top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Sencer Başat Yazdı- Göçler Dünyasında Yolculuğa Çıkanların Kitabı: İnisan Öyküleri

İdris Erdoğdu ile Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülü Töreni’nde tanıştık. Aynı sahnede ödül aldık ve sonrasında üretimlerimizi paylaşmaya başladık. Her bölgeden ve her mevsimden gelen bu dostluk genişledi, paylaşımlarımız bizi çoğaltmaya başladı.

Öğretmen İdris hocamın eserini de bu duygular içerisinde keyifle okudum ve aklımda kalan tadı paylaşmak istedim. Yazdığı öykülerdeki gibi o da bugünlerde haksızlığa uğruyor ve sürgünlükler yaşıyor. Kendi içindeki göçleri durdurmaya çalışırken bizleri öyküleriyle göçler dünyasında yolculuğa çıkarıyor.

Öyküleri okuyup bitirdiğimde aklımda; Anadolu’nun, köylünün, maddi yoksulluğun ve yoksunluğun, gönül zenginliğinin, hasretin ve sevdanın birleşimi bir mücadelede dik duran karakterler kalıyor. Yaşamı boyunca hak arayan, ezilenin ve güçsüzün yanında duran insanlardan; eşitlik için yazan, adalet için söyleyen ve özgürlüğü engellendiğinde karşı çıkan bir dil ustası ortaya çıkıyor.

Öykülerin arka planında yer alan ayrıntılı okumaların ve gözlemlerin birikimi; samimi ve sade bir dille birleşiyor. Temalar alışılmış konular gibi görünse de yaşanan gerçekliklere dayanan çok boyutlu kurgular akıcı bir dille ortaya konuyor. Bazı öykülerdeki imge yoğunluğu, bilgeliğe ulaşan söz ve sözcük gruplarıyla kaynaşıyor.

Köyü, köylüyü, iç göçü insanların kendi içlerine yaptıkları göçlerle anlatıyor İdris hocam. Doğaüstü olaylar ve aforizmalar yok, hayalleri bile hayatın gerçek akışından çıkarak okuyucuya sunuyor. Öykülerin dili yalın ve cümleler çok uzun değil. Karakterleri uzun uzun betimlemiyor, yaşadıklarıyla kendilerini anlatıyor insanlar, gerisini de okuyucunun hayal gücüne bırakıyor. Kadın karakterler güçlü ve kararlı; söylediğini yapıyor ve pes etmiyorlar. ‘Eksik’ öyküsünde, Zilif kadını “Koca tarladan çıkan mermer gömütün üstündeki aba gibiydi,” diye tanımlıyor.

Adalet kavramı çerçevesinde; köylünün garibanlığı ve fakirliğini anlatıyor. ‘Kaza’ öyküsüne, “Başkasının acısına yanmayanın, yarası iyileşmez,” diyerek başlıyor. Devlete ulaşmanın zorluğu ve köy yerindeki ağa baskısı, çok açık örnekleriyle sunuluyor. Sosyal adaletsizliği, toplumsal sorunları, fakirliği ve garibanlığı işleyen konulara ağırlık veriyor. ‘Herşey Kanun Dairesinde’ öyküsü ile devletin halktan uzaklaşması, bürokrasi ve sosyal adalet kavramı çerçevesinde; köylünün fakirliğini ve eğitimsizliğini işliyor. Ayrıca köylünün yaşamındaki zorluklar ile devletin köylünün gerçek sorunlarından uzak durmasını dile getiriyor. ‘Bit Muayenesi’ öyküsünde, gelenekler ile kara mizahın birleşimi bir anlatımda, hükümetin köylüye verdiği cezayı anlatıyor.

Basit ve sade insanların hayatlarının önemli noktalarını öne çıkarıyor. Toplumun içinde yaşadığı güç dengesi ile sınıfların arasındaki uzlaşmaz eşitsizliği bir çırpıda gösteriyor öyküleri. ‘Biz Köylüler’ isimli öyküsünü, “İşte böyle… Dedim ya biz köylüler basit insanlarız ama iyi değiliz. Şimdi diyeceksiniz ki kötülük bunun neresinde? Ben kötüyüz demedim ki sadece iyi değiliz dedim,” diyerek bitiriyor.

Deneme, anlatı ve sohbet tadındaki öykülerde sahneler yapay değil, her şey insanın ve doğanın içinden, doğanın bir parçası olarak geliyor. ‘Kar’ öyküsünde, kar ve kar yağışının anlatımında, duygularımız ve düşüncelerimiz donuyor. “Yerdeki beyazlık o kadar fazla ki yağan kar tanelerinin gölgeleri her defasında ayrı bir resim çiziyor,” diyerek betimlemesini sürdürüyor. Yöresel özellikler öyküleri zenginleştiriyor ve anlatımı keyifli bir hale getiriyor. Köy yaşamını yansıtan adetler ve gelenekler anlatılırken, karakterler arasındaki kurgusal bağ kopmuyor ve yerel dilin içinden seçilerek kurulan kelimelerle cümleler ve anlatım çoğalıyor.

İç göçün toplumsal etkileri birçok öyküde işlenirken, ‘Duvaklı Kefen ya da Araf’ta Konuşmalar’ öyküsü acı bir ölümü dillendiriyor. Üçleme olarak verilen son üç öyküde de iç göç ve göç sorunları ayrıntısıyla dile getiriliyor. Bazen roman türüne yakın fazladan yapılan açıklamalara dönüşen öyküler, teker teker ve topluca bir uzun öykü (novel) tadı veriyor. Bazı açıklamaların uzunluğu, bu üçlemedeki anlatımın akıcılığını engelliyor. ‘Kara Koyun’ ile terk edilen köy yaşamının öyküsü, ‘Kara Kış’ ile devam eden bir şehir öyküsünde karakterlerini canlı tutuyor. Üçlemenin son öyküsü ‘Karanlık’ ile köye geri dönüş, pişmanlıklar, hasret, kişisel tarihlerdeki anımsalar ve kültürel mirasın duyarlığı ortaya çıkıyor. Köyünü terk ettiğine pişman olan Yakup köyüne hasretini, karısına “Döl düşende gidelim” diyerek dile getiriyor. Üçleme bittiğinde, dağlarının nefesine, ovaların sesinin ve yaylaların gözelerinin karıştığını hissettiriyor.

‘Bir Ayrılık, Bir Yoksunluk, Bir Ölüm’ öyküsünde, akışkan ve insanın içine işleyen bir acının keskin dili yer alıyor. Yaşlılık ve acı el ele vererek okuyucuyu ayrılık ve ölüm arasında tercihler yapmaya zorluyor.

Öykülerde tam yerinde kullanılan yerel sözcükleri okurken, zaman buldukça sayfalarını karıştırdığım ciltler dolusu Türk Dil Kurumu basımı ‘Derleme Sözlüğü’ geliyor aklıma. Öykülerin içine serpiştirilmiş kelimelerin güzelliğine bakıyorum, bazıları okumanın akıcılığını keserken bazıları da cümlenin tam anlamını kazandıran kelimeler olarak karşıma çıkıyor. Sadece bir kaçına örnek veriyorum: leçek (sayfa 21), tertele (sayfa 22), gevik gevik (sayfa 28), kefiye (sayfa 34), geven (sayfa 36), müdara (sayfa 45), nahalef (sayfa 66), hışt (sayfa 72), efsene (sayfa 103), peg (sayfa 115), bevş (sayfa 118).

İdris hocamın köy kokulu yeni üretimlerini beklerken, okuru ve yorumu bol olsun, yolu açık olsun, diyorum.


Sencer Başat

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page