top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- İçimdeki Deniz- Krishan Coupland

Bazen küvette başımı suya batırır boynumdaki lekelerin kocaman ağızlar gibi açılmalarını dilerim. Hiçbir şey olmaz. Gözlerim acıyana, ciğerlerim yanana ve içimdeki her şey patlayacakmış gibi hissedene kadar kalsam bile kapalı kalırlar. Belki su çok sıcak ya da çok sabunlu hatta belki fazla sığdır. Belki de beynim gerçekten yüzmediğimi bilir.

Havuzda farklı ama. Dibe kadar süzülerek yüzebilir ve parmaklarım kırışana kadar oturabilirim. Annem orada değilse tabii. Annemin olduğu zamanlarda antrenman yapmam gerekir. En sevdiğim şey havuzda kalan son kişi olmak. Işıkları söndürür, pompaları kapatır ve şeritleri toplarken bütün çocuklar beni izler. İçlerinden benden hoşlanan biri, adı Martin- öbür uçtaki katlanmış havuz örtüsüne yaslanır ve bana acele etmemi söyler.

“Kapanmak üzere.” der.

“Bir tur daha.” derim. Ve o da izin verir. O daima bana izin verir. Annem bakire olmadığımı bilseydi küplere binerdi. Öyle eski kafalıdır. Bir keresinde ortaokulda antrenmanda bir çocuğu öperken yakaladı beni, eve sürükledi ve kariyerimi nasıl tehlikeye attığımı haykırdı. Antrenman ve yarışma programım erkeklere izin vermiyor.

Şimdiye kadar kazandığım bütün kupalar alt kattaki dolapta. Orada başka şeyler de var. Her tatile gidişimizde annem bir şat bardağı alır ve onu dolaba koyar. Her biri sırıtıp eğlenen bir demet de küçük seramik çamaşırcı kadın var. Aslında ağırlıklı olarak cam, parlak ahşap ve altından yapılmış minyatür bir şehir oluşturan kupalar. Okuldaki yüzme derslerimi tamamladığımda aldığım aptal kağıt sertifikaları bile saklıyor.

Saçlarım yeşile döndüğünde anneme klor yüzünden olduğunu söylemiştim ve o da bana okul için bir not yazmıştı. Bunu sevdim. Başka kimsenin yeşil saçları yok, saçlarım yumuşak ve asla dolaşmaz. Bonesiz yüzdüğümde kafamın etrafında mercan resifi gibi süzülür ve benimle birlikte döner, bir kuyruk gibi narin ve itaatkar, beni takip eder. Bu tarzımı seviyorum, gizemli ve tuhaf. Ve seksi, sanırım.

Okul ve antrenman sonrası eve yürürken Martin ellerini saçımın içinden geçirip başımın arkasında bir yumruk yapar ve beni çeker. İliklerime kadar tahrik olurum. O bir şey söylemez ama onun da hoşlandığını biliyorum. Annemin haberi olmadan Martin’le zaman geçirmemiz zor. Bazen okuldan sonra antrenmana kalmak yerine onun evine giderim. O zamanlarda banyo küvetini suyla doldurup mayomu içine sokarım, eve gittiğimde kuru olmasın diye. Annem böyle şeyleri kontrol eder.

“İlerde bana teşekkür edersin” der. Bunu yıllardır söyler. Her sabah saat altıda beni büyük bir yüzme havuzu olan sosyal tesise götürür. O saatte orada sadece biz oluruz ve havuzun tamamı bana kalır. Bazen bedava girmeme izin veririler, eğer yerel gazetelerden tanırlarsa. Bu ne zaman olsa annem ses çıkarmaz; kızarır ve gülümser ve ben bundan nefret ederim.

