Bitmemiş Bir Cümlenin Noktasını Taşımak, 2017 de Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülleri’nde “Dikkate Değer” bulunmuş bir ilk kitap. Serhat Köroğlu imzası taşıyan kitap 2020’de İthaki Yayınları tarafından basılmış. Ünlü şairlerden epigraflarla süslediği kitabıyla Köroğlu, öykü dilini şiirsel bir üslupla harmanlayarak farklı bir okuma deneyimi sunuyor öyküseverlere.
1- Öncelikle Serhat Köroğlu kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz?
1988 Ordu doğumluyum. Türlü okullara girip çıktıktan sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünden 2018 yılında mezun oldum. Garsonluk, reklam yazarlığı, kitapçılık yaptım. Şimdi Ankara’da bir yayınevinde çalışmaktayım.
2- Edebiyata olan ilginiz tam olarak ne zaman başladı? Öykü yazma fikri ilk nasıl
oluştu? Hikâyelerinizin kâğıda dökülme sürecinden konuşsak.
Aslında edebiyata olan ilgim hayli geç başladı. Kitap okumayı seven bir çocuk değildim. Ancak belirgin iki anı edebiyata farkında olmadan attığım iki kement gibi geliyor bana. Bu iki anı da iki kitaba dair. İlki ilkokul yıllarında okuduğum Sulhi Dölek’in Gülyüzlü Tarlalar kitabı. Kitaba dair, hikâyelere dair hatıralarım net olmasa da çok severek okuduğumu hatırlıyorum. Bir diğeri de lise yıllarında okuduğum Yeraltından Notlar. Ne zaman sulu kar yağsa ilk okuduğum zamanı hatırlarım. Tabii ki bu iki kitaptan başka onlarca kitap okudum o yıllarda ama bu ikisini okurken dünyanın değişmesi, kısaca dünyanın değişebilir, değiştirilebilir olması bir şekilde yolu edebiyata çıkaran belirgin duygulardı. Üniversite yıllarında Oğuz Atay yazını ile tanışmamla birlikte panik halinde bir okuma süreci başladı. Panik diyorum çünkü lise yıllarında okumam gereken kitapları okumamıştım ve dünya edebiyatı önüm sıra dörtnala koşan bir at gibiydi. Öykü yazma fikri daha doğrusu “yazma” fikri de sevdiğim yazarlarla konuşma çabası olarak gelişti. Okuduğum her güzel hikâyeden sonra elim kaleme gidiyor.
3- Kitaptaki öykülerinizin tamamında ortak mekân Ankara. Bunu kimi zaman sokak, cadde, park isimleri vererek açık açık belirtmiş kimi zaman da ayrıntılı atmosfer betimlemeleriyle hissettirmişsiniz. Şehri yalnızlık, terk edişler ve içe dönüşlerle bütünleştirdiğinizi görüyoruz. Nedir Ankara’yı size bu kadar özel kılan?
Daha önce bir söyleşide de bahsetmiştim. Ankara benim için çok özel bir mekân. Bugün Ankara’nın terk edilmiş olması işi trajik bir boyuta çevirse de beslendiğimiz, içinden çıktığımız edebiyatın burada yeşerdiğini söylemek çok yanlış olmaz. Ankara şarkılarda, şiirlerde, mektuplarda, anılarda, öykülerde, romanlarda kaçınılmaz bir mekân olarak hep önümüze çıktı ve Ankara’yı dışarıdan hep edebi bir muhit olarak gördük. En azından benim için durum böyle oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında eli kalem tutan herkesin yolunun Ankara’ya düşmesi düşünüldüğünde bu durumun kaçınılmaz olduğu anlaşılır. İki Ankara algısından bahsedebiliriz. Devlet dairelerinin ciddi duvarlarından oluşan gri Ankara bir de o devlet dairelerinin içinden dışarı bakan edebiyatçıların kaleminden anlatılan Ankara. Ben ikincisinin peşindeyim. Sokak, park isimleri, şehir betimlemeleri bozkırın ortasında kurulan idealin günbegün silikleşmesine karşı küçük bir kayıt. Karakterlerimi Ankara sokaklarında gezdirirken ben de yetişemediğim ya da hayal ettiğim bol ışıklı Ankara’da yaşadığımı düşünüyorum.
