top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Murat Gil- Bir Şans Daha

Beni kötü kadın, hain diye yaftalıyorlar. Şevket Bey, “Böyle durumlara alışacaksın, sen bu önemli vazifenin bir neferisin, katiyen yılgınlık belirtisi görmek istemiyorum gözlerinde!” dese de bu yükü daha ne kadar taşırım bilemiyorum. Nihan yanıma geldi. “Boşver gitsin anacım, aldırma!” dedi. “Hem ben seni affettim.” diye bir kahkaha patlattı. Nihan’ı severim, iyi bir kız aslında. Elimde değil, hakkımda böyle konuşulmasına tahammül edemiyorum. Nihan’ın, Kolağası Fikret Bey’e ilgisini biliyordum. Fikret Bey’le bir süre görüştüklerini de pek tabii. Bunlar alenen yaşanan şeylerdi. Hâl böyleyken ve aralarında bir izdivaç gerçekleşmemişken çocukluk arkadaşımın sevdiğine vurulmam, ne zamandır hainlik sayılıyor? Hem ilk adımı ben atmadım ki! Fikret bana olan ilgisini mektuplara dökmese benim elim kolum bağlı kalırdı.

Geçenlerde Mısır Çarşısı’nda arkadaşlarla yürürken esnafın biri, “Yuva yıkanın yuvası olmaz Hilâl Hanım!” diye bağırmasın mı? Kızlara belli etmedim ama aynanın karşısında dakikalarca ağladım. Karar verdim, Şevket Bey’e bu duruma daha fazla katlanamayacağımı bildireceğim. Biliyorum, beni karşısına alacak, iki sade kahve söyleyecek, bir yandan elleriyle hazırladığı vişne likörünü methederken diğer yandan, “Bir kerecikten bir şey olmaz kuzucuğum, şu leziz likörümü dener misin lütfen?” diye tutturacak. Eminim önceki üç konuşmamızda olduğu gibi yine aynı şeylerden bahsedecek. Bak yavrucuğum, kem söz söyleyene aittir. Bırak ne derlerse desinler. Bu işler böyledir, uzanamadıkları ciğere murdar der bunlar. Sen meyve veriyorsun hanımcığım. O kadar olsun taşlayacaklar tabii, cancağzım. Kıskanıyorlar seni! Aynada kendine bakmıyor musun allasen? Şu gözlerine, şu burnuna, şu endamına bir bak. Senin kıymetini zamanla anlayacaklar. Senin de hemen yüzün düşüyor bu lafları duyunca. Daha yolun başındasın, bunu kabul et. Daha çok çalışacağız seninle. Seni ayakta tutacağını düşündüğüm on tane manşet gösterebilirim yurt sathında. Bak şunu hatırla mesela: “Hilâl Onbaşı Cepheyi Ayakta Tutuyor.” Bak bir tane daha var mesela: “Hilâl Yaptıklarıyla Hemcinslerine Örnek Oluyor.” Ya şunu unutabildim mi sanıyorsun: “Onbaşı Hilâl Her Hafta Vatanı Kurtarıyor?” Erkek kılığına girip düşman mevzilerinde boy göstermek, koskoca cephaneliği havaya uçurmak, az buz iş mi yavrucuğum? Çocukluk arkadaşın Nihan ne yaptı peki? Miralay Refik’le kırıştırıp gönlünü Fikret’e kaptırmadı mı? Sen cepheden cepheye kız başına koşarken o ne yapıyordu söyle bana? Bırak sana hain desinler, kötü ilan etsinler seni. Sen kalbinin sözünü dinledin, bunun başka izâhı yoktur.

Yine, “Ah Şevket Bey’ciğim, doğru diyorsunuz ama…” diye başlayan bir cümleyle ikna oluşumu ilan edeceğim değil mi? Bundan korkuyorum evet, bu sözlerle -diğer iki konuşmada olduğu gibi- ikna olacağımdan çekiniyorum.

