top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Mizgin Bulut'la Yokuş Aksanı'nı Konuştuk


Mizgin merhaba. Seni, geçtiğimiz aylarda İthaki Yayınları’ndan çıkan “Yokuş Aksanı” kitabınla tanıdık. Öncelikle yolu açık olsun. Dergilerden ismine aşina olanlar vardır muhakkak. Bir de ben sormak isterim, Mizgin Bulut kimdir, yazı hayatına nasıl başlamıştır?

Otobiyografik bir şeylerden bahsetmek gerekiyorsa, Şanlıurfa’da doğdum, liseye kadar olan öğrenimimi de orada tamamladım. Sonraki süreci, yedi yıl İstanbul’da geçirdim. Öğretmenim, yazıp okumak dışında salgından önce tutkuyla sürdürdüğüm işlerin başında öğretmenlik vardı. Şimdilik herkes gibi evde, süreci en verimli biçimde geçirmeye çalışıyorum.

Yazmak bana her zaman iyi hissettirdi. Yayımlamaksa, yazmaktan çok sonra geldi. İlk öykü ve şiirlerim, lise sıralarında okumayı, yazmayı seven bir grup arkadaşımla çıkardığımız dergiler aracılığıyla yayımlandı. Zamanla daha çok dergi takip etmeye, okumaya başladık. Bu etkileşim ise beni dergilere yazı, şiir, öykü gönderme konusunda cesaretlendirdi. Böylelikle yazınsal anlamda heyecan verici süreç başlamış oldu. Hâlâ da aynı heyecanla sürüyor.


Kitabının ilk öyküsü olan “Devoğlan”dan bahsetmek isterim. Çarpıcı bir final öyküsü diyebiliriz. Henüz kitabı okumayanlar için öyküye dair fazla ipucu vermek istemeden bir soru yöneltmek istiyorum. Okuyucuya bir yandan kadınlık, doğurganlık, toplumsal ön kabuller üzerinden bir sorgulama yaşatırken, diğer yandan rotayı bir başka yöne çeviriyorsun. Diğer öykülerini de düşünecek olursak, görünenin ardını göstermek ister gibisin hep. Bununla ilgili bize, okuyuculara ne söylemek istersin?

Devoğlan, birçok açıdan toplumun hep perde arkasında konuşulan konularına özellikle işaret etmek istediğim bir öyküydü. Kadının kendini kabul ettirme çabası, buna karşın toplumun mümkün olduğunca kaskatı ve acımasız biçimde yaklaşması günlük hayatımızda defalarca karşılaştığımız bir gerçek. Bu gerçeği yok saymak, yazmamak, anlatmamak beni hiçbir zaman bir çözüm getirebileceğine inandırmadı. Kadın, kendi benliğini kurmaya çalışırken ona hep, hayır bu da olmadı, diyebilen bir duvar dikiliyor karşısına. Adına eş, arkadaş, sevgili, anne, baba dediğimiz bu duvara çarpan her kadının bir gün onu yıkabilmesini diliyorum. Aslına bakılırsa bu görünenin ardı değil, görünen kısım tam da bu, sadece kimse bakmak istemiyor.


“Sahibinden Satılık” adlı öykünde “Hakkı olan ölümdü…” diye bir cümle geçiyor. Toplumsal yönü kuvvetli bir öykü diyebiliriz. Bir yüzleşme hikayesi olarak başlasa da yine ilk öyküde olduğu gibi ilerledikçe başka bir yere eviriliyor hikaye. “Mermer Ocağı” öykünle de bir düzlemde değerlendirmek gerekirse, toplumsal olayların öykülerinde kapladığı alan nedir?

Herhangi bir olaya karşı, bireylerin ortak tutumuyla toplum görüsü dediğimiz şey oluşuyor. Bu görü, bir biçimde bundan ayrı düşünen bireyi etkiliyor ve yaşamında bir yer ediniyor. Çünkü buna maruz kalıyor. İkisini, toplumu ve bireyi, birbirinden ayrı düşünmek çok zor.

Buna bağlı olarak, toplumsal meselelerin öykülerimde bir yer edinmesi kaçınılmazdı. Fakat temelde bunu, küçük resimden büyük olanı çıkarmakta çok zorlamayacak biçimde, birey özelinde ele almaya çalıştım.


