Benim adım Yılmaz. Dedem kulağıma ezan okurken adımı da söyleyivermiş. Karşısına çıkan her engelin üstüne yılmadan yürüsün demiş zaar! Ne yalan söyleyeyim, beni hayattan yıldıracak hiç bir sıkıntım olmadı. Son üç haftada yaşadıklarımı saymazsak! Yok yoookk! Asla kötü olaylar değildi, biraz değişikti.
Üç kuşaktır aynı mahallede, aynı apartmanda yaşayan bir aileyiz. Babaannem ve dedem rahmetli olduktan sonra onların oturduğu daireyi boşaltıp kiraya verdik. Zemin kat zaten kirada. Üç katlı apartmanın orta katında yaşamaya devam ettik. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadık. Kendi halimizde, mutaassıp bir aileydik. Ben lise son sınıftayken babam memuriyet yaptığı devlet dairesinde kalp krizi geçirip hakkın rahmetine kavuşunca biraz afalladık. Okulu bıraktım. Kız kardeşimle annemin yanında eril olarak durup onların refahı için çalışacaktım. Benim yasal haklarım varmış. Hiç iş arama kaygım olmadı. Reşit olup da aklım erdiğinde babamın memuriyet yaptığı kuruma yerleştirildim. İki yıl içinde de askerliğimi tamamladım. Vatan borcu biter bitmez de canım Nurten ile evlendim.
Nurten ben liseden ayrıldığım yıl gelmişti mahalleye. Liseyi bitirinceye kadar bizden iki sokak arkada ikamet eden abisinin evinde kaldı. Üniversite sınavında birinci barajı bile aşamayınca abisi geri gönderdi köye. Tabii şehir hayatına alışınca köye dönmek zor geldi. Zaten hep bakışırdık onunla. Öyle güzeldi ki. Uzun, sarı saçları, gün ışığına göre renk değiştiren gözleri beni benden alırdı. O da beni görünce utanır, gözünü indirir, yanakları kıpkırmızı olurdu. Bir kaç kez mesajlaştık, bir kere pidecide buluşup karnımızı doyurduk. En son sinemaya gittiğimde ellerini tuttum, kafasını omzuma koyduğunda evlenme teklif ettim. O da kabul etti.
Yıllarca sıkıntısız, rahat, mutlu bir evliliğimiz oldu. Ben memuriyete devam ettim, Nurten de yuvamızı derledi topladı, bana güzel yemekler pişirdi, çamaşırlarımı mis gibi yıkadı, ütüledi. Ev işlerinden sıkıldığı dönemleri de oldu. Yemek, el sanatları, dikiş, nakış kurslarına katılıp sertifikalar aldı. İstediği alanlarda kendisini geliştirdi. Bir dönem evde altın günü yaptı komşularla. İnan olsun hiçbir şeyine karışmadım. O mutlu olsun da! Her şey güllük gülistanlık devam ederken bir gün, işten çıkıp eve geldiğimde çiçekli elbisesini giymiş kapıda beni bekliyordu. O, akşamın elasından turkuaza dönen gözleri sulu suluydu, yüzü al al bana baktı. Gülümsemeye çalışıyordu. Gamzeleri yüzünü yararcasına derinleşti. “Ben gidiyorum,” dedi.
İşte o akşam bizim evde her şey değişti.
Meğer benim canım Nurten’im çok sıkılmış, evde takıldığı programları izlerken bir moda yarışması için başvuruda bulunmuş. Boydan ve iki yönlü profil resimlerini göndermiş. Başvurusu da kabul olmuş! Güzeldir benim karım! Vallahi git, dedim. Niye önünü keseyim. Özgür bir birey sonuçta (!) Evde de sıkıldı yıllarca. E anam ile kız kardeşim de az değil, bunaltıyorlar kızı. Ne yapsın? Aslında ben de giderdim onunla, yalnız bırakmazdım da işte, memur olmak, ev geçindirmek zor bu devirde. Aldım biletini, koydum cebine harçlığını, bindirdim otobüse, yolladım televizyon kanalına. Anamdan yediğim tepiğin hesabını sormayın artık! Ne laflar, ne hakaretler!
