1- Öykü yazmaya ilk ne zaman, nasıl başladınız?
İlk öykümü ortaokul yıllarımda yazmaya başladım. Kemalettin Tuğcu, Refik Halit beni çok etkilemişti. O dönemlerde Millî Eğitim Bakanlığının açtığı yarışmalara katılıyordum. Taşrada, o yıllarda, edebî faaliyetlerden bihaber büyüyorsunuz. Sizin için en önemli edebî etkinlik okuldaki kompozisyon, şiir, öykü yarışmaları oluyor. Bir seferinde birincilik kazandım. O zamanın parasıyla on bir lirayla bir de Nutuk hediye ettiklerini hatırlıyorum. Öykümün adı Yanan Ev’di. Benim için itici güç oldu.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Yazmaya öyküyle başladığımı söyleyemem. Neredeyse çoğu yazarın başlangıç basamağı olarak kullandığı şiirle ilk denemelerimi yaptım. Bu büyük bir hataydı tabii, en azından benim için.
Öykünün Aristotales’ten gelen, başı, ortası, sonu, üç bölümü vardır. Bu bölümler geleneksel kadim anlatılarımızda da böyledir. Olayı ya da durumu bir zaman kesiti içerisinde vermeniz gerekir. Le Guin öykünün saydığım bu unsurlarını eve benzetir. Güzel bir teşbih. Davetkâr bir ön kapıdan girersiniz. Salon, odalar, koridor boyunca olayların içinde efsunlanırsınız. Bazen evden hiç çıkmak istemez, bazen de atılmak istersiniz. Arka kapı maceranızın en önemli yeridir. Nereye açılacağını, bir sona mı yoksa yeni bir başlangıca mı ulaşacağınızı merakla beklersiniz. Bu beni heyecanlandırdı. Yoğunluğu, dili, kelime seçimi ve tasarrufu, kurgunun sarsıcı etkisiyle öykü beni seçti aslında. Romana göre bu anlamda öykü dilinin büyülü olduğunu düşünüyorum. Günlük yaşantımda, özellikle dışarı çıkmışsam, kulağıma çalınan bir kelime, tanımadığım birinin duruşu, o an yaşanan anlık bir durum kısacası her şey öykü formuyla içime akıyor. Okumalarımın büyük bölümünü öykü kitaplarının oluşturması da etkili olabilir. Bu durum romana uzak olduğum anlamına gelmiyor. Halihazırda yazmaya devam ettiğim bir roman çalışmam da var.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
Edebiyat dergileri benim için bir okul. Türk edebiyatında her zaman böyle olmuştur. Kanonu oluşturan en önemli sac ayağı. Birbirinden farklı pek çok türü ve yazarı buluşturur. Ayrıca yazanlar da yazdıkları türlerin belli bir olgunluğa ulaşıp ulaşmadığını, estetik kaygı, dil olgunluğu taşıyıp taşımadığını alacakları dönütlerle öğrenmiş olur, kendilerine dışardan bakma fırsatını yakalarlar. Ben de başlangıçta böyle bir yol izledim. Günümüzde aktif biçimde edebiyat bahçemizi yeşertmeye çalışan pek çok dergiye öykülerimi gönderdim. Tabii sıklıkla reddedildim. Bu gocunulacak bir şey değil benim için, aksine kendimi geliştirmemi sağlayan en önemli etken oldu. İlk öyküm Yedi İklim dergisinde yayımlandı. Kamenica Tepesi. Öyküm yayımlandıktan sonra okurdan dönütler aldım. İçeriği bakımından etkilenmişlerdi sanırım. Benim Bosnalı olduğumu düşündükleri için şaşırmıştım. Bunu unutamıyorum. Yedi İklim gerçek bir okuldur. Ali Haydar Haksal ve Osman Koca muhakkak size döner. Eksiklerinizi ayrıntısıyla belirtme nezaketini gösterirler. Burada keşke her dergi böyle olsa dediğimi itiraf etmeliyim. Dergicilik büyük emek isteyen bir faaliyet, farkındayım fakat dönütün olmadığı bir dergicilik de düşünemiyorum. Bu konuda hayran olduğum bir ismi de zikretmek isterim. Zarifoğlu. Mavera’ya gelen her yazıya mektupla dönme inceliğini göstermiştir. Ayrıca derginin son sayfalarında bazılarını değerlendirmiştir. Yazmaya yeni başlayanlara “Okuyucularla” eserini muhakkak tavsiye ediyorum.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Yazanın en büyük hayali bir eser meydana getirmektir. Eninde sonunda yazdıklarınızı okura ulaştırmanın bir yolunu ararsınız. Benim elimde iki dosyam vardı, ancak nasıl değerlendireceğim noktasında kafam epey karışıktı. Sedat Demir’le yapmış olduğumuz bir atölye çalışması yolumu aydınlattı diyebilirim. Kendisi bir dosyamın olup olmadığını sorduğunda çok heyecanlanmıştım. Uykusuz geçen birkaç günün ardından dosyamı kendisine gönderdim. Beklemek benim için sancılı bir süreçti. Dosyamı oluştururken zaman teması üzerine çalıştım. Bana göre iki tür zaman vardı. İnsanın içinde bulunduğu, ondan bağımsız, akıp giden bir zamanla kişinin kendi iç dünyasındaki zaman. Yürürken, uyurken, yemek yerken bizden bağımsız ilerleyen bir zaman vardı. Ben televizyon izlerken dışarıda akan bir trafik, kar topu oynayan çocuklarla seyyar satıcılar da aynı zamanın içine dahildi. Bunun dışında içimdeki zamanda anılarıma dönüp o anı tekrar yaşıyor, şimdinin uzamdan ve zamandan bağımsız döngüsüne kapılıyor ya da gelecekteki bir hayalimin kurgusu içinde yaşayabiliyordum. Bu nedenle Zamanın İçinde ve Zamanın Dışında isimli iki bölümden oluşan bir dosya tasarladım. On altı öyküden oluşan Huzurun Tarifi Yok böyle ortaya çıktı.