Boş havuzda, beni aşağı çeken mayomu giyerim. Her zamanki gibi ama iki beden daha büyük, bu yüzden beni yavaşlatıyor ve kulaç atmamı zorlaştırıyor. Annem dönüşlerimi ve suyun maviliği boyunca kusursuz her hamlemi izleyerek kenarda dikilir. Beni soyunma odasında esnettikten sonra içine iri parçacıklı toz boşalttığı bir şişe suyu benim için çalkalar. Bu enerji içeceğinin tadı aşırı yoğun et suyu gibi. Üşürüm. Saç kurutma makinesine 20 peni attığımda ısı boynumdan kafa derime ve omuzlarıma hızla yayılır. “Dik kafana.” der annem ve omuzlarımı neredeyse koparana kadar ovar.

O akşam okuldan sonra havuz kapanmadan hemen önce Martin benimle birlikte atlayıp beni sıçrama tahtasının altındaki duvara yasladı. En korunaklı ve en derin köşeye. Sırtım duvara dayalı olduğundan ayaklarımı vuramıyordum, bu yüzden beni su üstünde tutan sadece oydu. Soğuk suda ıslak vücutlarımız birbirine bastırıyordu. Ten suyun altında faklı hisseder. Çoğu insan bunu anlamaz.

“Yarı finallerde gelip beni izleyecek misin?”

“Ne zaman?”

Cankurtaran olan Martin bir gün kendi mağazasını açmak istiyor. Ivır zıvır sattığı küçük bir tane işletiyor şu anda, sadece eBay üzerinden. Odası bunlarla dolu, göz alabildiğine paketli kıyafet yığılmış. Her zaman çok meşguldür.

“İyi olacaksın.” dedi. “Çok iyi bir yüzücüsün. Muhteşem.”

Çoğu zaman lekeleri saklamak için şal kullanırım ya da fondötenle kapatırım. Suyun altındayken faydası olmaz tabii. Sadece suyun altında açılırlar ve şimdiye kadar hiç kimse fark etmedi. Annem bana su geçirmez fondöten alır. “Görünüş önemli tatlım.” der. “İnsanları kazanmalısın.”

Hiçbir fikri yok. O çoğunluğa her şeyi gösterseydim neler olurdu merak ediyorum. Ayak parmaklarımın arasındaki saydam, kurbağamsı perdeyi ve bonemin altındaki güzel, yeşil saç şelalesini. Bundan hiç hoşlanmazlardı. Gösteriş yaptığımı ya da başarının başıma vurduğunu düşünürlerdi. Hiç kimse tam olarak ne olduğunu gerçekten bilemez.

Bazen bunu hayal ediyorum. Rüyamda yüzüyorum. Okyanusta. Ve yalnız değilim. Bütün bu karanlık şekiller benimle birlikte suyu yarıyor. Yüzlerce. Gözlerimin hemen arkasında. Kafamı çevirdiğim anda karanlıkta uçup gidiyorlar. Çok mutluyum. Sonsuza kadar orada yaşamak istiyorum.

Bazen uyanır küfrederim. Tuzun tadını alırım. Tadına baktığım şeyin aslında gözyaşlarım olduğunu anlamam bir saniyemi alır. Neden ağladığımı anlamam. Üzgün değilim. Rüya beni mutlu ve özlem dolu yapar, hepsi bu. Sadece rüyanın tuhaflığından belki de.

Yarı finallerden önce bacaklarımı tıraş ederim. Kasık kıllarımı da. Banyoda annemin sarı kalın kılları kesen plastik jiletlerinden biriyle. Solgun, kesilmiş kıl molekülleri banyo suyunun sabunlu yüzeyini kaplar. Martin’in tamamen tıraşlanmış olmamdan hoşlanıp hoşlanmayacağını merak ederim. Erkekler bu tür şeylerden hoşlanırlar. Konuşmalarını duydum.

Bacaklarımın arkasındaki deri pürüzlü. Popomun hemen altında bir leke, dizimin aşağısında başka bir tane daha. İkisi de gümüş rengi ve pul pul bölünmüş. Duştan çıkar, aynada solgun vücudumu bükmekten bitik hissederim. Sırtımın aşağısında başka bir tane daha, petrol rengi; pürüzlü, ılık ve kaygan.

