Sonat Yurtçu’nun ilk öykü kitabı Aramızdaki Fikret, “Yaşamalısın” adlı sarsıcı bir öyküyle karşılar okuru. Anlatıcı bir adamı öldürmüştür ve ikincisini de öldürmek üzeredir. Öyküde katmanlı olarak bu cinayetlerin sebepleri birer birer anlatılırken aynı zamanda anlatıcının hayatına dair önemli gizleri de açığa çıkar.
Öykünün girişinde anlatıcı Müslüm sevdiğini belirtir. Aslında ilk olarak bu müzik seçiminde kendine dair gizleri açıklamaya başlar. Önceleri tam bir Sezen Aksu hayranıdır ve tıpkı onun gibi konuşabilmeyi arzular. Hatta Sezen’in o küt saçlarına o kadar tutkuludur ki ona benzer bir peruk alır, bir de elbise ayarlar. Tüm cesaretini toplayarak barın birinde üstüne değiştirip çıkar. Tam da bu noktada anlatıcının trans bir kadın mı yoksa transvestit bir kişilik mi olduğu tartışmaya açık bir şekilde bırakılır. Ancak daha öykünün başında Yeşim adlı bir kıza âşık olduğu belirtilen anlatıcının cinsel yönelimini tespit edebilmek daha da çetrefilli bir hal alır. Bu bağlamda da öykü kuir teori bağlamında okumaya uygundur.
Anlatıcının kılık değiştirip dışarı çıkması birbirinden farklı duygularını açığa çıkarır. Bir yandan pişmanlık vardır, ki Yeşim’in kendisini bu şekilde görmesini istemez, bir yandan da rahat ve mutlu hissetmektedir. Kılık değiştirdiği anda herhangi bir cinsel doyum yaşanmaz. Yani bu kıyafetleri aynanın karşısında sadece kendini tatmin etmek için giymemiştir. Bundan dolayı da onun bir transvestit olabilme olasılığı azalır. Sezen Aksu peruğu, makyajı, kıyafeti derken tamamen tanınmaz bir halde yürürken laf atanlar olur, kendini tuhaf hisseder. Çilem Bar’a girdiğinde aslında bazı şeyler daha bir netlik kazanır. “Masadayken garson geldi, “Abla ne istersin” diye sordu. Bana “Abla” dedi. Hoşuma gitti. Yüzüm güldü.” Bir garsonun ona abla demesi onu gerçekten mutlu etmiştir. Aslında o garsonun gördüğü kişi olmak istediği kişidir ve yıllarca bunu saklamış, bastırmış, reddetmiş ama bir noktada açığa çıkmıştır. Anlatıcının çocukluğuna dair herhangi bir bilgi verilmemiştir. Sadece gizlice aldığı Sezen peruğunu, evde yalnız olduğu zamanlar takıp şarkı söylemektedir, hepsi bu. Onun trans bir birey olduğuna dair başka belirti yoktur. Hatta bir de ortada Yeşim vardır. Burada önemli olan Yeşim’e gerçekten âşık mıdır yoksa Yeşim’e olan aşk onun kendi kimliğini reddedişinin temsili midir? Yanlış bir bedende doğduğunun farkındadır ve bu durumu kabullenmemek için bir kıza âşık olduğu yalanına kendini de inandırarak hetero taklidi mi yapmaktadır yoksa trans bir birey ve aynı zamanda da kadınlardan hoşlanan bir eşcinsel midir? Sonat Yurtçu öyle bir karakter yaratmıştır ki bu sorular daha da çoğaltılabilir. Hatta garsonun ona abla demesinden mutlu olduktan sonra “Ulan, dedim kendi kendime, ben ibne miyim?” diye bir öz sorgulama yapar ve “Öyleymişim” diyerek bir kabulleniş gösterir. Burada anlatıcının pek bir bilgisinin olmadığı anlaşılır. Daima bastırılmış yaşamıştır ve bir kimlik karmaşasının tam ortasındadır.
