Edebi eserler üstüne yapılan incelemelerde metafor, sembol, alegori sözcükleriyle sık sık karşılaşırız. Metaforik bir öyküydü, sembolik bir öyküydü, alegorik bir romandı gibi. Bu kavramlar birbirine karıştırılır çoğunlukla.
Metafor bir tür benzetmedir. Kurmacanın dilinde ortaya çıkar. Diyebiliriz ki metafor, üslupla alakalıdır. Bir tasvir, bir betimleme aracıdır. Yani dilsel bir araçtır. Metafor, benzetmelerle yol alır. Benzetmeden farkı benzetilen ya da benzeyenden yalnız birini barındırmasıdır. Yani bir teklik oluşturulur ve bu teklik bir anlamın başka bir anlamın yerini ikame etmesidir.
Bir örnek üzerinden gidersem.
“Duygularımı söze dökemeden daha hatıralar bir film gibi zihnime doluşuyor.”
Bu tipik bir benzetmedir. Hatıraların, hatırlama olayının film oynamasına benzetilerek betimlenmesidir.
“Duygularımı söze dökemeden daha sinemamda film başlıyor.”
Burada ise bir teklik oluşturduk. Bunu hatırlama olayını kaldırarak yaptık. Okur filmin başlamasından hatırlama olayının başladığını anlıyor.
Hem normal benzetmenin hem metaforun olduğu daha uzun bir metin veriyorum. Kendiniz rahatlıkla kristalize edebilirsiniz.
<<< Topkapı’nın, Çırağan’ın, Dolmabahçe’nin kifayetsiz ışıkları denize vurmuş, siluetleri pek bir mahzun görünüyordu. Ağlamak üzre olan bir çocuğun titreyen dudakları gibi kıpırtılıydı deniz. Boğaz’ın iki yamacına yatak sermiş şehir huzursuzdu. Çanakkale galibiyetine sevinci yarım kalmış, tatsız haberlere dargındı. İstanbul meyus ve yorgun idi.>>>
Semboller(simge), anlatının kendisini oluşturan ögeler değil, anlatıda kullanılan ögeler olmaları nedeniyle benzetme ve metafordan ayrılır.
Benzetmeler ve metaforlar, kurmacada kullanılan dilde ortaya çıkan unsurlardı ya, semboller ise, kurmacanın içinde somut bir şekilde belirtebileceğimiz nesneler, kişiler ve sözcüklerdir. Semboller, kurmaca anlatısı içinde daha derin, daha karmaşık kavramları çağrıştıran birer işarete veya göstergeye dönüşürler.
Daha derli toplu söylersek semboller, anlatının kendisini oluşturan ögeler değil, anlatıda kullanılan ögeler olmaları nedeniyle benzetme ve metaforlardan ayrılır. Sembol bir nesne, bir kişi veya fikir olabilir. Aslında simge de metaforik bir araçtır ve hem simgede hem metaforda kültürel çağrışımlar vardır. Ama rahatlıkla simgelerde kültürel çağrışımın daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz.
Mesela tilki, öküz, arı, karınca vb. hayvanat konuşulduğunda kendi varlıklarının dışında simgeledikleri kavramlar da gelir aklımıza. Ayı dendiği zaman Türklerin aklına gelenle Rusların aklına gelenin faklı olması kültürel çağrışım farkından dolayıdır. Tüm dünyaya ait olan semboller de vardır. Adalet=terazi simgesi gibi.
Alegori ise anlatıda sembolleri kullanır ve kullanırken de metne gizli anlam katan edebi bir aygıttır. Alegori, şeyleri-olay, karakter vb- simgeleyen sembollerden faydalanır. Alegori, başka bir nesnenin, fikrin veya eylemin yerini alır.
Şimdi bu üç kavramı kıyaslarsak aralarındaki farkı daha rahat kristalize edebiliriz.
Alegori simgeleri kullanarak yürür ve anlatıda bir kapalılık oluşturur. Metafor ise tam tersine görüntüleri kullanarak benzetilen ya da benzeyen şeyi açıklamak için kullanılır.
Alegori daima gizli bir anlam taşırken örtülü metaforun bile gizli bir anlamı yoktur.
Alegoriler mutlak gerçekliğe daha yakın dururken metaforların gerçeklikle alakalı olma zorunluluğu yoktur.
Alegoriler etik, politik, kültürel vb. mesajlar taşırken metaforlar sadece bir benzerliği gösterirler.