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Yazma eyleminin kendi meşakkatini bir yana bırakırsak yayına hazırlanmanın ayrı bir sıkıntılı süreci var. Sizin de belirttiğiniz gibi dosyanız okunmayabilir, okunsa bile bekletilebilir ya da yayımlanmayabilir. Bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Bir yıl gibi bir süre içinde sürekli dirsek temasıyla yayınevimle dosya üzerinde çalıştım. Bana yaşattıkları rahatlık için Epona Kitap’a başta Sedat Demir ve Tugay Kaban’a çok teşekkür ediyorum.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Taşralı, yayıncı çevresinden uzak, daha önce kitabı yayımlanmamış biri olarak zorluklarla karşılaşacağımı düşünüyordum. Edebiyatımızın önemli isimlerinin ilk kitaplarını yayımlatırlarken karşılaştıkları zorlukları düşündükçe kitap yayımlatma kararımı erteleyip duruyordum. Ancak düşündüğüm gibi bir zorlukla karşılaşmadım. Bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Tabii dergilerde yazmamın büyük katkısı oldu. Ayrıca ben edebiyatın birleştirici gücüne her zaman inansam da maalesef pratikte uzun yıllar boyu devam eden bir ayrışma var. Neden, diye soruyorum kendi kendime. Yayınevlerinin kendi yazı politikasının olması oldukça doğal fakat önlerine gelen güzel bir dosyayı edebiyat dışında farklı sebeplerle reddedebilecekleri düşüncesi beni çok üzüyor. Buna inanmak istemiyorum.
Türkiye’de kurmaca eser yayımlayan birçok yayınevi var. Yazan kendi tarzına uygun yayınevini bulmak zorunda. Ben çağın ruhunu yakalamaya, ne anlatıldığından çok nasıl anlatıldığına dikkat ediyorum. Biçim bana göre her şeydir.
Sonra okur hâlâ Türk ve Dünya klasiklerinde kalmış durumda. Geleneksel anlatının dışında bir biçimle karşılaşınca dumura uğruyor. Senin yapmak istediğin şeyi anlamakta zorlanıyor. Nitelikli okurun sayısı oldukça az. Yazanın belirgin bir tarzı olmalı, diye düşünüyorum. Huzurun Tarifi Yok’ta bunu yakalamaya çalıştım. Kendimden bir örnek verecek olursam yazılarımda nokta, virgül ve tırnak dışında noktalama işareti kullanmıyorum. Çok gerekmedikçe ihtiyaç da duymuyorum. Bunu kabul eden bir yayıneviyle çalışmam gerekiyor. Hal böyleyken sizi anlayan bir yayınevine ihtiyacınız var. Epona benim için böyle bir yer ve en önemli özelliği birleştiriciliği. Ayrıca yazı atölyelerinden de destek alabilirler. Semih Gümüş’ün, Tuna Yukay’ın üzerimdeki emeklerini de inkâr edemem. Ben en iyisi bu dertleri bir kenara bırakıp nitelikli edebî eserin nerede olursa olsun kazanacağı düşüncesiyle yazmaya devam edeyim.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Öykü yazmaya yeni başlayanlar için yola çıkmadan önce Türkçeyi öğrenmelerini tavsiye ediyorum. Bu cümlem belki yadırganabilir ama asla yabana atılacak bir şey söylemiyorum. Bizim milletimiz diline bigâne. Dilin olanaklarını zorlamak için kendi dilini, dilin yapısını, imla ve noktalamayı çok iyi bilmek gerek. Yahya Kemal "Bu dil ağzımda anamın ak sütüdür," der Türkçe için. Fazıl Hüsnü ise "Türkçem benim ses bayrağım." Dilimizin kimliğimiz olduğuna inanıyorum. İkinci sırada okumak geliyor. Okumadan yazılamayacağına inanıyorum. Geniş bir kitaplığa sahip olmalarını, farklı tür ve tarzlara açık olmalarını tavsiye ederim. Sizi besleyecek şeylerin nereden geleceğini bilemezsiniz. Bunun yanında dünya sineması yazarı geliştirecek ikincil önemli sanattır. Kült yapıtları izlemeleri de önemli. Ayrıca sinema ve edebiyat birbirini besleyen iki damar gibidir. Bunların yanı sıra mutlaka birkaç edebiyat dergisini takip etmeliler. Günümüz eserleri nasıl yazılıyor, ne gibi yenilikler var, bu önemli. Yola çıkmadan önce çantalarına koyacakları uzun bir listem var ama içinden seçsem daha iyi olabilir.