Annem beni havuza bir saat erken, herkes daha yeni başlarken, götürür ve kafede otururuz. Sadece enerji içeceği içmeme izin var, başka yok. Açık çayını yudumlar, gergin. Bazen bu durumdan hoşlanırım. Havalanmak üzere olan bir uçakta oturuyormuş gibi hissederim. Bugün daha çok yorgun hissediyorum.

“Dönüşlerini unutma.” diyor. “Seni izliyor olacaklar. Ben de.”

Koltuklar insanlarla dolu. Normalde olduğu gibi seyrek değil, tamamen dolu. Annem benden daha gergin. Enerji içeceği karnımı ısıtıyor ve geriyor. Vücudumu esnetirken ve ısınırken birkaç dakikalığına kulaklığımı almama izin veriyor sonra hemen kapıyor. Soyunma odasından çıktığımda klor kokusu vuruyor. Yansımalar, dalgalar ve havuz ışıklarıyla her şey karmakarışık. Bu, bence, denizin dibindeki bir hava kabarcığının içinde yaşamak gibi olmalı.

Annem ortadan kaybolmadan önce tıslıyor. “Ve gülümse.”

Dakikalar sonra zıplama tahtasının üzerindeyim ve yüzlerce çift göz üzerimde. Bacak derimin üzerindeki gümüş rengi lekeleri görebiliyorlar mı? Bütün bu fısıltılar ondan mı?

Burada sesler de dalgalanıyor. Asker gibi sıralanmış diğer yüzücüler… Bazıları fark etmeyeceğimi düşündüklerinde bana bakıyorlar. Bu durumdan nefret ediyorum. Suya dalmak için zilin çalmasını istiyorum. Suyun içindeyken her şey kolay. Orada vücudum ne yapması gerektiğini bilir. Birine nasıl nefes aldığını, ciğerlerini ve boğazını tam olarak ne şekilde hareket ettirdiğini sorduğunuzda ne cevap vereceğini bilemez. Benim için de yüzmek öyle. Sadece olur. Sudayken daha zor olan, yüzmemek.

Kazandım elbette. Daima kazanırım. Yüzmek benim için kolay. Annem yüzerek doğduğumu söyler ki bu doğru çünkü suda doğum yapmış. Her röportajda söylediği budur. “O yüzerek doğdu. Ondan beri böyle.” Aslında bunu yaparken şu veya abu şekilde konuşmanın çoğunu gerçekleştirir. En iyisi böylesi. Ben söylenecek doğru şeyleri asla bilmem.

Ödül, içi oymalı bir cam kupa. Eve giderken evirip çeviriyorum, neresinden bakarsam bakayım bu bir yunus. Bu kupayı sevdim. Okyanusa özgü hissettiriyor, elimde denizin küçük bir parçasını tutuyormuşum gibi. Onu saklamak istiyorum ama eve gittiğimizde annem onu da diğerleri gibi dolaba kaldıracak ve dolabın küçük cam kapısını kilitleyecek.

Bazen anneme artık yarışmak istemediğimi söylemeyi düşünürüm. Yatağıma uzanırım ve bütün sözcüklerimi, kusursuz alaylardaki küçük askerler gibi hazırlayıp dizerim. Onun kelimelerine saldırmaya ve süngüleri saplayıp işini bitirmeye hazırdırlar. Fazla kolay. Adil değil. Neden stil, süre ya da dönüş kaygısı olmadan sadece yüzemiyorum? Bu nedenlerin listesini yapar, sonra da onları parçalayıp atar ve sifonu çekerim ki odama girdiğinde onları bulamasın.

