Zavallı Cevdet. Mevsimin başlangıcından beri her gece “Baritripata”ya devam ediyor, sabahlara kadar orada vakit geçiriyordu. Ne yapsın, seviyordu; bu tiyatronun en yaman, en afet bir oyuncusunu, İrma’yı seviyordu.
Bununla beraber, bir kerecik olsun fırsat bulup da ona, yanık kalbinin acıklı hissiyatını söyleyememişti.
Düşündü, bir çiçek demeti yaptırmaya ve bir mektup yazarak bu demetin arasına koyup göndermeye karar verdi. Bu şekilde yapılan ilan-ı aşkı pek şairane buluyordu. Kitaplarını sattı, elbiselerini rehin verdi, arkadaşlarından borç aldı ve güzel bir demet yaptırdı.
O akşam tiyatronun kapıcısına verdi, gönderdi.
***
Zavallı delikanlı! O geceden beri tiyatroya geldikçe kapıcıya:
“Cevap var mı,” diye soruyor, “Hayır,” cevabını alıyordu her defasında.
İlk gece, kapıcı, “Hayır, bir cevap yok,” dediği zaman pek o kadar üzülmedi. Güzel kadının cevap vermeye vakit bulamadığına hükmetmişti. Fakat hafta bitiminde de aynı cevabı alınca derin bir üzüntüyle başını önüne eğdi. Kalbi elim bir ıstırap içinde eziliyor, gözlerinden yaşlar dökülüyordu.
Demek saf duygularla yazdığı mektuba önem vermemiş, ona merhamet etmemiş, acımamıştı, öyle mi? Istırabından üzülmemiş; ricaları, istirhamları kalbinde bir merhamet bile uyandırmamıştı.
Hâlbuki o, çok bir şey talep etmemişti. Birkaç kelime, “Size acıdım…” yahut, “Kendinizi öldürmeyiniz…” gibi sade ve samimi bir karşılık onu ölene kadar mesut ve bahtiyar yaşatacaktı.
“Ah, ne zalimmiş! Ne zalim,” diye söyleniyor ve odasına dönüyordu.
Fakat hayır, hayır… Öyle güzel bir vücutta bu kadar merhametsiz bir kalp bulunamaz. Bu mümkün değil… Bugün cevap vermediyse yarın vermesi muhtemel değil mi? Şüphesiz yarın veyahut öbür gün iki veya üç satırlık bir yazı gönderecek, onun kederli kalbini teselli edecek… Ah, o hoş kokulu mektubu ne büyük bir hisle, şükranla öpecek ve kutsayacaktı. Şu hâlde bu kadar üzülmeye ne lüzum var?
Bu düşünce ile yürürken caddedeki birahanelerin birinden bir çiçekçi çıktı. Elinde yarı solmuş birçok demetler vardı. Bunların arasında, diğerlerinden daha güzel fakat solgun bir demet bulunuyordu ki bu, güzel aktrise gönderdiği demetti. Görünce derhal tanıdı. Hemen satın aldı. Yakındaki havagazı istasyonunun altına geldi, titrek elleriyle demeti yokladı. Koymuş olduğu mektubu eski yerinde, çiçeklerin arasında buldu.
Zavallı genç, çiçeklerinin koklanmadığını, mektubunun okunmadığını anlayınca demeti fırlattı, çamurların içine attı. Şimdi hüngür hüngür ağlıyor ve tıpkı bir sarhoş gibi sendeleyerek evine dönüyor.
Hüseyin Kâzım Kadri
Hüseyin Kâzım Kadri ya da Hüseyin Kâzım Bey Osmanlı Devleti'nin son yıllarında valilik ve nazırlık görevlerinde bulunmuş devlet adamı ve yazar. Hüseyin Kâzım Kadri 1870 yılında İstanbul'un Beylerbeyi semtinde doğdu. Babası Trabzon valiliği yapmış Kadri Paşa'dır.
Solgun Demet isimli öyküsü 1912 yılında bir gazetede yayımlanmış ve hiçbir kitaba dâhil olmamış. O günden beri de okurunu bekliyor.
Yayıma Hazırlayanlar: Mustafa Bostan- Servet Toklu
Comments