top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Serap Üstün Yazdı- Geçmiş Muayene İstasyonu

Neslihan Yiğitler, "Geçmiş Muayene İstasyonu" adlı ilk öykü kitabında yetmişlerden günümüze tuttuğu aynada bizi soluk soluğa takip ettiğimiz insan hikayeleriyle buluşturuyor. Sıkıştıkları zaman dilimlerinde, var olma çabalarıyla ana tanıklık eden kahramanlarımız bizi adeta yaşam-ölüm, gitmek-kalmak, öncesi-sonrası gelgitlerinde çapraz ateşe bırakıyor.

“Ölmekten korktuğu yüzünden anlaşılır mı insanın?” sorgusuyla çıktığımız kişisel olduğu kadar tarihi yolculukta, yürüdüğümüz utanç duvarı boyunca hak ve adalet kavramlarıyla yüzleşiyoruz. Almanya’dan yurda dönüp dönmemekte kararsız kalıyor, oradayken neleri özlediğimizi koyduğumuz kefenin akıbetine odaklanıyoruz. Hazırladığımız yanıtların ancak sorularıyla karşılaştıklarında işlevsel oldukları gerçeğiyle nasıl baş edeceğimiz konusu ise yazar tarafından ustaca biz okurların hayal gücüne teslim ediliyor.

Göçmenlerin yaşantılarına tüm çıplaklığıyla eşlik ediyoruz. Nereli olduğumuzun önemine gelince; işte o noktanın bir basketbol maçında kazanmaya veya kaybetmeye ne kadar benzemediğini içimiz buruk, yüzümüzde donup kalmış bir kabul beklentisiyle duyumsuyoruz. Bizi sarsan, aldığımız kötü haberler üzerine yaptığımız planların işlememesi kadar, göze alınan tehlikelerin tam olarak neresinde durduğumuz. Çünkü söz konusu olan ailemiz ve geleceğimiz ise pek çok şey üzerinde yeniden düşünmeye değer.

Öyle ayrıntılar vardır ki ait oldukları yıllara damga vurur. Emel Sayın kırmızı ojesi gibi. Yazarla kurduğumuz organik bağ, öyküler boyunca işte tam da böyle kaynaklardan besleniyor. Her ne olursa olsun, yaşanan acıların kırık cam parçasıyla içimize kazınmasından, hangi yaranın kaç günde iyileşeceğinin bilgisini içeren bir zaman kullanma kılavuzu dileğine kadar, sahici geliyor. Hayatta gerçekten umursadığımız ve umursamadığımız neler var, buna kafa yormanın inceliklerini öğreniyoruz. Rutinlerimiz, baş kaldırdıklarımız, sineye çektiklerimiz, hiç üzerinde durmadıklarımız… Yaşadığı hayattan memnun olanlar kadar olmayanlar, daha önemlisi, tarafının bile farkında olmayanlar var. Sesli söylenenlerden de çok söylenemeyenler.

Satırlarda ilerlerken üzerimizi kaplayan sis perdesi öyle anlarda kalkıyor ki kimi öyküde sözlerini ezbere bildiğimiz buruk bir Livaneli şarkısıyla, kimisinde Nazım’ın ölümü anlatırken ölümsüz olmuş dizeleriyle burun buruna geliyoruz. Düştüğümüz dertlerin hiçbirini takip ederken trajedi yaşamıyoruz. Aksine, Yiğitler’in çıkmazları ele alışında da hep ışığını hissettirdiği bir parça umut ve çokça direniş var. İçinden daha güçlü çıktığımız savaş sahnelerini ruhumuzun derinliklerinde yaşıyoruz.

Neslihan Yiğitler, kendi deyimiyle “bazı oyunlar” kattığı başarılı kurgularında, yaratmadaki gözlem gücünü kanıtlıyor. Karakterler ve olaylar, anahtar kilit uyumuyla onun kaleminden bir sinema perdesine yansır gibi. Seyrederken aldığımız keyif, bizi peşinden sürüklendiğimiz yeni maceralara taşıyor. Toplumsal olaylar, bireysel sorunlardan yola çıkılarak gözümüzün içine sokulmadan anlatılıyor. Bu anlamda, yaptıklarından olduğu kadar yapmadıklarından da sorumlu kılınan her birey sanık koltuğuna oturtuluyor. Sonlu bedenle sonsuz ruhun çatışmasında insanın herkesten çok kendisini affetmesinin olasılığını sorguluyor Yiğitler. Böyle bir noktanın kolay olamayacağının altını cesurca çiziyor.

Geçmiş Muayene İstasyonu, çok sağlam bir zemin üzerine oturtulmuş ve böylelikle yazarının serbest hareket etmesine imkân tanıyor. “‘Oku’ sözcüğünün buyrukluğuna hiç benzemeyen bu ses, on yaşımdan bu yana tatlı bir rica gibi kulağımda tınlayıp duruyor. Adeta, "Eline kalemi al ve yaz" der gibi.” diyor birinci tekil anlatıcı olan Yaz’ın annesi. Sonra, “Dünya,” diyor, “Ey güzel dünya, seni anlayanlar için olağanüstüsün.” Kahramanı olduğu öyküyü yazar gibi bir hali var. Kabuslar, gözyaşları, anne kucağı ve gerçekler. Hepsi aynı potada, sabırla ve özenle eritiliyor.

Neslihan Yiğitler, her şeyi dışarıda bıraktığı bir dünyadan hayata tutunan kahramanlarını hem sahipleniyor, hem de yeri geldiğinde özgürce gitmelerine izin veriyor. Düşsel bir döngüde salınan her birey, yolculuğunda kendi hikayesiyle yoğuruluyor. “Dertler rüya gibidir, herkes kendisininkini en önemli sanır,” derken kulağımıza fısıldanan da ayrı bir dert. Yiğitler, pişmanlıklarımızdan sıyrılıp kararlarımızın arkasında durma cesaretimize, kimi zaman keşkelerimizin de eşlik etmesinde sakınca görmüyor.

Geçmiş Muayene İstasyonu’nun tüm öykülerini okuyup bitirdiğimizde, parçalarını dikkatle ve tek tek yerlerine oturtmanın keyfini kendi çabamızla sürebildiğimiz ölçüde, tamamlanmış bir yapbozun karşısına geçmeyi başarabiliyoruz. Her son, muhtemel başlangıçların müjdecisi kılığında bütüne hizmet ediyor. Rengarenk bir dünyaya giriş biletleri, bu istasyonda heyecanla okurlarını bekliyor.


Serap Üstün


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page