top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Aysim Demiröz Göral- Sade Kahve

Arkama iyice yaslanıyorum, denizin tuzunu ciğerlerime doldurup kahvenin siparişini vermek için etrafta garson arıyorum. Karşımda kocaman bir göbek. Göbekten adam. Göbekli adam. Önce sandalyesinde geriye kaykılıyor, sonra hızlı bir hareketle ayağa kalkıyor. Ayağa kalkan kocaman bir göbek görüyorum. Ona değil denize bakıyorum. Kalkarken elinde kırıştırdığı peçeteyi masaya atıyor.

“Yeter! Sana daha fazla katlanamıyorum.”

Noktasını koymadan arkasını dönüp gidiyor. Arkasını dönerken göbeğinin rüzgârı, yüzüme düşen perçemlerimi toparlasın diye kafamda taç niyetine kullandığım, geçen ay bir milyoncudan aldığım gözlüğü düşürüyor. Ardından bir süre bakıyorum. Aklımda gözlük. Yere düştü gözlük. Neden sonra garsonun masamın başında yüzüme kocaman bir üzüntüyle baktığını fark ediyorum. Siparişi verip hemen yolluyorum.

Arka masadaki sarışın kadınlar kıkırdıyor. Arsızlık değil de ne? Göbekli tepe kayboluyor. Kadın arkadaşlarımla pek nadir buluşurum, buluştuğumda ise böyle laçkalaşmam. Saçlarının diplerindeki boyadan beyinlerine oksijen gitmez ki bunların. Neye gülerler bu kadar acaba? Gülmenin de bir sınıfı var, hangi sınıftan olduğunu cebindeki kartlarla, otoparktaki arabalarıyla anlatmak zorunda sananlar.

Aman, hiçbir şeye mecbur değilsin baktığında. Bak gitti. Kalktı gitti. Gelmez sanki bu sefer. Emin olamıyorum. Geri gelir mi diye düşünüyorum. Sarı kafaların kırmızı ağızlarından kahkahalar yükseliyor. Bu arka masadaki sarı kafaların göbekli tepeleri de gidiyor mudur acaba? Onlarınki tepe değildir, dağdır belki. Nerede kaldı bu tek kaşlı, gömleğinin yakaları kolonyadan sararmış garson çocuk? Altı üstü bir Türk kahvesi istedim. Sade olsun, dedim. Orta içerim genelde. Annemden öğrendim. İki kızından hep diğerini hatırlayan, beni unutan annemden. Kalkıp gitti ya masadan, gelmeyecek bu kez diye şerefine, sade olsun, dedim.

Sadeleşmeye kahveden başlıyorum, kararım kesin. Peçeteyi de fırlatmış masanın üzerine. Parmaklarının izi duruyor hâlâ. Gelsin de toparlasın şu masanın üzerindekileri. Elimi sürmem. Çarşamba. Bugün günlerden Çarşamba. Yarın geliyordu değil mi Kadriye? Gününü değiştirmiş koca göbek bana sormadan. Ne o süpürgenin sesine dayanamıyormuş haspam. Dayanma. Git. Defol git. Sahi gitti mi? Değiştirmiş. O zaman bu hafta değil de haftaya mı gelecek şimdi Kadriye? Yatağı yorganı da öylece bırakıp çıktım halbuki. Hay Allah, anahtarı da almadım çıkarken.

Sigaralarını tüttürüyorlar kıkırdamalı masadaki ıstırapsız kadınlar. Pahalı sigaralar içtiklerini dumanlarındaki çikolata kokusundan anlıyorum. Nereye gittin acaba? Soru mu bu sanki. Ona gittin, onunla gittin elbette. Her gittiğinde döneceğin umuduyla yaşamaktan da yoruldum vallahi. Ben geri çağırıyormuşum. Sen gitmek istiyormuşsun da ben razı olmuyormuşum da mala mülke doymuyormuşum da… Şimdi çıksam yola, yürüyerek giderim eve. Cehennem azabı gibi sürer şimdi o yol bana. Yirmi iki tane trafik ışığı, dört tane rampa, sekiz tane yol ayrımı var. En zoru yol ayrımları, aklım hep o seçilmeyen, gidilmeyende. Birini seçerek başlamalı.