Öykülerinde gerek alıntı, gerekse kahramanlarının adı üzerinden Sait Faik Abasıyanık’a atıflar var. Yine aynı şekilde Bilge Karasu, Ahmet Güntan da adı geçen isimler. Özellikle Sait Faik’in senin edebiyat dünyandaki yerini biraz dinleyebilir miyiz? Ve diğer isimleri…

Sait Faik’in öykülerinde, yalnız ötekinin değil her yerden, her konumdan insanın yer alması, asıl meselesinin insan olması ve günlük hayata çok yakından bakabilmesi beni etkileyen yönlerinden biri. Elbette her biri benim yazın sürecim için özel isimler. Yazılmamış olsa bile çok isim var. Kitaptaki her alıntı, kendi öyküsünü kendi seçti diyebilirim.


“Makasla Yürümek” gelenekler üzerinden aktarılan bir yas hikâyesi. Kadim kültür, sözlü edebiyat beslendiğin alanlar mıdır? Ya da daha genel bir soruyla devam edelim. Beslendiğin, ilham aldığın, seni yazmaya iten şeyler nelerdir?

Hikâyeler dinleyerek büyümüş ve onları da çok sevmiş biri olarak sözlü edebiyatı önemsiyorum. Bu alanın beni beslediği ya da ilham kaynağı olduğu noktalar yok diyemem. Birçok etken içinde bunun önemli bir yeri olduğunu söyleyebilirim ancak. Adına ilham mı demeliyim emin değilim ama yazmaya, içimdeki hikâyeye yakın hissettiğim anlarda, içgüdüsel olarak atılıyorum.

Makasla Yürümek’te anlatmaya çalıştığım gelenek bana göre bir kurmaca olsa da ülkenin bir yerinde gerçek olma olasılığı çok yüksek. Aynı topraklarda olsa da birçok milletin, kendi kaybını aynı biçimde uğurlaması beklenemezdi zaten. Daha da açık olması için burada yine kitabın adına selam çaktığımı da itiraf etmeliyim. Yas, koca ve tek bir dil gibi dursa da sayamayacağımız, bilemeyeceğiz kadar çok aksanı var. Birini de Makasla Yürümek’te ben konuşayım istedim.


Öykünün dışında, şiir de yazdığını biliyoruz. Şiir ve öykü iç içe alanlar mıdır, birbirlerinden ayrılan noktalar nelerdir? Bu konudaki düşüncelerini merak ediyorum.

Bir zamanın ve kurulmuş bir mekânın olması öyküyü şiirden ayıran noktalardan bazıları. İkisini birbiriyle kıyaslamak da birbirine yaklaştırmak da çok güç… Her ikisi de farklı özveri ve disiplin gerektiren alanlar. Elbette birbirlerine temas etmeleri, her birinde ötekine dair bir şey bulunabilmesi olağan ama bu ancak yazan kişi özelinde böyle olabilir.


“Çerçeve ya da Senden Sonraki Yaz” yalnızlık üzerine kurulu bir öykü. Burada maruz kalınan bir yalnızlıktan söz ediyoruz. Buradan yola çıkarak, edebiyat dünyasında yazarlar kendini yalnız hissediyor mu, yoksa bir birliktelik var mı sence?

Ben hissetmiyorum, aksine başından beri güçlü hissettirdi bu süreç bana. Hem yayıncım, hem editörüm, hem aynı yayınevinde olan arkadaşlarım gereken hiçbir desteği esirgemediler. Olması gereken de bu ama zaman zaman aksi şeyler de duyuyor, görüyor ve yaşayabiliyoruz. Özellikle son dönemde kadınların, yayın dünyasında karşılaştığı güçlükleri yine birbirlerinden destek alarak ortaya çıkarmaya cesaret edebildiği çok fazla şey duyduk. Onların tüm bunlar karşısında yalnız hissettikleri her an için üzgünüm. Umarım daha şeffaf ve sahici etkileşimlere vesile olur bu cesaret.


İshak Edebiyat adına çok teşekkür ederim. Umarım bu senin için bir başlangıçtır. Sevgiler…

Rica ederim. Kıymetli soruların için sana ve İshak Edebiyat ekibine teşekkürlerimi gönderiyorum. Selamlar, sevgiler…


Röportaj: Vildan Külahlı Tanış


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page