1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Elime kalem alışım epey eski olsa da öykü yazmaya sevgili hocam Hakan Akdoğan’ın dört dönem devam ettiğim yaratıcı yazarlık atölyeleriyle başladım. Söylemeliyim ki Hakan hocanın derin okumaları ve yaratma konusunda tüm bilgisini biz öğrencilerine akıtması beni cesaretlendiren en büyük etken. Tüm kitaplarını hatmetmiş biri olarak yazı dilinin vurgunu olduğumu bilmem söylememe gerek var mı? Öğretme yöntemi de epey ustaca. Çünkü kitabımdaki birçok öykü bu atölyede ortaya çıktı. Yazma sürecim ve atölyeye katılmam emekli olduktan sonra yani 2018 yılında başladı.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Öyküleri sevmem beni öykü yazmaya yönlendirdi. Aslında romanlar da zincir halkaları gibi iç içe geçmiş öykülerin birleşmesinden oluşmuyor mu? Hastalığım -disleksi- nedeniyle çok yavaş okuyabiliyorum. O nedenle roman okumam epey uzun sürüyor. Öyküyle kısa sürede ceplerimi doldurabiliyorum. Sanırım öyküyü sevmem biraz da bu yüzden.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
Öcü adında ilk öyküm Karganın Dediği adlı e-dergide yayımlandı. Heyecanımı ve coşkumu anlatmam epey zor. Ama kanatlandığımı söylemeliyim.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Başından beri çocuklar üzerine yazmak istiyordum. O yüzden dosyadaki öykülerin hepsi çocuklar üzerine kurgulandı. Çocuklara bıraktığımız bu zalim dünyayı anlatıp biz erişkinleri bu dünyayla yüzleştirmek istiyordum. Bunun için de Goya’nın “Çocuklarını Yiyen Satürn” tablosundan yola çıkarak öykülerimi bu tema üzerine çattım. Didaktik olmaktan kaçındığımı belirtmeliyim. Üzerine yazdığım konu didaktik olmaya teşvik edebilirdi çünkü. Yalnızca durumu ortaya koyup okuyucunun düşünmesini istedim. Erişkinlerin çocuklar(ı) üzerindeki pis ellerini göstermek için onlara ayna tutmaya çabaladım.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş! Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Aslına bakarsanız kitabımın okunmaması değildi beni endişelendiren. Bu işi hakkıyla yapıp yapamama konusunda hayli kaygılıydım. Seçtiğim tema iki ucu pis değnekti çünkü. Hakkıyla kurgulanmazsa anlatmak istediğimden çok başka mecralara çekilebilecek niteliği vardı. Bir erişkin yani bir taraf olarak, çocuklar adına adil olmalıydım. Satürn’e taş yedirmeliydim. Ne yaman çelişki ki; taş yiyen Satürn’ün oğlu, kötülüklerin babası olacak olan Zeus’tu oysa. İşte dünya böyle bir yer. Katlanmak için yazmak gerek.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Tabii her yazan daha çok okuyucuya ulaşmak için kitabının isim yapmış bir kitabevinden çıkmasını ister. Fakat sürece bakınca bu öyle hemen olabilecek cinsten bir süreç değil. Mutfakta oluşan harmanlama ya da karılan harç yazanı farklı farklı noktalara taşıyabiliyor. Yayınevi size güvenmeli. En önemlisi de yazan, yayınevine güvenmeli. Metinlerarası Kitap’la yolculuğumuz bu bağlamda ilerledi. Benim ilk kitabım. Metinlerarası Kitap’ın da ilk kitabı. Yolumuz açık olsun, ne diyelim!
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
En önemli önerim çok okumaları. Okumadan yazmaya kalkışmak ancak bu konuda olağanüstü yetenekli olabilecek kişilerin işi. Okuduklarımızda da yazarın zihnine girebilirsek şayet kendimize bir şeyler katabiliriz. O nedenle derin okuma, yazmak için en önemli basamak bana kalırsa. İnceleme yazmak ve okumak da bu süreci pekiştiriyor. Tabii yazın teknikleri için (dil bilimi veya edebiyat okumadıysanız) bir atölyenin katkısı yadsınamaz. Beni çok geliştirdi çünkü. Tüm bunların dışında çantanıza asıl koymanız gereken tabii ki “Yazma Cesareti.”
Commentaires