ağırlık vermeye başladım.

2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?

Edebiyata olan aşkımın şiir ile başladığını söylemiştim. Öyküyü ise daha çok “yeni bir sevgili” gibi görüyorum. İlk aşkım şiiri, kırk yaşındayken aldattığım bir sevgili… Lirik kalıpların dışına çıkarak, yüreğimin sesini özgürce satırlarımın kulağına fısıldadığım utangaç bir sevgili…

Bana göre öykü yazmak zaman ve emek gerektiren, zahmetli ancak bir o kadar da keyifli bir süreç. Kesinlikle kolay diyemem. Edebiyatın diğer türlerinde olduğu gibi öykünün de kendi özgü bir matematiği var. Hatta diğer türlere nazaran şöyle bir zorluğu var. Romanda yazar, ana kurguyu bir defa yapıp o kurgu üzerinden ilerler. Ancak öykü kitabındaki her öykü için yeniden bir kurgu yapmanız gerekir. Mesela “Babamın Kalbini Kim Çaldı?” adlı öykü kitabımda on bir defa yeniden kurgu yaptım.

Diğer zorluğu ise Cortazar’ın meşhur metaforuyla açıklayayım. Cortazar roman ve öyküyü boks maçına benzettiği meşhur sözünde bize şöyle seslenir: “Etkileyici bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir.”

Öyküde, romanın aksine, hayatın sadece tek kesitinin ele alındığı yoğun bir anlatım söz konusudur. Öykü yazarı, tıpkı bir fotoğrafçı gibi, en güzel anı kollar. Üslubu, imgeleri, betimlemeleri ve kurgusuyla bu anı en doğru açıdan kâğıda geçirerek gözler önüne serer. Öykü az kelimeyle çok şeyi estetik olarak anlatma üzerine dayanan bir kurmaca türüdür. Burada yazarın bütün uğraşı yaşamdan seçtiği kesiti okuyucuya en çarpıcı biçimde aktarmak üzerinedir. Öykü yazarı bu yolla okuyucusunu, Cortazar’ın da dediği gibi, nakavt etmeye çalışır.

Seçmek konusuna gelince; aslında öyküyü ben seçmedim, bu alanda başarı gelince o beni seçmiş oldu. Yazmayı seviyordum, sadece yazdım. Baktım insanlar yazdığım öyküleri seviyor, ben de daha çok yazdım. Şu anda öykü yazmak geldi hayatımın başköşesine oturdu. Bu durumdan da çok mutluyum. Şiiri ihmal etmeden bütün enerjimle öyküdeyim artık.

 

3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

Covid-19 salgının tırmandığı zamanlardı. 2021 yılına yeni girmiştik. Samsun Tabip Odasının ilkini düzenliği “Tıpta Mizah” konulu öykü yarışması ilanını gördüm. Emekli hemşire olan annemin acil nöbetlerindeki anılarını öykü yapabilirim diye düşündüm. Sonra bu anıları ona anlattırarak sesini telefona kaydettim. Dinlediğim farklı anıları kurguladıktan sonra “Acildeki Aslan Terbiyecisi” isimli ilk öykümü yazıp yarışmaya gönderdim. Yarışma sonucunu beklerken açıkçası çok heyecanlıydım. Sonuçlar bir internet yayınında açıklandı. İlk üç eser arasında öykümün adı yoktu. Oysa beklentim yüksekti. Daha önce ilk kez katıldığım mizahi düz yarışmasında birinci olunca bunda da derece alacağımı sanıyordum. Bu kez öyle olmamıştı. Ancak ertesi gün Samsun’dan arayıp öykümün seçki eserleri arasına girip kitapta yer alacağını söylediler. Çok sevindim. Kitap elime ulaştığında ise sevincim katlandı tabii. Özellikle annemin acil hatıralarını bir kurgu içerisinde öykü yaparak ölümsüzleştirdiğim için mutluydum.

4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?

Yazdığım öykü sayısı artınca ve bunlardan büyük bölümü çeşitli yarışmalardan ödüller almaya başlayınca bir öykü dosyası oluşturmaya karar verdim.  Öyküleri seçerken de okuyucu farklı tatları alsın diye belirli bir tema üzerinden ilerlemekten özellikle kaçındım. Maç kadrosu belirleyen teknik direktör mantığıyla, kitaba girecek ilk on birimi belirledim. Okuyucu yakalamak için kalede ve defansta bireysel ve toplumsal sorunlardan yararlandım. Orta sahaya kitabın beyni olarak tarih, bilim kurgu ve distopya öykülerini yerleştirdim. Kanatlara kitaba dinamizm katmak için bol aksiyonlu mitolojik öykülerimi koydum. Forvet hattına ise bilerek mizahı koydum ki mizahın gücünden faydalanarak bol gol atıp okurun gönlümden üç puanla ayrılabileyim. Öyküleri kitaba yerleştirirken kararımı bu mantıkla verdim. Okuyucu hep aynı tadı alsın istemedim. Yarışmaya gönderdiğim bu sıralamaya yayınevindeki editör de saygı duyunca böyle bir dosya ortaya çıktı. Yine de daha farklı bir seçim olabilirdi tabii. Kimi bunu sevdi, kimi öykülerin yerleşim sırasına beğenmedi fakat amatör ruhum kitaba yansıdı diyelim kısaca.

