top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Aslı Kaprol- Cehenneme Bir Bilet

“Bu dünya belki de başka bir gezegenin cehennemidir”

Aldous Huxley

Elinde olan sadece buydu. Tenine değmek üzere olan, Orta Çağ işkencelerine has bir sarkaç kadar tedirgin edici bu buz gibi cümle. Onun eziyeti başkaydı. Yeni başlıyordu zulmü. Onu ağır ağır paramparça edecek olansa keskin bir demir parçası olmayacaktı. Zalim olay belki sıradan bir günde hiçbir anlam ifade etmeyecek bu cümleyle niyetini belli etmiş, ağır ağır yanı başına kadar sokulup hayatını darmadağın edeceği konusunda onu ikna etmişti.

Ölüm mü? İhtimali yüksek olmasına rağmen ölebileceğine inanamıyordu. İstisnasız ölmeye programlanmış canlılardık ve bu bilinç yaşamımızın her anında tetikteydi ama yine de insan kendine konduramıyordu ölümü. Ölmek! Burada! Şimdi! Olacak iş değildi. Ama işte, tüm gerçekliğiyle dimdik karşısına dikilmiş, can pazarında saklambaç oyunu başlamıştı. Bir insanın ölümü değildi konu. Ne kolaydı bir başkasının ölümü konusunda ahkâm kesmek. Ne kolaymış meğer! O ölecekti. Söz konusu kendi canı olunca anladı, anlamlandırdı, insanı ve yaşamı.

Başlangıç

Her şey Dark Net de denilen internetin arka sokaklarına duyduğu engellenemez merakla başladı. Çocukluğundan beri şehir efsaneleri denilecek türden akıl almaz olaylara sahne olan bu karanlık dünyaya ait sayısız hikayeler duymuş, herkesin kolaylıkla erişemeyeceği bu distopik yer, kafasında günden güne büyümüştü. İlgi alanları ve arkadaş çevresi bu dünya çerçevesinde şekilleniyor, genişliyordu.

Her şey normal seyrinde akıyordu. Anlatılan onca Edgar Allan Poe hikâyesi türevi hadiselere dair herhangi bir işaret yoktu. Çok abartılmıştı bu Dark Net demek ki. Bu, asrın hayalet ve zombilerini barındıran, korku kültü ihtiyacından doğmuş modern bir buluştu.

Böyle düşünüyordu Can.

Bugüne kadar böyle düşünmüştü. Ta ki kendini çelik duvarlı, boş, soğuk bir odada, duvarda yazılı o tek satır cümleyle bir başına bulana dek.

“Bu dünya belki de başka bir gezegenin cehennemidir.”

Nasıl başlamıştı tüm bu kâbus? Akıl almaz bilim kurgu filminden fırlamış bir sahneyi andıran bu hadiseler silsilesinin aslında bir evveliyatı da yoktu. Can’ın Dark Net macerasının toplam süresi bir buçuk aydı ve son haftasında işler kızışmıştı. İlk zamanlar gizli dosya soruşturmaları, ülkelerin savunma sistem kodlarını bulma denemeleri, yasa dışı deney araştırmaları derken tatmin edici, elle tutulur sonuçlara ulaşamamıştı. Tam rutin sistemine döneceği gün mail kutusuna gelen bir elektronik posta ile şaşkına dönmüş, nefesi kesilmişti. IP adresi belli olmayan bir adresten gelen bu şaibeli maille önünde birdenbire sıra dışı bir yol açılmıştı. Elektronik posta lambasından çıkan cin ona çok ilginç bir teklifte bulunuyordu

“Dünya üzerinde sadece doksan dokuz kişinin bileceği bir sırrın parçası olmak istiyorsan telefonuna gelecek kodu sakla. O kod zamanı gelince bir adres olacak ve sır sana açıklanacak.”

İşte, tüm yazan bu kadardı. Can zamane genciydi. Kolay aldatılmayacak türden biri olduğu kadar gelen bildirimin gizli bir reklam tuzağı olup olmadığını anlayacak kadar da uyanıktı. Ama bu kısacık mesaj, gerçekliği konusunda onu ikna etmiş, doymak bilmez merakını ve dizginlenemez, kontrolsüz cesaretini kışkırtmıştı. O günden sonra Can karşılıksız aşka tutulmuş yeni yetmeler gibi yemeden içmeden kesilip telefonuna yapışık halde yaşamaya başlamıştı.

