top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Ocak Ayında Yayımlanmış Öne Çıkan Bazı Öykü Kitapları


Orhan Duru’nun ikinci öykü kitabı Denge Uzmanı (1962) yeni bir editörlükle Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlandı.

Denge Uzmanı, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun ikinci kitabı. Biçemiyle, kurgusuyla ne ölçüde yenilikçi, seçkin, öncü bir kitap olduğu bugün de apaçık ortada.

Orhan Duru sözü kırk parçaya bölerek düşün gerçeğini, saçmanın anlamını, umutsuzluğun neşesini yaratıyor.


“En sonunda ben de baktım fotoğrafıma. Dehşet içinde kaldım. Korktum. Acayip bir adam oturuyordu bir tahta sandalyede. Arkasında kara bir perde. Perdenin üzerinde kuş resimleri.”

 

Orhan Veli eğer biraz daha uzun yaşayabilseydi, kısa ömründe yazdığı şiirlerle yarattığı etkiyi hikâyeleriyle de yaratabilir miydi? Buna cevap vermek güç ancak yazdığı az sayıdaki hikâyeyle bile hiç de küçümsenmemesi gereken bir yazar olduğunu kanıtlamıştır. Onun insanları, tartışmaları, söylemek istedikleri, hem bir şairin hem de kendini halktan ayrı bir yere konumlandırmayan bir aydının sesini taşır. Kendini saklama gereği duymayan, dili ve kurguyu ötelemeyen, karakterlere sırt çevirmeyen hikâyeleri ile Orhan Veli sadece iyi bir şair değil, dönüp dönüp okunması gereken bir yazar aynı zamanda.


“Ölümü düşündüm. Ölümlerin en kötüsü, bir bataklıkta, çırpına çırpına, ümidin her an biraz daha azaldığını göre göre ölmekmiş gibi duymuştum. O geldi aklıma. Deniz uğruna, denize el sürebilmek uğruna ölüm!”

 

Nar bahçesine sığındık.

Kırmızı bir elmayı paylaşmıştık gelmeden önce.

Her geldiğimde kavun kokusu alıyorum ben bu tarladan, dedim.

O da dedi ki, büyük babam kavun ekiyormuş yıllar önce buralara, ondandır.

 

“Çok sevip saydığım bir kimseyi anlatacağım sana Selim beyi. İlhami Ziya kardeşimi. Kendisi mucittir. Aklı mantığı hep kıymetli. Şehir işgal altında. Ona rağmen hayat aksamadan devam ediyor. Sanki hiç işgal yokmuş gibi, civarda keyfi kıyak dolaşıyor gavatlar. Bir de garip ki şehir aslında açlık yokluk içinde kıvranıyor. Of! Görme hali!”

Çağdaş öykücülüğümüzün güçlü kalemlerinden Deniz Tarsus, yeni bir kitapla, Ben Murtaza öyküleriyle geliyor. Yepyeni bir anlatıcıyı, yeni, yaşamın içinden, edebiyat geleneğimizin göğsünden hikâyeleriyle okuyacaksınız. Edebiyatımızın kalıcı eserlerinden biri olmaya aday, Ben Murtaza.

 

Ve bir ot öldüğünde çocuklar da ölür, zira ziyadesiyle uygarlaşmış anneleri onlara yeterince süt veremez. Yaşamın sürmesini sağlayan şeyler, “medeni değil” dediklerimizdir, sudur, ottur, hayvanlardır. Hepsinin temeli, küçümsediğimiz her şeydir. Sanırız ki deha medeniyetten doğar. Medeniyet dehayı işler sadece, kültürün unsurlarını yaratan doğadır ve bizler onun basit işbirlikçilerinden öte varlıklar değiliz.

