Yine Nadide’ye
Yazmadın, fakat işittim. Güya sen birkaç kocadan arta kalmış bir kadınmışsın da karşında eski şeylerden fazlaca bahsedilmesini bir nevi sitem olarak görüyormuşsun. Öyleyse sana yaramaz bir arkadaşın geçen gün geçirdiği yeni bir olayı söyleyeyim, beğenirsen. İğne değil mi? Saçına, örtüne takmak da mümkündür. Aynen şöyle:
Tramvayda, görülmemiş şey değil, dört kişilik yerde yirmi dört kişi, başları yukarı, sardalya istifi gibi yapışmış kalmışız. Arkamda izbandut gibi bir herif soluklarıyla başımdan aşağı sürekli bir sıcak hava duşu yapıyor. Yanımda bir öğrenci burnunu ceketimin koluna siliyor. Önümdeki genç matmazel de hararetli bir şekilde vücuduyla boylu boyuna bedenime yaslanıyor.
Dilber bir aksa, yüzü astarından belli, kumaş mı kumaş... Fakat şapkasına saplanmış, uçları birer tutam dışarı fırlamış iki uzun iğnesi var ki... Gözüme giriyor mu giriyor. Biletçi ile âdettendir diye para meselesini konuştuk.
- Bozuk mu?
- Bozuk.
Çeyreğe denk gelecek şekilde iki yüzlük uzattım. Teşekkür ve tebessüm. Bu istasyondan sonra aramızda neler geçti. Gözden göze, dudaktan dudağa, kulaktan kulağa işte bir sürü sözler.
- Matmazel iğnelerinin beni korkutuyor.
- Sizde korkacak göz göremiyorum.
- İğneleriniz özellikle gözlerimi tehdit ediyor, bunları niçin kullanıyorsunuz? Herkesin gözlerini çıkarmak için mi?
- Kimsenin gözlerini çıkarmak için değil, şapkamızı tutmak için.
- Çıkan gözleri ne diyelim?
- Çıkan gözlere bunlar zarar vermez. Çıkmayanlar görürse çıkmaz.
- Çıkabilir ya! Korkusu yeter.
- Korkmazsınız olur biter. İğnenin göz çıkardığını nerede görülmüş? Olsa olsa biraz batar veya çizer.
- Öyle ya bunlar sizin hoşunuza gider. Fakat ortada herkese ilgilendiren bir mesele var.
- Görünür tehlike de onun için mi? Görünmezler ne diyelim?
- Mesela?
- Elbisemi yırtıyorsunuz?
- Bastığım yeri görmüyorum ki. Eteğinizi kaldırmalısınız.
- Ay!
- Ne oldunuz?
- Elime bir şey battı.
- Pardon, korsemin küçük toplusu olacak. Dilinize doladığınız büyük kardeşlerinin intikamını alıyor demek. Anladınız ya! Görünmeyen tehlikeler kuruntulara rahmet okutur.
(Küçük Durak)
- Bunlar rahmet okunacak şeye benzemiyor matmazel. Ne kadar da uzun. Süngü veya mızrak diyeceğim geliyor. Bunlar cephede pür ateş saldırıma bir müdafaa mı? Kendime Anafartalar da sanıyorum.
- Öyle sanıyorsanız sebebine mecbur olursunuz. Mesela şimdi önümüzde Çanakkale bu... Hayal ettiğiniz yeri değiştirin. İstediğiniz kadar genişletin. İşte size bir rüya ki gözünüzü açınca kendinizi yatakta buluyorsunuz.
(Zorunlu Durdurma)
- Bence iğneleri çıkarmalısınız matmazel.
- Sonra şapkayı neyle tuttururum.
- Siz ki dünyanın bütün tutturma yöntemlerini bilirsiniz. Elbette daha zararsız bir şey bulursunuz.
- Sivri olmayan bir iğne henüz icat olunamamıştır. Hatta çoğunda Tutturamama tehlikesi de var.
- Siz hangi türündensiniz?
- Erbabına göre.
- Mesela ben?
- Siz mi? Siz şu anda suçlu halindesiniz. Kurtulmanıza nasıl imkân olur?
(Mecburi Durma)
- Nasıl olsa ben size şu iğneleri çıkarttıracağım.
- Çıkarırsam nereye saplayacağımı ben bilirim.
- Çıkarın da nereye istersen sapla!
- İleri gidiyorsunuz. Ağzınızı dikerim.
- Siz dikerseniz bende sökerim.
- Benim dikişim kuvvetlidir, sökemezsiniz.
- Sökemezsem cahil değilim. Sökme işini kalemime gördürürüm.
- Kaleminizi de kırarım.
-Kıramazsınız çünkü kalemim kamış değil demirdir. Rica ediyorum çıkarın şu iğneleri.
- Peki canım, madem o kadar ısrar ediyorsunuz. Çıkaralım.
- Aman aman durunuz.
- Ay!
- Sonra şapkanızı düşer.
- Nasıl edelim?
- Apartmanda çıkarırsınız?
- Lakin ben evli bir kadınsam?
- O halde evde çıkarırız.
(Büyük Durak Şişli)
Nâbedîd
Not: Bu öykü Servet-i Fünûn dergisinin 24 Ekim 1918 tarihli sayısında Nâbedîd takma ismiyle yayımlanmıştır. Ahmet Cemal (1870-1942) yazılarında görünmez olan, meydanda olmayan, kaybolan anlamına gelen Nâbedîd takma ismini kullanmıştır.
Comments