Bir faydası olmaz. Havuz ücretleri, yüzme derslerim ve yarışma başvurularım için kaç binler harcadığını bilmiyorum. Beni antrenmanlara götürüp getirmek için kaç yüz saat harcadığını da. Üstümdeki bu yükle vazgeçme imkânım yok.

Okuldan sonra havuzun dibine oturur beklerim. Üşümem. Suda asla üşümem. Yeşil saçlarım kafamın etrafındaki yosun renkli bulutun içinde dalgalanır ve ben de izlerim. Suyun içindeyken bazen kendimi çok güçlü hissederim. Güçlüyüm. Dipten yukarı o kadar hızlı sıçrayabilirim ki kimse beni yakalayamaz. Evdeki bütün o kupaların, madalyaların ve sertifikaların anlamı bu. Kimse beni yakalayamaz, deneseler bile.

Gözlerim kapalı. Ve rüya alüvyon gibi yükselerek çıkageliyor; karanlık şekillerin arasında yüzüyorum, binlerce var, öyle ki su aslında o şekiller, gölgeleri ve aralarındaki boşluklardan başka bir şey değil. Okyanusta millerce ötesini görebiliyorum.

Bir kol karnımın etrafından dolanıp beni yukarı çekiyor. İşte suyun altında ten tene olma hissi ve havaya çıkarılıyorum, yukarıya, ciğerlerimdeki son suyun fışkırmayla çıkması ve öksürük…

“İyi misin?” diyor Martin. “İyi misin? Tanrım, seni orada gördüm ve ne yapacağımı….”

Silkiniyorum rahatlasın diye. Tamamen giyinik ve sırılsıklam ıslak. “Bunu yapmana gerek yoktu.” diyorum.

Kurulandığında dışardaki bankta oturuyoruz ve bana bir sigara ikram ediyor. Koluna bir çimdik atıyorum. “Martin.” diyorum.

“Evet?”

“Deniz kenarına gidelim mi?”

Yarıfinali kaçırdıktan sonra durumu toparlamak için o kadar istekli ki elbette, evet diyor. Ve doğru da, hissediyorum. Daha sonra odasında penisini içime sokarken. En azından acıtmıyor, çok uzun zamandır ilk kez. Sıcak suda yüzmek gibi hissettiriyor ve bunun sonsuza kadar sürmesini istiyorum.

Anneme bunun bir okul gezisi olduğunu söylüyorum. Bir form olup olmadığını soruyor, sadece yarım günlüğüne gideceğimiz için, olmadığını söylüyorum. Biraz söyleniyor ama yersiz sorular sormuyor. Benim için sandiviç ve Babybel peynirle, paketlenmiş öğle yemeği hazırlıyor. Evden okul formasıyla çıkıyorum ve Martin’in evinde değiştiriyorum. Martin’in küçük bir motosikleti var. Yalnızca bir kaskı var, onu da bana giydiriyor.

“İstemem.” diyorum. “Rüzgârı hissetmek istiyorum.”

Servis alanında durduğumuzda yolun yarısı. Kaskı çıkarmama ve yolculuğun geri kalanında kolumda asılı kalmasına izin veriyor. Rüzgâr yeşil saçlarımı havalandırıyor ve arkamdan geriye doğru çekiyor. Ben başımı çevirdikçe aşağı yukarı gezinen güçlü parmaklarla tarandığını hissedebiliyorum. Çok hızlı gidiyoruz. Daha önce hiç açık havada bu kadar hızlı hareket ettiğimi sanmıyorum. Oraya gitmeden millerce önce denizin kokusunu alabiliyorum. Lezzetli, köpüklü ve yaşam dolu.

Geniş beyaz kumsalın tamamında görülebilen yalnızca ikimiziz. Bir kız kıyıya vuran dalgaların ötesinde ata biniyor ve iki adam okyanusun üzerinde kanoyla geziyor. Martin gömleğini ve ayakkabılarını motosikletin kutusuna bırakıyor, kumlara inene kadar ellerimi tutuyor. Koşmak istiyorum ama bunu yaparsam gülünç görünebilirim. Deniz koyu mavi- kahverengi ve tortuyla kaplı.