 

PRT’lar 0.6-7.6 saniye süren, frekansı 1.7-22kHz arasında değişen tiz bir osurma sesiyle sonuçlanır. Diğer balıklara göre işitme duyuları daha hassas olan ringalar yoğunlukları arttıkça daha fazla PRT’larlar. PRT’lamayı diğer ringalarla iletişim kurmak için yaptıkları düşünülmektedir. Özellikle karanlıkta bu yolla birbirlerini rahatça bulur ve birlikte hareket ederler.

 

Şebnem Balevi, çok güzel bir “ilk kitap”la Alakarga Yayınları’nda. Olmaz Diye Düşündüğümüz Şeyler, yaşamımızı çevreleyen büyüleyici düşlerin, olanakların, kâbus ve mucizelerin öykülerini anlatıyor. Çok sevileceğini düşünüyoruz.

« Papağan -karım ona Mavi adını koydu- her seferinde durmadan öldü, öldü diye tekrar ediyor. Bazı geceler elektrik olmadığı için bütün işi el feneri ile yapmamız gerekiyor. Fenerin ışığında kırık cam parçaları gibi parlayan gözleriyle bizi izliyorlar. »

 

“İnançsız biri değildim; inancı kaybolmaya başlayan biriydim. Beni öne sürmüş çocukluğum vardı. Bir kentim yoktu. Kenti olmayan insan ne yazabilirdi ki? Son cümlesinin rüzgârın sesi olduğunu bildiğim kitabımın önceki cümlelerinin ne olduğunu bilmiyordum. Annem haklıydı: Yazamayacaktım. Üzerinden silginin acımasızca geçtiği üç harfli bir kelimeydim: Ben.”

Mahsum Ece, Dağılmalar’da yer alan öykülerinde şimdiki zamanı ve geçmişi birbirinden ayıran çizgiyi yok ediyor, böylece karakterlerinin hafızaları, labirentlerle dolu ve çok renkli bir dünyaya dönüşüyor.

Masalsı günleri köy yollarının çamuruna bulananlar, baktıkları her yerde kendilerini görmek isteyen politikacılar, büyükşehirlerde vakitlerini birbirlerinin üstüne yığan modern zaman insanları, dünyanın bir köşesinde unutulmayı hayat sananlar, hayat nedir bilmeyenler...

Mahsum Ece, ilk kitabında özgün bir ses yaratıyor. Dağılmalar, hiç bitmeyen düşlere, hiç bitmeyecek bir ek...

 

Hamza, modernizmin tam ortasında yaşayan bir Müslüman gencin trajikomik hikâyesi. Herkesin az çok bildiği siyasi, felsefi ve tarihi olaylar, kitapta, alıştığımız bağlamından koparılıp, şaşırtıcı bir üslup ve masalsı bir anlatımla yeniden kurgulanıyor. Yazar; mizahı ve edebiyatı açıkça ‘kullanarak’ aslında çağ ve İslam hakkında derin bir tefekküre çağırıyor okuyucuyu. Mesajdan da sanattan da vazgeçmiyor. “Mesele”sini anlatmak için; kurmacanın, bilinç akışının ve ironinin imkânlarından sonuna kadar faydalanıyor.

 

İnsanı insanın aynasında görüntüleyen öyküler… Kendimizle aramıza bir köprü kurup o köprüden yine kendimize ulaşmamızı sağlar. Bazı öyküler vardır, kısa bir zamanın içinde uzun bir yolculuğa çıkarır insanı. Bazı öyküler vardır, duygusu bir yerlerden çok tanıdık gelir. Köpekler Akşamı işte böyle öykülerin kitabı. Her öyküsünde kamera başka bir köşeye odaklanıyor ve her köşede yine, yeniden kendimize çıkıyor. İnsanın, üzerine uzun tiratlar yazdığı bir ömrün içinde ansızın durmak, durup da insanı temaşa etmek, böyleyken böyleyken bir öykü ırmağına ulaşmak… Kısa, öz ve etkileyici bir öyküye susamış olanların ırmağı Köpekler Akşamı, Bülent Ata’nın coğrafyasından hanelerimizin toprağına dökülüyor.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page