Avucum sımsıkı kapalı, zeytin ağacının hemen dibinde, kitlenmiş parmaklarımla öylece yatarken buldular beni. Abim yanıma gelmiş, uyuyorum sanmış. Ben uyanmayınca ablama seslenip, “Uyandır da gel,” diye de tembihlemiş, kimseye karşı oralı olmamışım. Ablam gıdıklamış hep yaptığı gibi en çok gıdıklanan yerim olan ayak tabanımdan, gık dememişim. Yüzüme eğilmiş, dikkatlice göz kapaklarımı kaldırıp bakmış bu kez. Göz bebeklerim yerine aklarını görünce haykırmış, “Annee!” diye. Annemle büyük ablam nasıl koştuklarını bilememişler yanımıza. Zehra ablamın bağırması tarladaki herkesi de meraklandırdığından, işçiler akın etmişler yanımıza. Ben halen kımıldamadan, üstelik avuçlarımın ikisi de kapalı yatıyormuşum.
Annem kalabalığı delerek yanıma varmış, hemen kucaklamış beni, koşmaya başlamış. Otuz kiloluk ufacık bedenim onun kuvvetli kollarına vız gelir zaten, biliyorum. Kimseye konuşma, müdahale etme fırsatı bile vermeden, benimle birlikte sadece koşuyormuş. Yüzüme bile bakamamış, yaşananları tekrar tekrar anlattırırken hâlâ yüzüme bakamaz. “Göreceklerimden korktum,” der hep. Ablalarım ve abim de arkasından arabayla seğirtip bizi almışlar arabaya, doğru sağlık ocağına.
Beni doğurtan ebenin kollarında açtım gözümü, daha dün gibi hatırlıyorum o yüzü. Pembe yanakları heyecandan ve korkudan daha da kızarmış, alnı terlemiş, gözleri büyümüştü. Gözlerinin içine bakmıştım. O andan sonrasını annem hatırlamaz, ablamla abim başka başka anlatır. Avuçlarım sağlık ocağından çıkarken bile kapalıydı. Nasıl buldularsa öyleydi ellerim. Açmaya çalışmışlar baygınken, açamamışlar. Abim arabadayken sorduydu, “Elinde ne var senin?” diye. “Hiç,” deyip daha da sıktım avucumu. Göstermedim içindekileri.
Eve vardıktan sonra hemen yatırdılar beni. Sanki uzun süre baygın kalmak normal bir olaymış gibi, eve gelince unutuldu yaşananlar. Herkes akşam yemeği telaşına, bahçedeki sulanması gereken sebzelere, yoğurt yapılacak süte döndü; bense avucumdakilere. Çok net hatırlanan bazı fotoğraf kareleri vardır insanın zihninde. O güne dair aklımda kalanlar gördüklerimden ziyade hissettiklerimdi. O zeytin çekirdeklerini sımsıkı tuttuğumda hissettiklerimi bazen midemin üst bölümünde, kalbimin ortasında hissederim.
Sabaha değin uyuyamamıştım o gece. Annemin başımda nefes alış verişimi izlemesi dışında yanıma gelen giden olmadı. Nasıl olsun? Şimdi düşünüyorum da kardeşlerimin kendi ellerini başlarına götürmeye vakitleri bile yoktu. Hasat zamanı insanlar kendilerini unuturcasına, o senenin kışını rahat atlatabilmek için, durmaksızın çalışırlardı. Çocuk, yaşlı, hamile, sakat demeden; eli kolu tutan, birkaç adım atabilen her insan kendini tarlada bulurdu. Ben bile yedi sekiz yaşlarında, evde kimse kalmadığı için, tarlaya götürülür, bazen gölgede uyuyakalır, bazen de annemin ayakları altında dolanırdım. Babamı hatırlamadığımdan diğer çocukların yaptığı gibi öğle aralarında onun yanına gidemez, dizinin dibinde oturamazdım. Babalarıyla oturan çocuklara çok dikkatli baktığımı hatırlıyorum. Annem bu bakışlarımı yakaladığından olsa gerek, öyle zamanlar beni daha çok severdi. Diğer babaların çocuklarına yaptığı gibi kucağına alıp havaya fırlatmak için uğraşır ama belinin çalışmaktan fıtık olmuş tarafları buna izin vermezdi.
Birinin diğerinden farkının olmadığı sıcak yaz günleri geçiyor ve benim avucumdaki zeytin çekirdekleri annemin odasında çekmecenin en altındaki yazmaların arasında duruyordu. Ara ara gidip onları elime alıyor, bazen leğene doldurduğum suda yüzdürüp geri yerine koyuyordum. Çok önemliydi onlar benim için.
Ağustosun sıcak günlerinin bitmesine az kalmış, mevsimlik işçiler yavaştan toplanmaya başlamış, bizim gibi burada temelli yaşayanlar da kışa hazırlık için meyveleri kurutmaya girişmişti. Günlerimin akşamları da dama meyveleri kurutmak için serilen çarşafa sırtüstü uzanıp yıldızları seyrederek, bir taraftan da daha kurumamış kurutmalıkları yiyerek geçiyordu. Annem her gün bir önceki günden daha az kalan emeğini fark edip bana kızardı. O kadar cazip gelirdi ki o nemli meyveler bana, dalındakilere dokunmaz illaki serilenlerden yerdim.