5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?

Evet, bahsettiğiniz gibi kitap yazmak çok meşakkatli bir iş. Ben de “Babamın Kalbini Kim Çaldı? adlı öykü kitabımın “Teşekkür” sayfasının ilk satırlarına bu duruma dikkat çekmek için şöyle yazdım: “Bu kitaptaki öyküler uyunmamış gecelerin, izlenmemiş filmlerin, gezilmemiş caddelerin, gidilmemiş parkların ve edilmemiş sohbetlerin bir ürünüdür.” İşte bu cümlenin içinde bütün zahmet yer alıyor.

Yayımlanma konusuna gelince, bu da gerçekten oldukça zorlu bir süreç. Çevremdeki şair ile yazar arkadaşlarımın yaşadıklarından bu sürecin zorluğunu ve uzunluğunu sık sık duyuyordum. Aslında yayımlanmamasından korkmaktan ziyade yayımlanacak nitelikte öyküler yazmaya odaklandım. Yeterince iyi yazarsam bu alandaki yarışmaları kazanıp öykü dosyamı bastırırım diye düşündüm. İyi yazıp yazmadığım konusunda takdir tabii ki okurların, fakat kendi adıma ilk hedefime ulaştım diyebilirim.

 

6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?

Şimdiye kadar yarışmalar dışında hiçbir yayınevine öykü dosyası göndermedim. İlk öykü dosyamın bir yarışmadan ödül almasını istiyordum. Öykülerim dosya olacak sayıya ve niteliğe ulaştığında 2022 yılında Menteşe Belediyesinin Günce Yayınlarıyla birlikte düzenlediği yarışmaya ilk kez katıldım. Bu dosyam, üç finalist dosyadan biri oldu. Daha sonra Sennur Sezer ve Arif Baş adına düzenlenen öykü dosyası yarışmalarına girdim. Herhangi bir derece alamadım. Bu arada yeni öyküler de yazmıştım. Bunlarla öykü dosyamı güçlendirerek iki tane öykü dosyası hazırladım. 2023 yılında birini yine Günce Yayınlarının yarışmasına, diğerini de Mersin İlyas Halil Yarışmasına yolladım. İçimden de dedim ki hani biri derece alsa basılır ve hedefim olan öykü kitabına kavuşurum. Ancak talihin tuhaf bir cilvesi ilk dosyam Günce Yayınlarından Jüri Özel Ödüllüyle basılıp piyasaya çıktığı gün Mersin’de diğer dosyamın 2.lik ödülü aldığı törendeydim. Bundan sonrası için elbette gönlümde bazı yayınevlerinden kitap çıkarmak var. Bakalım, şimdilik çıkan kitabıma odaklandım. Üzerinde çalıştığım öykü dosyam bitsin, yeni hedefler için kolları sıvayacağım.

 

7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?

Bana göre bir yazarın çantasına koyması gereken ilk iki alet: Bilgi ve birikimdir. Her şeyden önce bir yazar, yazdığı türün ve kullandığı dilin tüm özelliklerini bilmelidir. Noktalama işaretlerinden tutun da imla kurallarına, söz sanatlarına, diyalog yazmaya, karakter ve atmosfer oluşturmaya, anlatım tekniklerine… Bu liste uzar gider… Öykü yazma adına ne varsa, yazar hepsine hâkim olmalı. Bu kuralları, teknikleri çok iyi bilmeli. Daha sonra da özgün olmak istiyorsa tüm gücünü bu dinamikleri yıkmaya harcamalı. Mesela benim şu sıralar en büyük derdim, öyle bir hikâye yazayım ki Çehov’un duvarda asılı tüfeği patlamasın ve bu estetik, mantıklı bir biçimde olsun. Klişeleri bilip onları yıkabildiğiniz ölçüde özgün ve başarılı olabiliyorsunuz.

Birikim konusuna gelince, sayfalarca yazmaya gerek yok, bunun da en temel yolu çok okumaktan geçiyor. Sadece kitapları değil etrafında olan biteni de iyi okuyabilmeli yazar. İyi görebilen bir göz, farkı sezebilen bir yürek, farklı düşünebilen bir beyin; yazarın en büyük yardımcılarıdır.

Ayrıca bir yazarın disiplinli olması ve düzenli çalışması da önemli. Bu yolculuğa yeni çıkanlar edebiyatın kısa mesafeli bir sürat koşusu değil, bitmeyen ve koştukça asla bitmesini istemeyeceğiniz bir maraton olduğunu akıllarından çıkarmamalı. Öncelikle, yola çıkarken bu felsefe içselleştirilmeli diye düşünüyorum. Yazmak; zaman, emek ve devamlılık isteyen bir tutku. Bana göre yetenekten daha önemli olan anahtar kelime: Çalışmak… Bu konuda kendimi her daim bir öğrenci olarak görüyorum. Öğrenmenin sonu yok bence, olmamalı... Bu yüzden edebiyat yolculuğuna yeni başlayanlar, yolculuk esnasında öğrenci pasolarını sakın kaybetmesinler. Ben öyle yapmaya çalışıyorum.

Son olarak değerli İshak Edebiyat ailesine ve Hakan Sarıpolat’a bu keyifli söyleşi teşekkür ediyorum.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page