Birkaç gün sonra ofisteki arkadaşlar söyledi. Onlara da karıları söylemiş. Gündüz kuşağında çıkmış Nurten. Nur olmuş ismi. Pek güzelmiş, hanım hanımmış. Üstü başı çok düzgünmüş, çok güzel kombin yapmış, diğer yarışmacıları ezip geçmiş vallahi! Jürilerden en yüksek puanları almış. Alır benim gözümün nuru! Akşam geç saatlerde programın tekrarı varmış. İzlerim tabii.
Sabahları kalkmam zor olsa da geç saatlere kadar izliyorum programı. Ama dedikleri kadar da var yani. Benim canım Nur’um gerçekten de aylardır yarışıyormuş gibi daha ilk gününde öyle bir giyinmiş ki! Takı tukusu da şıkır şıkır! Yüzü parlıyor, gözleri ışıl ışıl yanıyor, gülümsedikçe kalın etli dudakları yayılıyor, gelincik gibi yanıyordu kameraların karşısında. Maşallah ilk hafta hep yüksek puanlar aldı jüri üyelerinden. Cuma günü de nah şöyle nal kadar büyük bir altın kazandı. Sosyal medya hesabı da uçmuş, takipçi sayısı neredeyse milyona ulaşmış.
İkinci haftasında işten hastayım, diye rapor aldım, evde resmen yatıp Nurten’i izledim. İyi ki izlemişim. Bir deri etek giymiş, öndeki yırtmacı ta kasığına kadar. Ak baldırları sütün gibi ortada. İçim gitti. İnsan karısını özlemez mi hiç! Nurten’in hayaliyle yatağın soğuk kısmına büzüldüm kaldım. Jüri eteğin üstüne giydiği bluzu beğenmeyince düşük puan aldı. Ertesi güne gelinlik giyecekmiş yarışmacılar, bizimki de pamuk prenses gibi kabarık bir model seçmiş. Kadın jürilerden birisi, bu ne ayol, hangi çizgi film karakterisin sen, deyince ağlamaya başladı Nurten’im. Jüriler ve diğer yarışmacı kızlar daha n’oluyor demeden bir çırpıda evlendiğinde istediğim model gelinliği giyemedim, herkes karıştı, benim fikrim hiç sorulmadı, içimde ukde kaldı demez mi ağlayarak!? “Yapma Nurten’im, yapma gözümün nuru! Ben askerden dönünce evleneceğiz diye kavilleştik, döner dönmez annemgili de alıp hep beraber en güzel mağazalardan urbamızı görmedik mi? Sen illa uzun kuyruklu olsun, kuğu gibi süzülürüm demedin mi?” Program boyunca jüri ağladı, Nurten ağladı, ben ağladım. Ama yine düşük puan almaktan kurtulamadı lâkin takipçi sayısı ikiye katlandı. Program bitti, evin kapı zili cikcik öttü. Gözlerim şiş, ayaklarımda panduf terlikler, elimde sümüklü peçetelerle açtım kapıyı. Annem hışımla daldı içeriye. “Senin bu karın ne bok yemeye televizyona çıkıp, orasını burasını açıp, abuk sabuk konuşuyor hakkımızda,” diye hesap sordu bana. Benim bu anam var ya! Ah Nurten’im ah! Ne çektik şu anamdan!
Aynı haftanın içinde, Jürinin belirlediği, okulda kermes konseptine simsiyah bir elbiseyle hazırlanmış Nurten’im. Güvercin gibi küçücük ak ayaklarına da altın rengi spor ayakkabıyı geçirmiş. Jüri, üstün cenaze evine, ayakların altın gününe gidiyor, kermes bunun neresinde ayol, diye dalga geçince bir ağlama krizi daha! Nurten’i susturabilene aşk olsun. Gayet akıcı bir Türkçe ile anında yazdı yine senaryosunu! Benim çocuğum olmuyor, parasızlıktan tedavi göremedim, annelik duygusunu tatmadım, çocuğum yok ki okul kermesine gideyim, modum düştü, kombin yapmak gelmedi içimden, deyiverdi. “Etme gözümün nuru. Evliliğimizin ilk yıllarında çocuk yapmayı sen istemediydin ya! E sonradan da yumurtalıkların tembelleşmiş! Yumurta toplama, yumurta çatlatma iğnelerinden aşılamaya hatta tüp bebeğe kadar bir sürü masraf etmedik mi? Deme öyle gözünü seveyim.” Velhasıl yine puan alamadı ama hem jüriyi, hem ekran başındakileri ağlamaktan kırdı geçirdi. Stüdyodaki seyirciler yakın çekime alındı, salya sümük perişan oldular. Tabi doğal olarak benim kapının kuşu yine öttü, anam içeri girdi, yanında da kız kardeşim. Sövüp sıvayıp gittiler. Ben tek başıma Nurten’imin hayaline sarılıp uyudum.