Listeden isimlerini silerek mi başlasam. Kardeşim Aslı diye kayıt etmişim, komik. Kardeşmiş. Bendeki kız kardeş evlerden uzak, Tanrı’ya yakın olsa da yetmez. Tanrı beni sevmez, onu sever. Sadece Tanrı mı, çevremdeki herkes. Buna az önce masadan koca göbeğiyle kaykılan sahici kocam da dahil. Pislikler.

Nerede bu sade kahve, masamın üzerindeki pislikler de duruyor öylece. Başladılar ağdalı cümlelerin sonundaki son heceleri uzata uzata paranoyak ev hallerini anlatmaya. Şimdi gitsem masalarına, hiç sormadan bıçak gibi kessem sohbetlerini, ah şekerim siz vicdan nedir tanışmamışsınız henüz, bir de benim hikâyemi dinleyin, desem. Sol ellerindeki pahalı sigaraları havada, dumanları yüzlerinde öylece kalırlar. Anlatılmaz şimdi bunlara hikâye mikaye.

Kadriye’yi arasam, bugün gel, desem. Bahçe kapısını hep açık bırakırız oradan girer içeri, ben de öyle gireceğim. Adnan Efendi de evdedir. Geçen hafta bahçedeki budanması gereken ağaçları bir türlü bitiremedi. Bu ayın ödemesini yaptı da gitti neyse ki. Gelmeyecek bu kahve. Sabah annemin mesajındaki gibi, “Gelmeyecek senin bu zilli kız kardeşin.” Gelmez tabii anne. Sen hiç sordun mu ne yapıyor bu kız her gün senin evinde, senin kocanla, diye. Bir gün, “Yahu benim iki kızım var. Hep öbürünün derdindeyim,” dedin mi?

Kahvelerini içtiler, hesaplarını da istediler. Altı üstü bir sade kahve istedim, o bile gelmedi. Kahvem de gelmeyecek, kocam da. Kadriye’ye söylemeli, havalandırsın bütün evi, içerideki biz kokusu çıksın, dışarıdaki kin kokusu girsin. Bak arka masadakilerden biri kalktı gitti, topuklarının sesi daha sokağın sonundayken başladı irinli sözlerini akıtmaya, daha iki dakika önce kahkahalarla sarıyorlardı birbirlerini. Ben saramadım kendimi; sarınacak, saklanacak, yaslanacak bir omuz dahi bulamadım.

Titriyorum, sanki içimdeki yaradan giren havayla titriyorum. Yağmur kokusu mu o? Denizden esiyor. Akşama patlar bu hava. Geçen yıl çaktılar bu kazıkları buraya, doldura doldura betona çevirdiler canım denizi. Deniz vardı, diplomamı almama bir sene kala bıraktığım okulun amfisinde bana bakmaktan başka hiçbir suçu olmadığı halde bölüm kantininin ortasında başından aşağı ucuz karton bardaktaki karbonatlı çayı boşalttığım.

“Sen hep eksik kalacaksın,” dedikten sonra arkasını dönüp gitmişti. Aynı az önce masadan kalkan koca göbek kocam gibi. Ayrılalım artık, dedi bana. Koca göbekliyi öldür, hakkını yeme. Nasıldı o söz. Ay aman. Kıkırdamalı masanın ıstıraplı kadınları da gitmişler çoktan. Hadi kalk Betül, keyfinin kahyasını bekleme, o da kocan da seni çoktan terk ettiler. Kadriye bugün geliyormuş, az önce mesaj attı. Bugünü ayırarak yazmış. Kaç kere gösterdim bitişik yazılır diye.

Telefonum çalıyor, açıyorum, çağıldayan sesiyle yorulmayan Kadriye.

“Kerem Bey evdeler mi? Kızmasınlar?”

“Kerem dedim Aslı’yla kaçtı.”

“Abla, sen gel ben sana sade kahve yapacağım,” diyor kesik bir sessizlikte. Hesabı beklemiyorum, giderken kafama estirdiği rüzgârla yere düşen ucuz gözlüğümü gururla masaya bırakıyorum.


Aysim Demiröz Göral



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page