top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Zerrin Saral'ın Küçük Kırık Çizgiler'i Üzerine

1. Sevgili Zerrin Saral, ilk öykü kitabınız geçtiğimiz ay Vacilando etiketiyle raflardaki yerini aldı. Öncelikle hayırlı olsun. Kendinizden ya da öykülerinizden bahseder misiniz klişesini biz sormadan siz neler söylemek istersiniz Küçük Kırık Çizgiler üzerine?

Küçük Kırık Çizgiler, on iki öyküden oluşuyor. Öykülerin büyük kısmının uzun zaman aralığında yazıldığını söyleyebilirim. Her biri öncesinde aklımda dolaşan, dolaşmasına izin verdiğim hikâyeleri barındırıyor. Çeşitlilik gösteren roller olarak kadın kimliklerini ele almaya çalıştım. Çağımız kadınının psikolojik tahlillerini yaşamda çizdikleri zikzaklar dışında alt benliklerini temel alarak bir yolculuğa çıktık Kırık Küçük Çizgiler’le.

2. Öyküleriniz, kimi zaman karakterleri kimi zaman atmosferi yakın çekime alınmış fotoğraf karelerinden oluşuyor. Canlı ve hareketli fotoğraf kareleri bunlar. Öyle ki kelimelerle zihnimize çizilen bu görüntüler kurgu ve gerçeklik arasındaki sınırı zorluyor hissi uyandırıyor. Bu noktada yazdıklarınızın ne kadarı kurgu ne kadarı yaşanmışlık diye sormak istiyorum.

“Edebiyatın büyüsü yazılanların gerçekmiş gibi yazılıp okunmasından gelir,” der Semih Gümüş. İnce Memed, Toroslar’da yaşamıştır. Bizdeki yeri öyledir. Zebercet bütün tuhaflığıyla çevremizde dolanır, Adalet Ağaoğlu’nun Aysel’i günümüzün gerçek kahramanlarındandır. Metnin gerçekle olan bağının ne kadarını değişime, dönüşüme uğrattığınızı hesaplayarak ilerlemek tatsız olur herhalde diye düşünüyorum. Yazmaya sebep olan duyguyu/meseleyi kurgularken gerçek kişiler kadar doğaldır öykü kişileri. Bu yüzden sizin de dediğiniz gibi sınırı zorlaması normaldir. Pek çok yazar bir şekilde buna izin verir. Bizim gerçeğimiz dışında soluyan öykünün gerçeği, gerçekliği diye düşünüyorum. Anlattığımız karakterler, kişiler bildiğimiz, yakınımızda soluyan yaşamın içinde karşılaştığımız tanıdığımız insanlardan çok farklı değillerdir. Oyuna kuruludur, oyuna durmaktır bu biraz da. Ama bildiğim bir şey var, öykünün/kurgunun sadece duyguyla yazılmadığı, yazılamayacağı.


3. “En kolay kurulan heceydi ‘me’ bir ‘me’ daha… Ta ki biri diğerini terk edene dek…” Örneğinden yola çıkarak metinlerinizde küçük bir detay üzerinden yorum pencereleri açtığınızı söylemek mümkün. Açık açık söylenmeyen ancak öykünün kilit noktasını oluşturan detaylar satır aralarına özenle yerleştirilmiş. Buna istinaden öyküde anlatının sınırları üzerine neler söylemek istersiniz?

“Söylenmeyenin söylenenden çıkarılmasıdır” söylemi rotayı bir şekilde anlatı sınırlarına çevirir. Bazı öykülerin sözü kısa, hareket alanı dardır. Meseleyi duyumsatır geri kaçar, arada kalan boşluğu okura paslar. Burası yaratıcılığın ortaya çıktığı, yazarın yapmaya niyet ettiği/karar verdiği yerdir diye düşünüyorum. Kısıtlı kullanılan her sözcük, sözcüklerin yanına aldığı ekler, hatta öykü başlığı bir şekilde metnin bütününe hizmet eder. Bu dilin bize verdiği imkânları nasıl kullandığımızla biraz da tercihlerimizle ilgili.


4. Öykü yarışmaları, seçkiler, edebiyat dergileri, incelemeler, söyleşiler ve kitap. Öykü odaklı bu yolda yavaş yavaş ve emin adımlarla yürümek şüphesiz ki pek çok fedakârlığı mecbur kılıyor. Kafanızdaki bir hikâyenin öyküye dönüşme süreci günlük hayatınızı nasıl etkiliyor? Başka bir deyişle öykünün günlük hayata etkisi var mıdır, olur mu?

