Sezai Karakoç üç katmanlı bir kişiliktir; Monna Rosa’nın şairi, düşünce insanı/ “Diriliş”in siyasetçisi ve “yalnızlığın ustası.” Yalnız adamlık, şairliğin ve düşünürlüğün doğal bir sonucu olsa da Karakoç’taki karşılığı bambaşkadır. 16 Kasım 2021’de vefat haberini ilk duyduğumda, bir müddet ne yapacağımı bilemedim. İnsan şahsen tanıdığı, sohbet ettiği, çay içtiği kısaca üzerinde bir anı/iz bırakan birinin ölüm haberini aldığında önce inanamıyor, sonra da ne yapacağını şaşırıyor. Doğu Çayevi’ni bilir misiniz, Ankara/Zafer Çarşısı’ndadır. 1980’li yılların başı… Orada karşılaşmıştık ilk kez. Ahmet Sezai Karakoç’u “sahici insan” kimliğiyle tek başına görürdüm hep. Bendeki karşılığı; inancı gereği hariç hiç eğilip bükülmemiş bir adam! Sezai Karakoç, ekol olmaktan, bir ekole mensup olmaktan öte, bir “okul”dur. Karakoç’un en az bilinen yönü öykücülüğüdür. İki öykü kitabı vardır; beş öykülü Meydan Ortaya Çıktığında (Hikâyeler I) ve on iki öykülü Portreler (Hikâyeler II).
1933, 22 Ocak Diyarbakır/Ergani’de dünyaya gelir. Babası Birinci Dünya Savaşı gazilerinden Yasin Efendi, annesi Emine Hanım’dır. Levendoğulları lakabıyla bilinen “Sipahi” sülalesine mensuptur.
1955, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olur, Cemal Süreya ile birlikte. Maliye Bakanlığı müfettiş yardımcılığı sınavını kazanır, yine Cemal Süreya ile birlikte. Cemal Süreya, dostunu tek cümleyle tanımlar; “Bulgucu adam. Sıkışmış, sıkıştırılmış dehâ.”1
1960, Diriliş dergisini yayımlar. Diriliş’i aylık/haftalık dergi, haftalık/günlük gazete olarak ve zaman zaman ara vererek 396 sayı yayınlar. Son sayısı 5 Şubat 1992 tarihlidir.
1965, kamudaki görevinden ayrılır.
1969, Diriliş Yayınları’nı kurar. Kitaplarını sadece burada yayımlar.
1970, ilk öyküsünü (Meydan Ortaya Çıktığında) Diriliş dergisinde yayımlar.
1971, kamudaki görevine döner.
1974, İstanbul’a yerleşir, geçim kaynağı olarak yazarlık ve yayıncılıkta karar kılır.
1978, ilk öykü kitabını yayımlar, ilk şiir kitabından tam on dokuz yıl sonra.
1982, ikinci öykü kitabını yayımlar.
1990, Diriliş Partisi’ni kurar, genel başkanıdır.
1997, yeterli örgüt sayısına ulaşamadığından Anayasa Mahkemesi tarafından partisi kapatılır.
2007, Yüce Diriliş Partisi’ni kurarak bir kez daha siyasete girer, yine başarılı olamaz.
2021, “okul” açılmamak üzere kapanır. Ve Fatih Şehzadebaşı Camii haziresinde toprağa verilir.
