Ömer cebini yokladı, sustalıyı çıkardı.
Uzun yıllar sonra bir öpüşü anımsayan,
böylelikle kendini bulan bir ağız gibi aralandı avucu.
“Güler Yüzlü Bir Komşu”[1]
Tomris Uyar’ın ilk dönem eserlerinden Ödeşmeler ve Şahmeran Hikâyesi (1973) iktidar ilişkilerinin aile-toplum-mülkiyet odağında görünür kılındığı öykülerden oluşur. Kitabın ilk bölümü Ödeşmeler’de çaresizliğin/eylemenin kıyısında dolaşan karakterler aracılığıyla öyküler birbirine bağlanır. Dış dünya ile içsel alanı arasında sıkışmış kalmış, bir iç denge için çabalamayan, adım atamadığı için yeniden başlayamayan öykü kişilerinin tutsaklığına tanıklık edilir. Bazen de okurun bu tanıklığı, esaretinin farkına varıp ilk adımı atan karakterin özgürleşme ânına yönelik bir ortaklığa dönüşür. Ödeşmeler’de özgürlük, ihtimal ya da henüz sınırına bile ulaşılamamış bir kayıp yer olarak kitabın önemli izleklerinden biridir.
Ödeşmeler’in ilk öyküsü “Önsöz”de, kuşaklar arası aktarılarak büyümüş bir yumakla karşılaşırız. Her kuşağın bir öncekinden devraldığı yük, ailenin en küçüğü, kız torun üzerinden düğümlenen bir soruna dönüşmüştür. Ona sormazlar; okumak ya da evlenmek… Hangisinin ailenin refahı için daha kârlı olduğunu tartışmak üzere toplanmışlardır. “Dişiliğin kilidi kendisine geri verilmiş nene” de anne de itiraz etmez bu tavra.[2] Aile, sistemin sorunsuz bir işleyeni olarak görevini devam ettirecek olandır. Evin içine hapsedilmiş kadınların keskin çizgilerle belirlenmiş tüketim alışkanlıklarını benimsemeleri dış dünyayla uzlaştıklarını gösterir. Bu noktada özgürlük de aile büyüklerinin gölgesinde atanın/babanın sahibi olduğu eve, kadınlar için biçilmiş rollere hapsedilmiştir. Öykü boyunca sesini duymadığımız tek kişi, hakkında kararlar alınan küçük kızdır. Bir köşede sessizce tırnak yemeye devam ederken ödeşeceği günün gelmesini bekler.[3]
Ödeşmek için başkasıyla eşit şartlarda bir karşılaşma gerekir. Yani özgürlük için önce kendi sınırlarının dışına çıkmak, dışarıyı tanımak ve yabancı olanla temasa geçmek elzemdir. Hannah Arendt, “Bizler kendimizle etkileşim içinde değil, önce başkalarıyla etkileşimimiz sırasında özgürlüğün ya da karşıtının farkına varırız.” der.[4] Yani içsel özgürlüğün yolu da dış dünyadan geçmektedir. “Önsöz”deki küçük kız kendi esaretiyle ilk kez başkası yoluyla, aile büyüklerinin sözünde karşılaşmıştır; şimdi hakiki bir hesaplaşma için bekleyecek ve belki de ilk adımı atma ihtimali buradan doğacaktır.
Ödeşmeler’in bir diğer öyküsü “Köpük”te ise geçmişinin hayaletinden kurtulamamış, tam da bu yüzden içsel olarak özgür kalamamış kendi zihninde bir “ev” yaratamamış Bedia’nın hikâyesidir anlatılan. Yıllar önce geride bıraktığı taşra, şimdinin “sedef tırnak cilaları, parlak iskambil kâğıtları, yüz temizleme sütleri” arasında kendini sıkıntı olarak yeniden kurmanın bir yolunu bulmuştur.[5] Kocası Macit de zengin konuklara, güzel kadınlara hatırlatır bu taşralılığı: “Karım halkın içinden gelme bir kadındır. Bakın tarhana çorbasını hâlâ kendi pişirir kimselere bırakmaz.”[6] Geçmişin, kendini başkasının bakışında dayatması, “buralı” olamamanın sancısı ile birleşince, arada kalmışlık dışarının sınırlarında tecrübe edilir. Bedia’nın zihnine eğilmesi, orada hesaplaşması ertelenmiş olur. İçsel özgürlüğün yolunu açacak olan “İsteyen ben ile yapan ben arasındaki iç çatışma” Bedia’da henüz ortaya çıkamamış, dışarının gölgesinde kalmıştır.[7] “Köpük”ün sonunda Bedia’nın, köyden geldiği sanılan kasketli yabancıya kapıyı açması; geçmişiyle, unuttuklarıyla, hatırlamadıklarıyla şiddetli bir yüzleşme imkânı sunacak, çatışmayı dışarıdan içe taşıyacaktır.