“Yüzecek misin?” diyor Martin.

Başımı aşağı yukarı sallıyorum. Tabii ki yüzeceğim. Tam olarak kavrayamıyorum. Bu, Amerika kıyılarını yıkayan okyanusla aynı mı? Kocaman. Yaşamın geldiği yer, hepsinden önce, daha hiçbir şey yokken. Düzgün görünüyor, düzgün kokuyor. Soyunuyorum ve şevkle dalıyorum. Martin şortunun bacaklarını katlayıp peşimden geliyor. Telefonlarımızı göğsünün üzerinde tutuyor, ıslanmamaları için dikkatli.

Okyanusta yüzmeyeli yıllar oluyor. Anılar orada, solgun ve uçuk, kokuyu saymazsak; o, asla unutamayacağım bir şey. Şimdi dizime gelen dalgalardan çok az uzundum. Babam oradaydı, hatırlıyorum. Çok uzun zaman önce olmalı.

Su yüzebileceğim kadar yükseldiğinde, hızla atlıyorum ve soğuk suyun üzerimden geçtiğini hissediyorum. Bir saniye sonra artık soğuk değil. Saçlarım vücudumla birlikte düzleşiyor, sonra ben onun altında yüzerken onlar suyun yüzeyinde dalgalanıyor. Ne kadar güçlü olduğumu hissedebiliyorum. Güçlü. Yüzme havuzundayken yük konteynerinin içinde, sürekli metal duvara ve boşluğa vuran bir kaplan gibiydim.

Durup arakama baktığımda Martin oldukça uzakta. Peşimden gelmek istiyor ama elindekilerle ne yapacağını bilemiyor gibi. Ona el sallıyorum. Dalgalar beni kaldırıp indiriyor. Çok uzun zamandır ilk kez rahat nefes alabildiğimi hissediyorum.

Suyun altına girdiğimde onları görmeyi umuyorum, rüyamdaki gölgeleri. Ama orada hiçbir şey yok. Tortu minik balık sürüsü gibi hızla akıyor. Daha dibe iniyorum. Su beni besliyor ve vücudumun uzadığını, el ve ayak parmaklarımın arasındaki perdenin kalınlaştığını hissediyorum. Daha derine inmeliyim, biliyorum. Onların olduğu yere. Hiçbir şey duyamıyorum ama o hiçlikte bir ses var, öyle düşünüyorum, derinlik ve uğultulu bir ses.

Tekrar yüzeydeyim. Sandığımdan daha uzaktayım ve biliyorum, rüyamdaki şeyler hala çok ilerde. Koyun ötesinde, çok ötesinde. Oraya varmak için günlerce yüzmeliyim. Bu pozisyonda vücudum inip çıkıyor, su göğsüme baskı yapıyor. Tekrar aşağı inmek istiyorum. Suyu tekmelemek istiyorum, sarılsın bana.

“Endişeleniyordum.” diyor Martin, yanına döndüğümde. Üstü kuru, şortu ıslak.

“Benim için endişelenmene gerek yok.” diyorum. Beni öpüyor, kısa bir süre. Bende farklı olan şeylerin tadını alıp almadığını merak ediyorum. Değişmişliğin. İçimdeki denizin. “Üşümüş görünüyorsun.” diyorum sonunda. Başını sallıyor.

“Ölümüne soğuk.”

“Kumsala gidebilirsin. Bir kez daha yüzeceğim. Gidip dönerim sonra gidebiliriz. Olur mu? Lütfen.”

Yarı şaşkın, bana bakıyor, onun için üzülüyorum. “On dakika.” diyor, “Söz mü?”

Ona, söz verdiğimi söylüyorum ve beline kadar gelen suda karaya doğru ağır ağır yol alışını izliyorum.


Çeviri: Çilem Dilber



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page