Öykünün başlangıcında tek bildiğimiz anlatıcının Yeşim denilen bir kıza âşık olduğu, bir adam öldürdüğü, ikincisini bağlı tuttuğu ve Müslüm dinlediğidir. Anlatıcının Müslüm dinlemeye nasıl alıştığını anlatması sarsıcı bir gerçeği de açığa çıkarır ve resmen şok etkisi yaratır. Anlatıcıyı Müslüm dinlemeye alıştıran Halim adlı bir adamdır ve anlatıcı bu adamla arabanın içinde yatmaktadır. Bu durum şöyle anlatılır: “Geceleri köprünün karşısına arabayı çeker, dörtlüleri yakardı. Telefonuma cevapsız çağrı gelirdi, bakardım karşıda bekliyor iğrenç yeşil arabasıyla. Taksi durağının oradan kalkıp yolun karşısına geçerdim, arabaya binerdim. Hiçbir şey demezdi. Ne zaman binsem aynı şarkı çalardı teypte… (…) Benim aklımda Yeşim vardı. Yeşim ne yapıyor, diye düşünürdüm. O, Halim piçi üstümdeyken… Her zaman da bilerek yapıyormuş gibi caminin köşesinde arabada hallederdi işini.”
Bir garsonun ona “abla” demesiyle mutlu olan anlatıcı nasıl oldu da istemediği adamların altına yatan bir seks işçisine dönüştü? Bu sorunun cevabı da yine Sezen şarkılarıyla bağlantılıdır. Anlatıcı o kadın kılığına girdiği gece üstünü tekrar değiştirirken babasının bir akrabası tarafından görülmüştür. Sonrasını anlatıcı şu şekilde anlatır: “Bir ay boyunca beni bir bodrum katına kapattılar. Gözümü açıyorum, biri dövüyor, böyle kalın halatlarla vuruyorlar. Bayılıyorum. Hoop geri ayılıp, şekerli su içirip bir daha dayak. Bir ay güneş görmedim, başımda sadece üç adamın yüzü vardı. Adım bir kere çıktı ya babam istemedi beni buralarda, bir hastane önüne attılar. Çöp poşeti gibi bıraktılar.” Bunun üzerine anlatıcı bir süre sokaklarda, balicilerin yanında yaşar. Bir gün de babasının dükkânına giderek elindeki sallamayla onu öldürür. Cezaevi yıllarında anlatıcının ne cinsel kimliğine ne de yönelimine dair herhangi bir belirti aktarılmaz. Ta ki koğuşa bir klarnetçi bir de pezevenk gelene kadar. Pezevenk Recep anlatıcının yıllardır bastırdığı duygularını hisseder. “Herkesi kandırmışsın, ben yemem” dedi. Tam çıkarken kolundan tuttum, “Hayırdır neyi yemezmişsin” dedim. Kolumu itip geçti içeriye. Benim bile yıllardır unuttuğum hisleri uyandırdı içimde, bar tuvaletinin aynasına baktığım an aklıma geldi.” Recep de nasıl pezevenklik yapmaya başladığını anlatınca bir samimiyet oluşur anlatıcı ile. Hapisten çıkınca da ortalıkta kalmaması için bir adres verir Recep. Anlatıcı da bu adrese onun ismiyle gider ve zamanla ablaların elinde yontulur, Halim’in pis bedeninin altında yatmaya mecbur bir seks işçisine dönüşür. Bu süreç şu şekilde anlatılır: “Ben artık ablaların elinde yontulmuş, sokakta polisin dayağına şerbetli, muhafazakâr erkeklerin bir numaralı adresi olmuştum.”
Anlatıcının yaşamının bu kesiti onun şartlar nedeniyle seks işçisi olduğunu gösterir ancak aklında hâlâ Yeşim’in olması bazı soruları cevapsız bırakmaya devam etmektedir.
