1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Bu soruya net bir cevap verebilir miyim bilmiyorum ancak çocuk yaşlarda hep şiir yazdığımı sanır, okulumdaki yarışmalara katılır, sürekli dereceye girerdim. Hatta ödülüne göre katılmadığım yarışmalar olurdu. Tabii onlara değer biçerek şiire haksızlık edecek değilim. Birer çocukluk karalamasıydı her biri, geldi geçti. Yine de belli başlı şairleri ilk defa o yıllarda, bu sayede öğrendim. Dolayısıyla ilk tanışıklığım şiirle oldu. Hâlâ şiirde soluklandığım çoktur. İçinden çıkamadığım metinlerde şiire sığınırım, kendimi ödüllendirmek için şiire sokulurum. Bir başka deyişle epeydir “iyi şiir okuru” olmaya gayretliyim ve iyi şiir okuru olmaya çabaladığımdan beri öyküye sıcağım. Şiirlerde yakaladığım yahut yakaladığımı sandığım dil becerileriyle büyülendikçe iz sürmeye, anlamlandırmaya, açıklamaya çalıştım. Bir başka deyişle şiir yazamayınca öyküye, romana sığındım da diyebilirim. Neden inkâr edeyim? Ters şeritte seyreden aracımın doğru şeride kavuşması gibidir, öykünün bendeki doğuşu. Ne var ki şiire yakın durmayı, hâlâ hayati derecede önemserim.

2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Önce şu kolaylık zorluk meselesine değineyim. Bir kere hiçbir yazınsal türün kolay ya da zor olduğunu düşünmüyorum. Aksi yönde bir iddianın açıklanabilir, temellendirilebilir yanı olabilir mi? Sanmam. Belki yazarın türe dair yatkınlık düzeyi, bir nebze… Ki türün kolaylığını ya da zorluğunu iddia edenlerin ölçütlerini itinayla sorgulamak gerek diye düşünüyorum.
Önceki soruda değindiğim gibi öyküyü ben mi seçtim, yoksa o mu beni seçti bilmiyorum. Beraberken iyiyiz, buna eminim ama diğer türlerle de bağım hep var oldu, hâlâ var.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
İlk defa aklı başında bir öykü yazıp üniversitenin açtığı yarışmaya göndermiş, oradan ikincilik alınca heyecanlanmıştım doğrusu. Kazandığım para ödülüyle birkaç gün de olsa gönlümce vakit geçirmiş, üstüne üstlük okulda da tanınır hâle gelmiştim. Eee, üniversite dediğimiz biraz da ileri ergenlik hâli değil mi? O öyküden sonra oturup birkaç öykü yazmıştım. O öykülerden Yelkovan’ı Ankara Kızılay’da müdavimi olduğum Yoğunluk dergisine götürmüştüm. 2007 ya da 2008’di. Dergide öykümü görünce yaşadığım duyguların izahı yok. Ne yapıp ediyor yolumu Turhan Kitabevi’nin önünden geçiriyor, raftaki yerini ezbere bildiğim dergiyi görmeden yoluma gidemiyordum.

4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Öykülerin sayısı çoğaldıkça, dergilerde yayımlandıkça ister istemez bu fikir akla yerleşiyor. Nasıl yerleşmez öyküyle hemhâl oluyorsun! Öyle ki bir öykü kitabı oylumunu sağlayabilecek kadar öyküm olduğundan beri dosyalarım oldu. Elbette zaman, her şeyde olduğu gibi öykü dosyalarımdaki değişikliklere de tanıktır.
Yaşamımda iz bırakan olaylara ait görüntü parçaları, çocukluğa dair izler, illaki zamanın izleri, rüyalarımdan kalanlar, sıklıkla bir şiir dizesi, bir imge, derin bir cümle, ilginç bir söz, bir nesne, bir olay beni harekete geçirmeye yetiyor. Örneğin Hulki Aktunç’un “Tuzağa düşürülecek av yıllar yılı, yıllar yılı beklenmez ki. Beklenirse, avcıyla av bağdaşır. Kapan ikisini birden alır içine.” cümleleri beni büyülemiştir. Öykü olur, deneme olur ama muhakkak buradan bir şeyler çıkarırım. Yine Onat Kutlar’ın “Çünkü yanmış bir giysinin küllerinden bir ipek böceğine ulaşılamaz.” cümlesi herhangi bir okuru içine çekerken yazma iddiası olan bana neler yapmaz! Neticede zaman, insanın değişimi ve doğa temaları beni her daim cezbetmeyi başarmıştır. Her ne kadar Geçmişi Beklemek’te farklı yollardan giden öykülerim olsa da bir bütünde toplandıklarını söyleyebilirim.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Korkutmaz mı? Aslına bakılırsa başka türde tamamlanmış dosyalarım vardı ve bunlardan biri yayınevlerinde çok bekledi. “Tamam” dendi, sonra “Biraz daha bekleyin” dendi, sonunda “Pandemi” dendi. Başka bir yayınevinde de benzer süreç ekonomik gerekçelerle ötelendi. Başka bir dosyamsa bu senenin mart ayında basılmış ve İstanbul Kitap Fuarı’nda ilk kez görücüye çıkmış olacaktı ama yayınevi ağırdan alınca Geçmişi Beklemek’in malum süreci yaşandı ve o dosya ileri bir tarihe ötelendi.
Geçmişi Beklemek’in serüveninden söz edeyim biraz. Evvelki hâllerini güvendiğim insanlara yollamış, görüşlerini almıştım. Doğrusu, öykü dosyası meyve ağacının meyve verme sürecine benzer. Erken davranıldığında da geç kalındığında da tadı kaçar. Dolayısıyla titizlendim. Dosyanın olgunlaşmasını arzularken güvenmediğim yayımlatma süreçleri de beni hep duraklattı. Bu nedenle seçici kurulunu saygın gördüğüm Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü Ödülü’ne gönderdim. “Hak ediyorsa kazanır, kitaplaşır ve kendi yolunu bulur” dedim. Öyle de oldu, Sennur Sezer’le anılmaya değer görülünce Manos Kitap’ın yayını oluverdi. Bu sayede o korkutucu süreçlerin uzağında tertemiz bir kitap oldu, Geçmişi Beklemek.

6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Dediğim gibi Sennur Sezer’in güzel adı için ve seçici kuruluna güvendiğim için katıldığım yarışmanın sonucunda kitaplaştı. Her ne kadar yarışmaya dosya gönderen diğer isimleri bilmesem de önceki yıllarda ödülün Hıdır Murat Doğan’a ve Tunç Kurt’a verilmesini bir hakkın teslimi gibi gördüm ve bu durum beni motive etti. Sonuçta Manos’ta olmaktan memnunum.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Tavsiye değilse bile şunu salık verebilirim: Türü iyi bilmek, dolayısıyla öykücülüğümüzün dününe, bugününe, ama illaki bugününe olabildiğince hâkim olmak gerek. Haliyle çok öykü okumanın ve öykü üzerine ciddi kafa yormanın gerektiğini söyleyebilirim.
Comments