İnsanın dünyaya gelmiş olmasıyla özgür olması arasında doğrudan bir ilişki kuran Arendt, “İnsan bir başlangıç olduğu için başlamaya muktedirdir; insani olmak ve özgür olmak bir ve aynı şeydir.” [8] derken içinde eylemek için bir potansiyel taşıyan, var oluşuyla buna sahip olmuş kişinin durumundan bahseder. “Güler Yüzlü Bir Komşu”da Ömer, kırdığı tahta parçalarına bakarak ant içerken her şeyin başlangıcını, özgürlüğün kaynağını coşkuyla hatırlamış gibidir: “Bu gece Tanrı adına, bütün komşularım, sevdiklerim adına, onlar hatırına, kendi elimle hazırladığım o mezarı yine kendi elimle dolduracağım.”[9] Oysa Erol’la arasında çoktan bir çatlak oluşmuştur; kendisi sokaktayken ardından baktığı camın çatlağı gibi de belirgindir üstelik. Erol’un ve eniştenin işler bitirdiği, emirler verdiği odasına dışarıdan bakarken, içeride konuşulanların uğultusu kulağına gelirken çatlaktan günışığı sızmaktadır.[10] Öykü daha ilk paragrafta, Ömer’in kendisini mahkûm edildiği yerden, Mürüvvet Teyze’sini de yaşarken yerin altına, mezara sığınmak zorunda bırakanlardan kurtaracak o ilk adımın başlatanı olacağını müjdelemektedir.
Ömer’in dışarıdan içeri baktığı cam, “Yusuf ile Zeliha”da da sınırları belirginleştirmektedir. Ancak bu defa, Zeliha için “yeni eşyalarla dolu evinden dışarıyı izlediği, yaşamla arasına girmiş korkunç bir engel gibidir.”[11] Ömer için içeri dâhil olamamak anlamına gelen çatlak cam, Yusuf ve Zeliha’nın yepyeni eşyalarla doldurulmuş korunaklı evinde sapasağlamdır ve içeriye hapsolmayı çağrıştırır. Zeliha, baba evinden alışkındır, bunun süreceğinden korkar: “Zeliha’nın karşısındaki şu cam, bir sarmaşığı sevmek, denize göz atmak için değil, her şeyi, hepsini dışarıda tutmak için konulmuştu sanki.”[12] Evin Zeliha’ya geçmişi hatırlatması boşuna değildir: “Baharatçı Hacı Kasım Efendinin ucuza kapattığı arsaya kendi babası İzzet Bey’in diktiği bu apartmanda oturacaklardır bundan böyle [Yusuf’la.]”[13] Yazgı, onları adlarında birleştirmeden önce babalarının birbirine denk konumunda bir araya getirmiştir. Başka bir hayat ihtimalinin üzeri “babanın ceketinden eve sinmiş baharat kokusuyla,”[14] “uzak akrabalardan gelmiş gümüş eşyalarla”[15] örtülmüşken bir mucizeyle açılıverir. “Her yeni başlangıç, beklenmedik olmasıyla doğası gereği dünyaya sonsuz ihtimali sokar; gerçek denen şey de tam bu sonsuz ihtimallik durumundan başkası değildir.”[16] Zeliha’nın elindeki tepsinin devrilmesiyle çekimser başlayan gülüşmeleri sevinçli bir kahkaha olur önce. “Sonra iki çocuğun birbirine attığı renkli koca bir top oldu, büyüdü, büyüdü, çevrelerini kaplayan belirsizliğe, karanlığa doğru fırlamak için zıpladı, çılgınca döndü odanın köşelerini.”[17] Kaza ile gelen sevincin bu hâli yazgıyı kırar; esaret tam da o anda onları bir aradalığa mahkûm eden mülkiyetin ortadan kalkmasıyla dağılır, özgürlüğe kapı açar.
[1] Tomris Uyar, Ödeşmeler ve Şahmeran Hikâyesi, (İstanbul: YKY, 2020), 32. [2] A.g.e., 11. [3] A.g.e.,15. [4] Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, Çev. Bahadır Sina Şener, (İstanbul: İletişim, 2012), 201. [5] Uyar, 16. [6] Uyar, 17. [7] Arendt, 213. [8] A.g.e. ,226. [9] Uyar, 38. [10] A.g.e., 32. [11] A.g.e., 84. [12] A.g.e., 84. [13] A.g.e., 84. [14] A.g.e., 82. [15] A.g.e.,85. [16] Arendt, 229. [17] Uyar, 85.
Saliha Samanlı
コメント