Aslında Şevket Bey pek de haksız sayılmaz. Başından beri vatan sevgisini her şeyin önünde tutan bendim. Nihan’la kavgalarımız dahi onun vatan savunması konusundaki umursamaz tavırlarından çıkıyordu. İkimiz de okuma yazma bilen kızlardık. Bu durum, muhabere-istihbarat biriminde kolayca görev almamızı sağlamıştı. Fikret’le de orada tanıştık zaten. Özel görevle sızdığım düşman hattında görevimi başarıyla ifa ettiğimi öğrenmiş, üstün başarı madalyasına layık görülmem dolayısıyla beni bizzat tebrik etmeye taburumuza gelmişti. Ah o kapkara gözler, sırma bıyık, o boy pos… Fikret, o gün bu gündür Nihan’ın ağzından düşmedi. Ben her dilediğimi söyleyemiyorum diye hain mi oluyorum şimdi? İlk söyleyen, sevdasını ağzına sakız eden mağdur mu oluyor? Görevlendirildiği birliğe gitmek üzere yola koyulmak üzereyken Fikret’in alnıma kondurduğu bûseyi tesadüfen görmese Nihan aramızdaki yakınlaşmayı hiçbir vakit fark etmeyecekti. Hırsından deliye dönüp tren garında herkesin içinde bana “Fahişe!” diye bağıramayacaktı. Fikret, cepheden döner mi bilinmez ancak vatan aşkıyla doldurduğum yüreğimde onun için açtığım boşluğu hiç kimseyle dolduramayacağımı biliyorum. Böyle hissediyor olmak da yoruyor beni. Ben daha fazla bu yükü taşıyamam diyorum. “Nihan’ın başından beri kendini Fikret’e beğendirme çabaları, Fikret’in Nihan ince hastalığa düştüğünde kendisiyle bir abi şefkatiyle ilgilenişi, hastalığından kurtulduktan sonra Nihan’ın sırf Fikret kıskansın diye Miralay Refik ile yakınlaşması, Fikret’in bana; benim de ona tertemiz duygular beslememize engel midir? Sizlerin bana hain olarak bakmanız reva mıdır? Ah şu insanların karşısına geçip bunları haykırasım var.

Bütün bu duygu karmaşası içinde, Nihan’la karşılıklı çalıştığımız masalarımızda uzun süre sonra göz göze geldik. “Ben kötü biri değilim, ben hiçbir zaman böyle olsun istememiştim.” deyip Nihan’ın boynuna sarılmak geçiyordu içimden. Kolay mı, çocukluktan beri arkadaştık. Dudaklarım titriyordu. Az sonra- pek çok duygusal anda olduğu gibi- yaşlar göz pınarlarımdan akacaktı. Nihan, önce hiçbir vakit görmek istemeyeceğiniz bir kinle gözlerinden ateşler saçarak olduğum tarafa baktı. Ateşler içinde yandığımı hissediyordum. Kafamın içinde bir sürü sözcük bağımsızlığını ilan etmiş ve ağzımdan çıkmayı reddetmişlerdi. Tıkanıp kalmıştım. Tümendeki görevli memureler bu önemli âna şahitlik etmek istercesine kafalarını bize çevirmişti. Nihan, içimden geçenleri anlamış olacak ki çatık kaşlarını indirdi. Hafifçe gülümsedi ve evladını incittiğini fark eden bir valide şefkatiyle yerinden doğruldu. Ah benim kuzucuğum, diyerek yanıma koştu. Üzüntüden zangır zangır titreyen bedenime sıcacık sarıldı. İkimiz de hüngür hüngür ağlıyorduk.

Vadi Yapımın gedikli yönetmeni Zekai Hınçeden, elindeki megafondan, “Kestiiiik!” diye bağırdı. Nihan, bir yandan gözyaşlarımı silmeye bir yandan beni teselli etmeye çalışıyordu. Tepemizde mikrofon tutan sesçi Feridun’u kenara iterek yanımıza hışımla gelen dizi camiasının tecrübeli prodüktörü Şevket Altuna sert bir ses tonuyla, “Haklıymışsın Ayça, bu iş böyle olmayacak!” dedi. Sonra derince nefes verdi. “Sen gerçekten Hilâl olmuşsun be Ayça’cığım. Bir aydır sana anlata anlata ağzımda tüy bitti be kızcağızım. Beyaz ekranda, sahnede büründüğü rolün hakkını verenler, rol icabı yaptıkları kötülüklere tepki gösteren halka aldırış etmezler. Bu oyunculuğun doğasında vardır be kızım. Sen, Hilâl olmuşsun ağabeyciğim, kaptırmışsın kendini. Kızım sen yıllarca Erol Taş’a, Hüseyin Peyda’ya, Bilal İnci’ye kahvede, meydanda kötü insan muamelesi yapıldığını duymadın mı? Ne oldu bu insanlara? Karakterleri mi sarsıldı, insanlıklarından mı eksildiler? Bırak ne yazarsa yazsın gazeteler, bırak ne derse desin sokakta gördüğün insanlar. Bütün bunlar senin müthiş rol kabiliyetinin bir delilidir. Kolay mı arkadaşının sevdiğine vurulan bir genç kızı oynamak! Ah be Ayça’cığım, sil kızım gözyaşlarını. Sen son bir şansı hak ediyorsun.” dedi.


Murat Gil

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page