O sabah seslerle uyandık. Daha çok çocuk ağlamalarıyla araba kornalarının birbirine karıştığı, duyanda muhakkak acı bir olayın yaşandığı izlenimi verecek kadar bağırtılı seslerle. Abimle ben ilk aşağıya inenlerdik. Annem bahçedeymiş, onunla aşağıya inince karşılaştık. İleride bir şeyler oluyordu belli ki. Abim annemle bana, “Siz gelmeyin,” deyip traktörü seslerin geldiği yöne doğru sürdü. Biz de ablamları uyandırmaya seğirttik.
Seyirlik damıma koşup olan biteni daha net görmek istedim. İleride göz gözü görmez kara bulutlar vardı. Bizim zeytinleri toplayıp götürücüye verdiğimiz yerdi tam da. Koşarak annemin yanına gittim. Ya benimle oraya kadar gelmesini ya da kendi başıma gideceğimi söyledim. Bu arada çekmecedeki zeytin çekirdeklerini cebime almayı ihmal etmemiştim. Annem yemenisini başına geçirene kadar ben merdivenlerden üçer beşer iniyordum. Arkamdan büyük ablam yetişip tuttu ellerimden. Biliyordu ki ne yaparsa yapsın beni engelleyemez. Koşularak gidilecek kadar yakın bir yer olmadığından yoldan geçen traktörü durdurup bindik; hiçbir şey söylemeden, duymadan bindik üzerine. Herkes nereye ne için gittiğini biliyordu.
Tarlaya yaklaşmanın imkânı yoktu, göz gözü görmüyordu zaten. Tüm araçları jandarma belli bir yere kadar ilerletip bizim geldiğimiz yolun üstünde durdurmuştu. İtfaiye arabasını beklediklerini, hiç kimsenin buraya giremeyeceğini söylediler. Ağlamaya başladım. Olanları anlayamayan ama yaşananlardan kötü bir şeylerin olduğunu fark eden her çocuk gibi sadece ağlıyordum. Tek farkım tarlada neler olduğunu ve sonrasında neler olabileceğini fazlasıyla idrak edebilmem ve bunu yüreğimin derinliklerinde hissedebilmemdi. Ablam bana sarılıp gözlerimi avuçlarıyla kapattı. Göremediğimde etkilenmeyeceğimi düşünüyordu sanki ama ben duyuyordum, hissediyordum.
Az sonra itfaiye aracı geldi, söndürdüler yangını. Kapkara bulutların yerini aydınlık köpükler aldı. Ağır bir koku kapladı burnumuzun deliklerini. Abim o hengâmede ablamla beni bulup ağzıma burnuma bir şeyler örtme telaşındaydı. Boğuluyorum sandım. Sakince bir köşeye çekilip her şeyin bitmesini bekledim. Konuşulanları duymak için kulak kepçemi büküyor, kafamı ileriye doğru uzatıp ağzımı kocaman açıyordum.
“Bitti kuzum bitti!” “Hepsi yanmış!” “Tüh!” “Ah!” “Yazık oldu…” dışında bir şey duyamadım. Akşama kadar ablamın ısrarlarına rağmen oradan ayrılmadım. Tek tek köye gidenlerin ardından bakakaldım, yolculadım herkesi. İtfaiyeciler gidince, etrafı şeritlerle kapatılan alana girmeyi kafama koymuştum. Ablamın kolundan kurtulduğum gibi yanan yerin başına doğru koşmaya başladım.
Annemin bayıldığım yeri gösterdiği ağacın altına gittim. Kapkaraydı, incecikti, benim bileklerim kadar küçük kalmıştı gövdesi. Babamın zeytin çekirdeklerini elime tutuşturup gittiği o ağacın altı… Dalından düşüp ne olduğunu anlayamadan gözümü sağlık ocağında açtığım ağaç şimdi benim kalbim kadar zayıftı. Gördüğüm her neyse şimdiye kadarki hiçbir rüyama benzemiyordu. Babamın yüzünü karşımda, ellerini saçlarımda hissetmiştim. Yemin ederim gerçekti.
“Kimseye söyleme,” dedi bana, “al şu zeytin çekirdeklerini sakla. Sonra lazım olacak. Senin elindekilerle çoğalacak… Kaybetme,” diye de sımsıkı tutturdu avucumda çekirdekleri. Kimseye anlatamadım, kimseciklere gösteremedim. Yanan ağacın altını elimle kazarken ablamla abim de geldiler yanıma, yaklaştırmadım onları dibime. “Bekleyin,” dedim babamın dediklerini yapıp, “gelicem yanınıza.” Ablam avucunun içini gözlerine kapamış -hep yaptığı gibi- bana doğru bakıyor, abim de yere çökmüş, eline aldığı çubukla yerdeki kararan dallara vuruyordu. Kafama koyduğumu yapardım, bilirlerdi bunu, o yüzden işimin bitmesini beklemeye başladılar.
Serin duman yapışkan havayla birleşip nefes aldıkça karnıma yapışıyordu. İçimin ağırlaştığını hissediyordum. Midem bulanmaya başlamıştı. Karşıdan jandarmaların geldiğini görüp acele etmeye karar verdim. Siyahlaşan toprağı parmaklarımla kazdım, cebimdeki çekirdekleri çukura gömdüm, üstünü kapadım ve derin bir nefes aldım. Babamın karşıdan beni izlediğini ve havaya fırlatıp geri tuttuğunu hayal ettim. Bu bana yetti. Diktiklerimle devam edecek bir neslin temellerini işte böyle bir günde attım.
Deniz Longa
Comments