Gelelim cinayetlere. Aslında cinayetler de bir aşk cinayetidir. Yeşim’in bir polisle evlendiğini, onun da sürekli Yeşim’i dövdüğünü duyar. Bir süre sonra da Yeşim’in bir anda kaybolduğunu öğrenir. Gerçeği ise Halim’in sarhoş olduğu bir anında öğrenir. Yeşim’in kocası Yeşim’i öldürmüş ve Halim ile birlikte gizlice gömmüştür. Anlatıcı önce Halim’i öldürür. “Halim bir gece yine geldiğinde, aklına girip bizim kaldığımız eve götürdüm bunu. Eve girdik, soyundu, birasını açtı. İçeriden kasaturayı aldım, daldım odaya. Elini, kolunu, sikini, neyi varsa hepsini kopardım. Hangi gece? Doğru cevap: Bu gece!” Anlatıcının tüm bunları anlattığı kişi ise Halim’in arkadaşı ve Yeşim’in polis kocasıdır. Onu da öldürecektir ve bunu hem Yeşim’in hem de eziyete ve işkencelere maruz kalan tüm “ötekileştirilenler”in intikamını almak için yapacaktır.
Öykünün kuir perspektiften okunabileceğini daha önce belirtmiştim. Queer/kuir teorinin sadece eşcinsellikle alakalı olduğuna dair yaygın ama yanlış bir görüş vardır. Evet, kuir teorinin çıkış noktası eşcinsel hareketleridir ancak sadece eşcinsellikle sınırlı değildir. İlkay Özküralpli “Quuer Teori” adlı yazısında bu konuyu en anlaşılır biçimiyle şu şekilde özetlemiştir: “Queer, heteronormatif sistemin mutlaklaştırdığı cinsel kimliklerin yanı sıra, aynı zamanda kolektif bir eşcinsel kimliğin savunulmasına, mutlak bir kimlik tanımına karşıdır. Queer teorinin kimlik anlayışı, çoklu çelişkili, parçalı, tutarsız, istikrarsız ve akışkandır. Bu anlamda, eşcinsel hareketten farklı olarak biseksüel, interseks ve trans bireylerinki gibi muğlak cinsellikleri de rahatlıkla sorunsallaştırabilir. Bireysel cinsel tercihleri eleştirmez, sadece bu tercihin kolektif grup politikaları içinde mutlaklaştırılmasına karşıdır; tekil olanın evrenselleştirilmesine karşıdır.” Sonat Yurtçu tam da bunu yapar öykü kahramanının cinsel kimlik veya yönelimini keskin hatlarla belirtmeyerek. Yazının başında öykü kahramanın cinsel yönelim veya kimliğine dair birçok çıkarım yapmamıza rağmen mutlak bir “etiketlendirme” yapılamaz. Sonat Yurtçu da heteronormatif sistemin koymuş olduğu yok efendim eşcinsel erkekler kız gibi olur, sesleri incedir, kadınsıdır, kırılır, ay, ayol konuşur veya lezbiyen kadınlar erkek gibi davranır, saçlarını kestirir gibi kuralları, öykü kahramanının cinsel kimlik veya yönelimini belirsizleştirerek bir noktada heteronormatif düzene karşı çıkar. Aynı zamanda öykü kahramanını hem eli bıçaklı bir maço, hem saçlı sakallı koğuş ağası, hem Sezen Aksu misali çıtı pıtı bir kız hem de peruklu makyajlı bir seks işçisi şeklinde göstererek heteronormatif düzenin koyduğu etiketleri yıkmıştır. Bu bağlamda “Yaşamalısın” öyküsü bir başkaldırı öyküsü olarak da okunabilir.
Not: “Yaşamalısın” öyküsünden yapılan tüm alıntılar Sonat Yurtçu, Aramızdaki Fikret, İthaki Yayınları, İstanbul 2022 künyeli kitaptan alınmıştır.
Not: İlkay Özküralpli’nin “Quuer Teori” adlı yazısından yapılan alıntılar Feryal Saygılıgil (haz.), Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları, Dipnot Yayınları, Ankara 2016 künyeli kitaptan alınmıştır.
Mustafa Bostan
Comments