Tam Vakti

Kod, telefonuna gizemli mailden tam on bir gün sonra bir pazar günü gelmişti. Ailenin tüm fertlerinin evde olduğu, toplu halde kahvaltı yapmaya zorlandığı o sabah, telefonu eline alıp ekrana baktığı an çığlık atmış ve herkesin korkuyla ayağa fırlamasına sebep olmuştu. Tüm aile başına toplansa da Can için o an tüm ev boşalmış, tutkulu bir aşkla birbirlerine kenetlenen aşıklar gibi gelen kodla el ele, göz göze, baş başa kalmıştı.

Kod şöyleydi: xr34k*.b&cpo!2é<ü

Can o gün ailesine olanlardan bahsetmeyip sinek kovalar gibi başından savdığı için çok pişman olacaktı ama bu pişmanlık içine sıkıştığı kapandan kurtulmasına fayda etmeyecekti. O gün kimseye olanlardan bahsetmeyip odasına kapandı. Distopyaya bir bilet kazandığından habersiz, uzun uzun koda bakıp hayaller kurdu.

Bu son huzurlu gecesiydi. Olaylar o kadar hızlı gelişmişti ki Can başına gelenleri anlayacak kadar kendiyle baş başa kalamamış, doğru dürüst durum analizi yapacak zaman bulamamıştı. Kafa dinlemek için ihtiyaç duyduğu bir başınalığa ancak kendini kapandaki bir fare gibi hissedeceği çelik odada kavuşacaktı.

Can’ın telefonuna kendini çelik bir odada bulduğu günden iki gün önce bir mesaj daha geldi. Mesajda: “Çok yakında adres bilgisi verilecek. Bu adrese mutlaka tek başına gelmelisin. Telefonuna gönderilecek kodu linke yazdığın takdirde navigasyona dönüşecek ve gelmen gereken adrese ulaşmanı sağlayacak. İki tarafın da güvenlik endişesini gidermek maksadıyla kalabalık bir yer seçilecek. Almaya çalışacağın her tedbiri gizlilik anlaşmamıza yönelik bir tehdit olarak algılayacağız. Koşulsuz itaat bu oluşumun tek kuralıdır. Ya razı ol ya da hemen vazgeç!”

Onca organ mafyası, insan avı olayına rağmen Can, nedense hiç korkmuyor, oynadığı oyunların verdiği güçle gün sayıyordu. “Cahil cesareti” deseler öfkeyle bir araba laf saymaya hazır bu yeniyetme, heyecan arayışında neye bulaşabileceğini tahmin edip tehlikeleri sezse de umursamıyordu. Umarsızlık… İşte, zamane gençlerinin tutulduğu en büyük illet buydu.

Can o gün tüm yönergelere harfi harfine uydu. Kimseye hiçbir şey söylemeden evden çıktı. En yakın arkadaşlarına bile tek kelime etmemişti. Arkadaşlarıyla Dark Net hakkında en son ilk mailin geldiği gün konuşmuş, ilerleyen günlerde ağzından kendini ele verebilecek bir laf çıkar endişesi ile sus pus olmuştu. Online oyunlarda bile olağandışı halleriyle şaşkınlık yaratıyor ama “Neyin var oğlum, bu ne haller?” demelerine rağmen ser verip sır vermiyor, ağzında iki lafı geveleyip konuyu geçiştiriyordu.

“Keşke…” diye geçirecekti içinden. “Keşke bir kişiye söyleseydim.” Bir B planına ihtiyaç duyacağını anlamasının deha gerektirmediği ortadayken böyle bir güvenliği oluşturmadığına inanamıyordu. İntihara koşmuştu hevesle. Gafletti bu, başka bir açıklaması yoktu. Kendine çok güvenen insanlarda sık rastlanan bir haslet!

An

Sonra her şey o kadar hızlı oldu ki, navigasyonun yönergeleriyle geldiği şehrin göbeğindeki o kalabalık yerden ne ara, nasıl bu odaya geldi anlayamadı Can. Hatırladığı en son şey şehrin en işlek meydanında etrafa bakınıp sıra dışı birinin varlığını yakalamaya çalışıyor oluşuydu. Yanından gelip geçen genç, yaşlı her insanın yüzüne dikkatle bakıp hiç tanımadığı gizemli yabancılardan talimatlar almayı beklemişti. Nasıl oldu, ne tür bir uyuşturucu ile bayıltılıp buraya taşındı kocaman bir muammaydı. Ağır ağır açılan göz kapaklarından bilincine süzülen ilk şey soğuğun eşlik ettiği gri bir dünyaydı. Yeni doğduğu bu ürkütücü dünyada gerçeklikle bağını saniyeler içinde hızlıca kurdu ve başına geleni analiz edebilmek için etrafını dikkatlice incelemeye başladı. Camsız, hatta kapısız, tüm duvarları çelikten bir odadaydı. Kapısı olmayan bir yere nasıl girmiş olabileceğini düşünmek içine düştüğü tehlikenin boyutlarını büyütüyordu. Kuşkudan azat olan tek gerçek yüksek bir olasılıkla başına güzel şeylerin gelmeyeceğiydi. Duvarında “Bu dünya belki de başka bir gezegenin cehennemidir” yazan, kimsenin bilmediği çelikten odada mahsur kalmıştı. Ama bir şey daha vardı odada. İlk başta fark etmediği bir şey. Bir cep telefonuydu bu. Gözünün önünde duran telefonu nasıl görememişti? Tazyikli su gibi adeta fışkırarak bulunduğu yerden telefona doğru atıldı. Eline alıp tuşlarına bastı, ekrandaki yazıyı okumasıyla her yeri buz kesti.

