top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Burcu Kurtulan Kaya- Ani(ma)mus

Yorucu bir mesainin ardından, saçı başı -zavallı sahipsiz yüreğim- dağılmış halde yatak odasında dikilip evin sessizliğini duymaya çalışıyordu. Kulağında müvekkilinin ısrarcı sesi -kusur değil. Biliyordu ve razıydı- aklında kararlı bakışları vardı. Kimilerinin anlaşmalı, çoğunluğun çekişmeli, azınlığı gönülden bağlı olanların boşanma davalarına bakıyordu. Her bir dilekçede “çekilmez bir hal alan” evliliklerin yükünü boşalttıkları son limandı kendisi -laf. Temeli çürük, fos liman-

Oda loş ve duldu -sairfilmenam- Ağzı hafif aralık, sayıklar gibi. Bakışları donuk ama daha çok uyur gibi. Tuvalet masasına doğru yürüdü. Pufu çekip yığılır gibi oturdu. -hoş bulduk- Sorumluluklarından, evliliğinden, kendinden olma iki çocuklu hayatından farklı; gölgeli dünyasını anlatan, evin en sıcak yeriydi. Gözlerini kapadı, en alt notalardaki sıcak vanilya kokusunu içine çekti. Aynanın kenarlarındaki ışıkları kendini yuhalayarak -işte karşınızda ereksiz ezik- açıp yansımasına baktı. Fiilen biten kutsal kurumun müşterek çocuklarıyla yıpranan bir hayattı onunkisi. Eline cımbızı aldı, ucundaki güçlü kıl köklerine imrenerek dağınık kaşlarına kavis verdi. Taze çekilmiş, sıcak yeni kahve gözlerinde açan gür, vakur kaşları... Renklerden en sevdiği pembe rujun kapağını açıp kokladı. İnce, cansız dudaklarına sürüp gülümsedi. Kambur omurlarının yeniden dizilişini duydu. Aynaya yaklaştı. Bakışlarını ayırmadan müvekkili gibi kararlı, emin ve korkusuz baktı. Oradaydı. Doğru söylemişti. Sadece bir sesten ibaret olmayanı o da görmüştü. -Bir daha, hadi bir daha- Bakışlarını tekrar buluşturmaya çalıştığı aksine -hem de en aksine- doğru akmaya hazırlanırken… Davetine çoktan icabet etmişti bile. Kendi kendisinin doğumuna şahit olmanın heyecanıyla yeni adını bir bebeğin çığlığı gibi haykırmak istedi. -Animaaa…- Ciğerlerine çektiği ilk nefes miydi yakan bilmiyordu ama duyduğu acı hoşuna gitmişti o muhakkaktı. İyice yaklaşıp dudaklarını aynaya değdirdi. Genç bir kızın ilk öpüşmesi gibi cılız ama istekliydi... Ayaklarından çekilen kanın karnında dolaşmasına tebessüm ederken bile bırakmak istemedi. Kırılan yirmi kemiğin acısına aldırmadan doyasıya öptü. Geriye çekildi, gözlerini hemen açıp bu anın bitmesini istemedi. Kafesine dar gelen kalbini dinlediğinde utanmıştı. Bir ilkti ve geç kalmıştı. Artık geriye dönüş yoktu ve biliyordu. Yüzünü ellerinin arasına aldığında gerçekler kıymık gibi eline battı. Uyandı. Aynadaki iz, az önce gördüklerinin hayal olmadığının kanıtıydı. Yaşamaya değecek kadar gerçekti.

Biten absürt filmin jenerik yazısı ya da atılacak haberin manşeti, otrişlerle süslenerek yazılması beklendiğinden:

Elli üç yıldır doğduğu bedene ihanet ettiği için ruhu artık yorgundu. Cihan, iki çocuk babası -sözde- başarılı bir avukattı. Savunamadığı, arkasında duramadığı kadın ruhundan af diliyordu. Son kez aynaya baktı, mahcup gözlerle “Seni görmezden geldiğim için beni af et,” diyebildi. Olay mahalli, mutlu evlilik fotolarıyla süslü yatak odasının yerinde yatan orta yaşlı bir adamın dudaklarındaki gerçek kadar gerçekti.

“Amirim intihar gibi gözüküyor. Mektup bulduk. Delil poşetinde.”

“Ne yazıyor? Ver bakayım. Bir çift eldiven de uzat şuradan.”

“İntihar. Büyülü bir kelime. Bazen bir düş, çoğu zaman bir kâbus kadar korkutucu ama kesin olan kötücül bir ur olduğudur. Bugün davasını gördüğüm müvekkilime açılan dava sebebi, eşlerden birinin diğerine karşı evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesine sebep sayılacak bir kusur işlemesiydi. Müvekkilimin savunması ise “Kusur değil,” demek oldu. Doğduğu bedene ait olmamayı kusur görmeyen ve bunu hakkıyla savunabilen birine avukatlık yapmak, bana bu hayat kadar saçma geldi. Yıllardır dilimde aradığım kılı başka birinin kolayca çekip çıkarmasına âşık oldum. Hazal’ım, özür dilerim. Çocuklar, elbette sizden de… Her gün yuvarladığım bu taşın ağırlığından bir türlü haz alamamak benim suçum değil. Yün bir kazak gibi dalamasına alışamadığım bedenle 53 yıldır yaşıyor olmak ve bunu olduğu gibi katlanmaya çalışmak benim hatam. Kabul. Bugün gördüğüm rüyayı yaşama cesaretini gösterebilseydim, alabileceğim hazzın tarifini vermenin imkânsız olduğunu tattım. Üzgünüm. Hem de çok.

Borcum çok. Savunmam yok. Üzülmeyin, bu hayata kendim olarak nokta koymak beni mutlu ediyor. Tek ricam, erkeklerin mavi, kızların pembeyle büyütülmediği bir dünya yaratın kendinize. Bütün renkler bizim.”

“Amma zırvalamış be. İbneyim, özür dilerim herkesten, de olsun bitsin. Değişik kafalar bunlar. Gelmiş kaç yaşına te allam…”

“Çocuklara yazık olmuş amirim.”

“Para bozmuş Fiko para! Bakıyor sıkıntı yok, her şey tıkırında nasıl sapıtırımın faturası işte.”

“Öyle mi dersin amirim…”

“E öyle tabii. Bunlar ne?”

“Ölmeden önce boşanma dilekçesi. Bunlar da çocukların soy bağını reddi davası için dilekçeler.”

“Tam kırk altılıkmış kart sapık.”

“Aslında kötü düşünmemiş be amirim, giderken bile utanılacak bir şey.”

“Ya bi git Allah'ını seversen. Gâvur dizilerini izleye izleye genişledik iyice!”

Fiko belli edemediği üzüntüsüyle sessizleşmişti. Hayatın sürekli doğru olanı seçme zorunluğunda maruz kaldığın muamele, ölüyken bile değişmemesi cesaretini kırmıştı.

“Fiko! Söyle adamlara toparlansınlar artık. Bitsin bu tiyatro.”

“Baş üstüne amirim.”

Herkesin çıktığından emin olan Fiko tuvalet masasındaki rujlardan birinin kapağını açıp kokladıktan sonra yerde yatan ölü bedenin yüzündeki tebessüme baktı. Mavi eldiveniyle gizlediği faniliğini, hayat yokuşunda yuvarladığı taşın bir benzerini taşıyor olmanın şuursuzluğuyla olay yerinden ayrıldı.




0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page