Ernest Hemingway: “Sabah uyanıyorum ve aklım cümleler kurmaya başlıyor. Onlardan hızlıca kurtulmak ya da onları yazmak zorunda kalıyorum,” diye söz eder günlük yazma rutininden. Hikâyenin öyküye dönüşme süreci, zihni en meşgul eden kısımlardan. Günlük hayatta ne işle uğraşırsam uğraşayım sesler, görüntüler, karakterler, mekân hakkında gider gelirim. Unutmamaya çalıştığım cümleler kurarım. Notlar alırım. Kısacası, kalemimi okumayı tercih edeceğim türde bir anlatıya nasıl dönüştüreceğimi sıkça düşünürüm. Uykum kaçar, saatin kaç olduğunu bilmez kendimi klavyenin başında bulurum. Aklımdakileri oturtabiliyorsam huzurlu bir heyecanla ilerler. Oturtamıyor ya da istediğim gibi ilerlemiyorsa resme yönelir bir süre uzaklaşmayı seçerim metinden. Kalemden fırçaya yönelmek yazı arası küçük terapiler, kaçışlar. İşe yarar mı, yarar…

5. Öykülerinizde ikinci tekil anlatımı sık sık tercih ettiğinizi görüyorum. Teknik olarak riskleri ile bilinen bu anlatımda dil yer yer şiirsel bir üslupla birçok yerde aksamadan, rahatsız etmeden akıp gidiyor. Bu noktada edebi eserlerde dil işçiliği üzerinde durmak istiyorum. Sonu gelmeyen, dil mi kurgu mu tartışmalarından azade bir merakla soruyorum, nedir bu dil meselesi sizce?

Evet, ikinci tekil anlatımı seviyorum, kitapta iki öyküde iki farklı şekilde kullandım. Kurmaca metinlerde, dil ve kurgu birbirinden ayrı düşünülmeyecek kadar kan bağıyla birbirine bağlı. Ne yazarsak yazalım bizden çok önce kaleme alınmış, denenmiş metinleri yazıyoruz aslında. Yaptığımız kurgular kendisinden önce gerçekleştirilmiş deneyimlerle, yapıtlarla bir şekilde ilişki kurar. Dili kurgunun bir parçası, omurgası olarak inşa etmek, yolda edindiğim bir alışkanlık. Buna alışkanlık demek ne kadar doğru bilmiyorum. Okumaktan keyif aldığım metinler zamanla yazmaktan keyif aldığım metinlere dönüştü. Düşünce olarak böyle oturdu. Yaşamı bir şekilde dille kavrarız. Dille görür, dille duyar dille kurar, dille anlatırız. Ortaya çıkan her düşünce/kurgu dille alışverişini sürdürür. Çalışkanlığı gerektirir. Dolayısıyla dil işçiliği bir deneyimdir.


6. Tüketim çağı pek çok şeyi değiştirdiği gibi edebiyatta da köklü değişikliklere sebep oldu, öyküler de bundan nasibini aldı. Modern öyküyle birlikte öyküler kısaldı. Hatta “Küçürek” adıyla yeni bir başlık da buldu kendine. Küçük Kırık Çizgiler de içinde “Melankoli”, “Bir ‘Me’ Daha” ve “Bekleme” gibi kısa öyküler barındıran bir kitap. Bir yazar olarak aklınızdaki bir metni yazmak üzere masaya oturduğunuzda uzunluğu belirleyen ne oluyor, sözcükler mi sizi yönlendiriyor siz mi sözcüklere yön veriyorsunuz?

21. Yüzyılın hızlı ve minimal bir ölçekle kitaplara yaklaştığını biliyoruz. Diğer yandan bunun üzerinden hareket etmeyen yerli ve yabancı yazarların olduğu da bir gerçek. Kafka gibi, hikâye avcısı Eduardo Galeano gibi ve edebiyatımızda Ferit Edgü gibi. Küçük Kırık Çizgiler’de yer alan “Bir ‘Me’ Daha” ve ‘Bekleme’ evet minimal diyebileceğimiz iki öykü kitapta. Diğer öykülerin arasına katılmış olması beni ayrıca mutlu ediyor. Sözcükleri farklı yerlerde, farklı zamanlarda eksilterek kullanmayı seviyorum. Kısalığına önceden karar vermiyorum. Sadece yazıyorum. Toplumda, yaşamda beni etkisi altına alan duygu ve ânlara farkında olmadan odaklanıyor onları topluyorum. Daha kısa zamanları seçiyor olabilirim. Ânları göstermek sonra uzaklaşmak. Ama hep anlatma/söyleme isteğinden. Üstüme, zihnime bıraktıkları izler. Bu izlerin sözcüklere karşılık gelişi. Sözcük seçimleri ve en önemlisi tüm bu söz dizinini kurmaca evreninin içine taşımak. Karınca misali ağır ve gücümün yettiği ağırlıkta. Özenle. Estetik kaygıyla. Alanın darlığı beni heyecanlandırıyor. Ne yapacağımı/yapamayacağımı görmek de öyle. Sözcükler hepimizin ve büyük bir havuzun içinde dururlar, bunu biliriz. Herkes kendi evrenine ait olanı çeker alır, bir araya toplar, yerleştirir, kurar, bozar… Bu bir yandan cesaret ve heyecanı içinde barındıran oyunsu bir eylem.