İkinci haftasında altın alamadı ama üçüncü haftaya bomba gibi girdi. Upuzun kuyruklu, derin yırtmaçlı, sırtı açık, narçiçeği rengindeki elbisesiyle yakıp geçti podyumu. Sol baldırının iç tarafında ciğer gibi bir doğum lekesi vardı Nurten’imin. Öyle güzel salındı ki, ah o ak baldır bacakları nasıl parlıyor ışıkların altında! Kahverengi lekeden eser kalmamış! İş yerimde gizliden gizliye herkes Nurten’i izler oldu. Fısır fısır konuşmalar, bıyık altı gülmeler, iç çekmeler… Kıskandılar tabii. Benin karım onlarınki gibi merdivene mi gidiyor, ütü mü yapıyor? Kendini incitmeden, yormadan link atarak helâlinden parasını kazanıyor. Ayıp mı? Herkes ekmeğinin derdinde! Benim memuriyetten aldığım üç beş kuruş neye yetecek? Üç yıldır aynı mantoyu giyiyordu canım Nurten’im. Şimdi yarışmanın verdiği bütçe ile istediğini alıp geçiriyor sırtına, otel bedava, yemek bedava! Hayat kalitesi de yükseldi. Daha ne olsun? Azıcık da kıskanıyorum galiba aman neyse olan oldu artık! Tek derdim geri dönerken o kadar kılık kıyafeti nereye sığdırıp getirecek?
Akşamüstü eve gittiğimde anam kapıda bekler oldu. Valla korkuyorum bir gün oklavayla kafamı kıracak diye! Anamın ahı mı tuttu, milletin nazarına mı geldi, bilmiyorum; Nurten’im güzel giyinemez oldu. Anlatacağı bütün ajitasyon hikâyeler de bitmişti. Sosyal medyada takipçiler hâlâ uçuyordu ama elenirse takibi bırakırlardı. Ünlü olmak da zor! Eve dönünce nasıl uyum sağlayacak bizimkilere! Üçüncü haftasının ikinci gününde de konsept dışı kalıp sonuncu olmasın mı? Çıldırdı. Jüri üyelerine laf soktu. Bütçe ve zamanından ceza aldı. İyice demoralize(!) oldu. Podyumdaki yarışmacı kıza sataştı. Bir uyarı daha yedi. Final günü de üzerindeki mikrofonu hışımla söküp jüriye fırlatınca diskalifiye oldu. Ah gözümün nuru dön evine artık, burnumda tütüyorsun diye diye evrene saldığım mesajlar yanlış anlaşıldı galiba! Olsun. Yalnız yatmaktan, anamın getirdiği yağsız tuzsuz yemekleri tek başıma yemekten, suratsız kardeşimin sabahın köründe evime gelip, canhıraş elektrik süpürgesiyle temizlik yapmasından sıkıldım. Dön evine canım Nurten!
Hah! Dışarda bir sarı doblo taksi durdu. Vallahi geldi. Abooo bir kamyonet eşya indiriyor! Üstüm başım da perişan, haber verse mis gibi duşumu alır, tertemiz inerdim aşağıya, sarılırdım boynuna! Okşardım derin gamzeli al yanaklarını. Öperdim etli dudaklarından.
***
Nurten elinde iki büyük çuval, tıslaya tıslaya yukarıya çıktı. Kapıyı açmış, eşikte pijamayla bekleyen Yılmaz’a höykürdü.
“Aval aval bakınacağına aşağıya in de çocuklara yardım et! Annem köyden bi dünya nevale doldurdu. Bu kış da aç kalmayacağız çok şükür!”
Ayşe Gümüş Çoban
Comments