…Duvarda yazan yazı anahtarın.

…Cevap alanını daraltma şansı tanıyor ve sana üç soru sorma hakkı veriyoruz.

…Üç cevap hakkın olacak.

…Doğru kelimeyi bulup yazdığın an özgürsün.

Ya veremezse? Ya veremezse? “Ne olacak veremezsem?” diye bağırdı Can.

…Bu odadan çıkamayacaksın. İki soru sorma hakkın kaldı.

Yazıyı telefonun ekranında gördüğü an ağlamaya başladı. Odadan çıkamamak, açlık ve susuzluğun eşlik ettiği acılı bir ölüm demekti. İki saat öncesine kadar sıcacık, güvenli yuvasında bir geleceği vardı. Şimdi elinde olansa sadece iki soru ve iki cevap hakkıydı. O an altını ıslattığını fark etti. Medeniyetle bağının koptuğunun ilk işaretiydi bu. İnsanlığına da sıra gelecekti.

Tüm bunlar nasıl gerçek olabilirdi?

Zaman

Penceresiz, günün akışını takip edeceği herhangi bir uyarıcıdan yoksun bir yerde olmak zaman algısını bozdu. Ne kadar süredir bu odada olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. İdrar torbasının altına kaçıracak kadar dolu oluşu geçen zaman hakkında bazı tahminlerde bulunmasını sağladı. Esareti beş saatten az olmamalıydı. Tecrübelerine dayanarak bu sonuca ulaşmıştı. Hayatı boyunca zamanın değerini bu denli anladığı bir an olmamıştı. Boşa geçen her saniye güçsüz düşeceği anları yaklaştırıyor, Can’ın içinde kapana sıkıştığı çelik odayı sarkaç haline getirip sonunu hazırlıyordu.

Duvardaki yazı anahtardı demek. “Ne anlama gelebilir?” tekrar tekrar sordu. Bu cümle kime aitti? Cevabını çok iyi bildiği bir soruydu bu. “Cesur Yeni Dünya” adlı bir bilgisayar oyunu sayesinde tanışmıştı bu cümleyle. Aldous Huxley’in kült eseri olduğunu bu sayede öğrenmişti. Bu yazı oyunun bölümlerinden birinin adıydı. Final bölümü.

Bir dakika. Neler oluyor?

Bu bir oyun!

Bir anda sesler birbirine karıştı. Ne çok gürültü vardı. Herkes bir ağızdan konuşuyordu.

“Hay Allah ya! Oğlum çabuk uyandın. Soru bile sormadan daha," dedi ses. Cenk’in sesiydi bu.

“Can, nasıl fark ettin? İki dünya arasında olmak ne hissettirdi? Anlat kanka. Lan oğlum altına yapacak kadar mı korktun? Islaklığı dokununca gerçekten hissedebiliyor musun? Meraktan öleceğim, bu kadar gerçek mi yaşanıyor hisler?” dedi Kaan.

“Verdiğimiz paraya değmiş. Can’ın suratına bakın. Aval aval bakıyor hala. Oyunda devrim yapmışlar. Gerçeklikle kurduğu organik bağ, zamanlar arasındaki kurgusal köprü inanılmaz. Zirvede bırakıyorum,” dedi Arda.

Dostları olduğunu anladığı sesler uğultu halinde kulaklarından hayatına akarken, Can başka tür korkuya kapılmaya başladı.

Zihnindeki dünyada gerçek bir ölüm korkusu yaşamıştı.

Yaşadığı bu deneyim hangi dünyanın daha dehşetli olduğuna karar veremediği sarsıcı sorular ve derin izler bıraktı.

Geçmiş, şimdi ve geleceğin anlamını yitirdiği, insan zihninde paralel dünyalara açılan bir kapı aralanmıştı.

Tüm bunlar hiç yaşanmamış sayılabilir miydi?

Peki ya hiç…


Aslı Kaprol

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Σχόλια


bottom of page