7. Bazı öykülerinizde üstü kapalı olarak vermeyi tercih ettiğiniz kadın dramları dikkati çekiyor. Bu dramları bağıra bağıra göze sokarak değil de kaleminizi şöyle bir dokundurarak başka bir hikâyenin içinde, ana meseleyi destekleyen bir öge durumunda gösteriyorsunuz. Bu aktarım şekliniz, “Kadınların yenik ve savunmasız hallerini vermek istemiyor olabilir misiniz?” sorusunu aklıma getiriyor. Bu sorudan hareketle edebiyatta sansür konusundaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

Yenik ve savunmasız hallerin yalnızca kadınlara has olduğunu düşünmüyorum. Diğer yandan kadınların dünyada ve yaşadığımız coğrafyada, üstlendikleri pek çok role karşılık, iktidar ve toplum tarafından çok daha gerçekçi/gerçek olmak zorunda bırakıldıklarını düşünüyorum. Bugün Mahsa Amani’nin ölümü tüm dünyayı ayağa kaldırırken, geçtiğimiz günlerde altı yaşında bir kız çocuğunun uğradığı o acımasız şiddete hepimiz tanık olduk.

Ataerkil düzen, kadın ve erkek olarak sınıflandırdığı cinsiyet ikiliğinde erkeğin baskın ve üstün olduğu bir cinsiyet hiyerarşisi yapılandırmış. Ve bu eşitsizliği toplumsal hafızada yer edindirerek cinsiyet rollerini dayatmıştır. Edebiyatımızda güçlü sanatçı kimlikleriyle ortaya çıkan kadın yazarlar, ataerkil söylemin içinden yeni bir söylem/dil yarattı. Yazan kadın bilinci demekte sakınca görmüyorum. Peride Celal, Afet Muhteremoğlu, Ayla Kutlu, Aysel Özakın, Füruzan, Latife Tekin, Tomris Uyar, Pınar Kür, Erendiz Atasü ve Leyla Erbil gibi. Metinlerinde kadın sorunlarını, mağduriyeti cesurca ortaya koyarak bugün bizlere de aynı sorgulamayı, farkındalığı daha ileriye taşıma fırsatını verdiler. Bugün dil ve söylemle duyarlılık ve günceli koruyan bir yaklaşımla bizleri özgürleştiren aynı bakış açısıdır. “Edebiyatımızda Kadın Yazarlar Sözlüğü” bu anlamda katıldığım öncü çalışmalardan biridir. Bugüne değin yer aldığım kadına yönelik proje ve çalışmalarda düşüncelerim/tavrım dolayısıyla oldukça nettir. Küçük Kırık Çizgiler’e tekrar dönecek olursak öykülerde yer alan kadın karakterler, kendileri olma yolunda yaşamda zikzaklar çizse de umudu yaşama azmini elden bırakmayan güçlü kadınlardır. Yer yer sesleri yükselir Şarlo Pavyon’da Yaso karekterinde rastlarız. Bozkırda Son Kuşlar öyküsünde, sevgiliyle gitmeyi değil yaşadığı taşrada mücadelesine devam eden bir kadın karakter vardır. Güneşe Çıkmak İstiyorum’da yaşama olan inancını annesiyle yenileyen, iyileşen bir başka karakter. Ninni’de çocuk gelin olan annesinin hikâyesinden sıyrılıp yolunu sanata aydınlığa çeviren bir kız çocuğu karşılar bizi. Karakterlerin gücünü en yalın haliyle kendiliğinden ortaya çıkarmaya çalıştım. Kendi bakış açımla ve üslubumla altını çizdiğim meseleler. Yazarken sansüre ihtiyaç duymuyorum. Bunu yaparken tercih ettiğim üslup sizin de dediğiniz gibi evet çok bağırarak ya da slogan atarak olmadı. Bir okur olarak da bu tarz okumalara uzağım.

8. İyi yazmanın iyi okumaktan geçtiği herkesçe kabul edilen bir gerçek. Sizin iyi bir okur olduğunuzu da biliyoruz. Son olarak, öyküye gönül vermiş İshak Edebiyat okurları için mutlaka okumalısınız dediğiniz üç kitap adı alabilir miyiz sizden?

Wolfgang Borchert’in Ama Fareler Uyurlar Geceleyin, Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’su ile Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı.


Küçük Kırık Çizgiler’i özümseyerek hazırladığınız derinlikli sorular için size ve İshak Edebiyat’a teşekkürlerimle…

* Edebiyatımızda Kadın Yazarlar Sözlüğü (N. Ağaoğlu, Z.Saral, 2013, Phoenix Yay.Ank.)


Söyleşi: Ayla Burçin Kahraman

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page