Geldik şimdi zurnanın zırt dediği yere. Alegoriler kurmacanın tamamını kapsayan bir mukayese aygıtıyken simge de metafor da sözcükler ya da cümlelerden mürekkep kısa bir kıyaslama aygıtıdır. Yani bir kurmacanın tamamı sembolik ya da metaforik olmaz. Ancak sembollerle yürüyen bir alegori olabilir.
Mesela bir fabl düşünün. Şu meşhur tilki-karga-peynir fablını. Tilki de karga da peynir de birer simgedir. Fabl için, semboller üstünden yürümüş bir alegorik metindir, diyebiliriz. Simgeler metnin içinde birer araçtır. Metnin tamamı ise bir mesajı olan bir alegoridir.
Aşağıda Nietzsche’nin, Böyle Buyurdu Zerdüşt’ünden bir parça var. “Üstinsan” kavramı üzerine kurulu bu felsefi metinde usta, simgeler üstünden yürüyen bir alegori oluşturmuştur. Felsefi yanını bir kenara bırakıp simgeleri ve neyi simgelediklerini kristalize etmeye çalışabilirsiniz. Her okurun farklı sonuçlara ulaşma ihtimali güçlüdür. Çünkü ustanın metindeki mesajıyla sizin çıkardığınız mesaj faklı olabilir. Alegorik metinlerin tabiatı böyledir çünkü. Böyle metinlerde ortak mesajlar ancak çok okur ve karşılıklı teati sonucu oluşur.
Mesnevi okuyanlar da bilirler, tasavvufi eserde onlarca alegorik hikâye vardır.
<<<Burada ağızları susturan, gözleri donduran bir olay oldu, çünkü bu arada ip cambazı işe başlamıştı. Cambaz, küçük bir kapıdan çıkmış ve iki kule arasına, halkın ve panayırın üstüne gerilmiş olan ipin üstüne gelmişti. Cambaz yolun yarısına varınca küçük kapı bir daha açıldı. Şaklaban bir herif oradan sıçrayarak hızlı hızlı, cambazın arkasından yürüdü: "İleri! Miskin, topal, tembel hayvan, hödük! Yürü ki ayağım sana çarpmasın. Bu iki kule arasında işin ne? Senin yerin kulenin içi. Seni oraya tıkmalı. Senden daha ustasının yolunu kapıyorsun!” diye haykırıyor ve cambaza yaklaşıyordu. Fakat aralarında bir adım uzaklık kalınca her ağzı susturan ve her gözü donduran korkunç bir şey oldu; arkadan gelen, şeytan gibi bir çığlık koparmış ve önündekinin üstünden atlamıştı. Rakibinin zafer kazandığını gören birinci cambaz; dengesini kaybetmiş, sırığını elinden bırakmış ve sırığından önce; bir kol, bacak kasırgası halinde aşağıya düşmüştü. Panayır ve halk, fırtına kopmuş denize dönmüştü. Herkes birbirini çiğneyerek kaçmış ve cambazın vücudunun çarpacağı yer büsbütün boşalmıştı. Fakat Zerdüşt yerinde kaldı. Cambazın vücudu henüz canlı, fakat paramparça bir halde onun yanına düştü. Bir an sonra adam kendine geldi ve Zerdüşt’ü yanında diz çökmüş halde gördü. “Orada ne yapıyorsun?” dedi. “Çoktan biliyordum ki şeytan benim bacağımı kıracak. Şimdi beni cehenneme sürüklüyor. Onun elinden almak mı istiyorsun?” Zerdüşt; “Şerefimle söylerim ki dostum, söylediğin şeylerin hiçbirisi yoktur. Şeytan yoktur ve cehennem yoktur. Ruhun, bedeninden daha önce ölecektir. Artık hiçbir şeyden korkma.” dedi. Adam, güvensizlikle gözlerini açtı. “Söylediğin doğru ise” dedi, “hayatımı kaybetmekle bir şey kaybetmiş olmayacağım. Ben, dayakla ve açlıkla oyun öğretilmiş hayvandan pek fazla bir şey değilim.” “Hayır,” dedi Zerdüşt “sen mesleğini tehlikeden yarattın. Bunda küçümsenecek bir şey yok. Şimdi de mesleğin yüzünden ölüyorsun. Bunun için seni kendi ellerimle gömeceğim.” Zerdüşt bunu söylediğinde son nefesini vermekte olan adam, artık ses çıkarmadı; yalnız, sanki teşekkür etmek için Zerdüşt’ün elini arıyormuş gibi elini kımıldattı.>>>
Metin Nart
Comments