Sezai Karakoç’un “sınırlı” öykü dünyası, şiiri kadar özgündür. Öykü coğrafyası, çocukluğu, doğduğu büyüdüğü yerler (Ergani, Diyarbakır) ile Dicle-Fırat üzerinden şiirinin ayak izlerini takip eder. Sezai Karakoç’un öykülerini okuyan herkes, bu öykülerde yalnızca yazarın diriliş merkezli düşüncelerinin yoğunluğunu değil, aynı zamanda onun hayatından izler taşıdığını görecektir. Karakoç’un öyküleri, otobiyografik, gözlem ya da kurmaca olsun hangi kaynaktan beslenmiş olursa olsun felsefî derinlik metinlerinin ortak özelliğidir. Meydan Ortaya Çıktığında kitabındaki İz öyküsü bu bağlamda en çok tartışılan öyküsüdür: “Beni gömen kimse olmayacak,” dedi kendi kendine adam, “ama önemi yok; ben, kendi kendine gömülen adam olacağım. Kendi kendini gömen adam.”2
Karakoç’un öyküleri, dünya görüşünün tamamlayıcısıdır. Dinî değerleri ve düşünceyi hayatın içinden ele alarak kurgunun bir parçası hâline getirmeyi tercih eden Karakoç, bir yandan, Marmara Denizinde beyaz beyaz köpükleri bir “Moby Dyck”e benzettiğim günler oldu,3 derken öte yanda karakterini caminin yanından geçirmekle kalmaz, namaz düşüncesini anlatısının ana unsuru hâline getiriverir: Seccadeyi bulup bir köşede namazını kılmaya başladı. Namazda, aklına gelen düşünceleri elinden geldiğince kovmağa çalışırdı. Allah’la olunan anda başka hiçbir düşüncenin yeri olmaması lâzımdı. Bir tek düşünceye yer vardır namazda: tam ve saf olarak Allah’la birlikte olmak. Düşünülmeye değer tek varlık O’dur. Tek güçlü olan O’dur. İnsan da ancak O’ndan alır gücünü. Tanrı ölümden güçlüdür, Allah ölümden kudretlidir. Namazda hep hatırlanan budur. O olmasaydı ölüm ve hiçlik her yeri kaplardı.4
Akıcı dil ve yalın anlatım ekseninde tavizsiz bir yazar olarak Karakoç’un, öykülerinde yer yer mesaj kaygısıyla deneme üslubuna geçişkenlik ve taşrayı olumlamak, maneviyat-romantizm sarmalı dikkat çeker. Ondaki mahşer vurgusu, büyülü gerçekçiliğin parlak bir yorumudur. “Diriliş düşüncesi” hem öldükten sonra dirilişi hem de bu dünyadaki dirilişi vurgular ki ölümden hayata, hayattan ölüme geçiş, öykülerinin büyülü gerçekçilikle ilişkisini pekiştirir.5 “Sezai Karakoç’un öyküleri, her şeyden önce, kurgusal birer metin oldukları kadar düşünsel birer metindir de: Diriliş şiiri, diriliş öyküsü, diriliş tiyatrosu, diriliş düşüncesi gibi.”6 Örneklersek, Bülbül’de öykünün sonunu yazmak istemez: “Kuşkusuz, sonunu merak ediyorsunuz bülbülün; onu, yırtıcı bir kuş mu kaptı, yoksa kış soğuklarında mı dondu? İnsanlar tarafından mı öldürüldü, yuvasında uyurken bir yılan tarafından mı yutuldu. Evet, bülbül öldü, bir şekilde öldü. Bu şekil neden o kadar önemli olsun. En olağan ölüm bile trajik değil midir? Ya da en trajik ölüm bile bir anlamda olağan değil midir?
Bülbülün ölümünü size anlatmayacağım. Anlatmak istemiyorum daha doğrusu. Benim de bilmediğimi farz edin. Daha doğrusu, onun ölmüş olabileceğini kabul edemiyorum, kabul etmek istemiyorum. Zaten o her bülbülde bir parça yaşamıyor mu? Her bülbülün ötüşünde onun ötüşünden bir şey yok mu? Her bülbül ötüşünü duyuşumuzda onu hatırlamıyor muyuz? Ve her bülbül ötüşünde “bu, bambaşka bir şekilde ötüyor,” demiyor muyuz?7
Sezai Karakoç’un öyküleri, yaşamöyküsü kadar gaip bir mirastır okur için!
1. Süreya, Cemal (2023), 99 Yüz, İstanbul: Can Yayını, s.367-368.
2. Karakoç, Sezai (2017), Meydan Ortaya Çıktığında, İstanbul: Diriliş Yayını, s.49.
3. Karakoç, Sezai (2017), a.g.e., s.15.
4. Karakoç, Sezai (2014), Portreler, İstanbul: Diriliş Yayını, s.16.
5. Tosun, Necip (2023), Öykü Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Ketebe Yayını, s.441.
6. Su, Hüseyin (2016), Hikâye Anlatıcısı, İstanbul: Şule Yayını, s.198.
7. Karakoç, Sezai (2014), a.g.e., s.110-111.
Zekeriya Şimşek
Comments