Peter Mendelsund, Okurken Ne Görürüz
John Berger, Görme Biçimleri
Umberto Eco, Genç Bir Romancının İtirafları
Roland Fishman, Yaratıcı Yazının Sırları
William Zinsser, İyi Yazmak Üzerine
Necip Tosun, Öyküyü Sanat Yapanlar
Necip Tosun, Öykümüzün Sınır Taşları
Stephen King, Yazma Sanatı
Walter Moslay, Bu Yıl Romanını Yazıyorsun
Nicholas Royle, Andrew Bennett, Şu Edebiyat Denen Şey
Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı
Hikâye Sanatı Üstüne Yazılar (Derleyen: Bülent Aksoy)
Mario Vargas Llosa-Carlos Fuentes, Edebiyata Övgü
Mario Vargas Llosa, Genç Bir Romancıya Mektuplar
Semih Gümüş, Okumak ve Yazmak
Italo Calvino, Klasikleri Niçin Okumalı
Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir?
Ralf Rothmann, Deniz Kenarında Geyikler
David Constantine, Başka Bir Ülkede
David Constantine, Midland Oteli’nde Çay
Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ’da Var Bir Yılan
Vüs’at O. Bener, Dost-Yaşamasız
Barış Bıçakçı, Baharda Yine Geliriz
Raymond Carver, Katedral
J.D. Salinger, Dokuz Öykü
Juan Rulfo, Ova Alev Alev
Claire Vaye Watkins, Nevada
Horacio Quiroga, Aşk, Delilik ve Ölüm Öyküleri
Maile Meloy, Tek İstediğim Her İkisi Birden
David Vann, Bir İntihar Efsanesi
John Cheever, Yüzücü
Yusuf Atılgan, Bütün Öyküleri
William Trevor Yağmurdan Sonra
Roald Dahl, Senin Gibi Biri
Claire Keegan, Mavi Tarlalardan Yürü
Carys Davies, Kuyu
Muriel Spark, Sürücü Koltuğu
Adam Johnson, George Orwell Arkadaşımdı
Muroszlav Penkov, Batının Doğusu
Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken
Ferit Edgü, Doğu Öyküleri
Onat Kutlar, İshak
Orhan Kemal, Önce Ekmek
Füruzan,
Judith Hermann, Yaz Evi, Daha Sonra
Philip Roth, Hoşça Kal, Columbus!
Yaşar Kemal, Kuşlar da Gitti
Ferit Edgü, O/Hakkâri’de Bir Mevsim
Per Petterson, At Çalmaya Gidiyoruz
Gerbrand Bakker, Dolambaç
Aharon Appelfeld, Ruhun Kıyısında
Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler
Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan
Peyami Safa, Yalnızız
Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi
Yusuf Atılgan, Aylak Adam
Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli
Latife Tekin, Berci Kristin Çöp Masalları
Ayhan Geçgin, Son Adım
Burhan Sönmez, İstanbul İstanbul
J.D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar
Ralf Rothmann, Genç Işık
Mario Bellatin, Güzellik Salonu
Mario Bellatin, Çin Daması
Gerbrand Bakker, Yukarıda Ses Yok
Heinrich Böll, Ve O Hiçbir Şey Demedi
Anne Michaels, Bölük Pörçük Yaşamlar
Valeria Luiselli, Kalabalıkta Yüzler
Carlos Maria Dominguez, Kâğıt Ev
Kate Atkinson, Hayat Sil Baştan
George Perec, Uyuyan Adam
Thomas Bernhard, Kireç Ocağı
Thomas Bernhard, Odun Kesmek
Kjersti Skomsvold, Hızlandıkça Azalıyorum
Juan Pablo Villalobos, Tavşan Deliğinde Fiesta
Daniel Galera, Kana Bulanmış Sakal
Juan Rulfo, Pedro Paramo
Don Dellilo, Beyaz Gürültü
Yine de epey uzun bir liste oldu. Daha pek çok eseri yazmak isterdim fakat başlangıç için şimdilik bu kadar yeterli.
Comments