4- Şiire yakınlığınız öykülerinizden belli. Şiir denemeleriniz de vardır. Ne dersiniz, gelir mi bir şiir kitabı? Yoksa öykü sınırlarını zorlayan şiirselliğe devam mı?
Şiire yakın olmak, metinlerin şiire yakın olduğunu duymak iyi hissettiriyor. Şiirle
ilişkim yakın durmak üzerine. Bir şiir kitabı zor. Hatta bir şiir bile zor.
5- Türk öykücüleri içerisinde, yazdıkları beni yazar olmak için çok heveslendirdi, diyebileceğiniz kimler var?
Onlarca isim sayabilirim ancak ilk aklıma gelenlerden Mehmet Günsür’ün İçeriye Bakan Kim kitabı dönüp dönüp okuduğum bir kitaptır. Yazarın tek kitabı olması sebebiyle de benim için çok değerlidir. Onat Kutlar, Sait Faik Abasıyanık, Necati Cumalı, Vüsat Orhan Bener gibi isimler her zaman yazmaya teşvik eden isimlerdir benim için. Yine günümüzden örnek vermek gerekirse Kaya Tanış, Barış Bıçakçı, Beşir Sevim, Abdullah Ataşçı, Murat Özyaşar gibi isimleri okumak beni heyecanlandırıyor.
6- “Elmalar”, “Uzun Bir Bakıştan Kalan”, “Boşanmak Zor Zanaat” öykülerinizde terk ediliş, yalnızlaşma ve iç hesaplaşmalar söz konusu. Bundan hareketle kitabınızın kendi iç dünyanızı yansıttığından söz edebilir miyiz? Başka bir deyişle, kitabınızın ne kadarı sizsiniz ne kadarı kurgu?
Yazdığım hikâyelerle arama koyduğum mesafe ne kadar uzak olursa o kadar iyi diye düşünüyorum. Ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek bilmiyorum. Bu bilmeme durumu da yazma edimine karşı heyecanımı diri tutuyor.
7- İlk öykü kitabınız “Bitmemiş Bir Cümlenin Noktasını Taşımak” bir yılını doldurdu. Nasıl geri dönüşler aldınız? Bu bir yıllık zamanda Serhat Köroğlu’nda neler değişti?
Bitmemiş Bir Cümlenin Noktasını Taşımak bir ilk kitap. Ağustos ayında bir yılını dolduracak. Benim için kitaba dair her şey yeni ve heyecan vericiydi bu bir yıllık süreçte. Hayatımdaki değişikliğe gelecek olursak artık bir kitapçıya girdiğimde rafta kendi kitabımla karşılaşıyorum ve bu bence hatırı sayılır bir değişiklik.
8- Kitabınızın adından hareketle bitmemiş bir cümlenin noktasını taşıdığınız söylenebilir mi?
Bence hepimiz taşıyoruz o noktayı.
9- Yazı yazarken nasıl biri olursunuz? Yazdığınız ortam nasıl olmalıdır, yani tercih ettiğiniz koşullar var mıdır?
Normalde asabi biri değilimdir fakat yazarken asabi olduğumu hissediyorum. Mutlu hissetsem de asabi bir mutluluk oluyor bu. Tercih ettiğim bir ortam söz konusu değil. Bazen kalabalık bir kafede yazmak iyi gelirken bazen hafif bir müziğe bile tahammül edemiyorum. Yazma eylemini kutsayan ya da sıradanlaştıran bir yerde durmaktan imtina ediyorum. Nasıl ki okurken bizi çevreleyen dünyanın ışığı azalıyorsa yazarken de durum aşağı yukarı böyle.
Söyleşi: Ayla Burçin Kahraman
Comments