Adım Leyla benim. Annemlerin gavur memleket dediği, ama yine de doğduğun yer değil doyduğun yer diyerek çoğu zaman hakkını verdiği Hollanda’nın Rotterdam şehrinde doğdum. Ailemin burada doğan tek çocuğuyum. Normalde buraya gelince daha çok çocuk yapar Türkler ama bizimkiler yapamamış. Annemin tabiriyle ‘rahmi kurumuş buralara gelince’. Doktorlar da, “Bu olabilir,” demişler, “dert etmeyin. En azından iki kızınız var.” Yine de annem içten içe çok üzülmüş, bir taraftan da babam onu bırakır mı derdine düşmüş. Oysa bir düşünse köyün en yakışıklı delikanlısı Halim, Arnavut Osman’ın ayağına tam beş kere gitmiş ömrüne katmak için Güldane’yi. Şimdi koyar mı yarı yolda üstelik de gavur elde?
“İki kızım var. İki de oğlum olacak inşallah. Hem fena mı biz elimizle seçeceğiz damatlarımızı,” demiş. İşte babam yıllardır bu seçilmiş evlatlarının hayalini kurar durur. Hoş benim daha evlenmeye niyetim yoktur ama ablamın yaşı gelmiştir bizimkilere göre. O yüzden babam evimize her gelen tanışı damat yerine koyar. İşinden gücünden başlar gelecek planlarına kadar ne var ne yok sorar. Kendi hayat kantarına çaktırmadan çıkarıp tartar. O gün de tuzağına Kâzım Abi düştü. Kâzım Abi, köylümüz Yavuz Amca’nın büyük oğlu. Biraz dan dun bir çocuk. Çok telaşlı… En ufak bir şeyde hemen eli ayağına dolaşıyor falan, ama yine de çok iyi biri. Aslında hepimiz çok severiz onu. Yalnız babam çok formunda gerçekten. Ardı ardına sorularıyla Kazım abiyi perişan ediyor. Boks maçı sanki. Daha cevap vermeden yenisini soruyor. Bir de çocuğa inadına yapar gibi sürekli “Ka-zım” diyor.
“Ee, Ka-zım oğlum, bu tır işinde çok para var mı?”
“Elhamdülillah Halim Amca, çok şükür kazanıyoruz bir şeyler.”
“İyi, iyi de böyle bir gidiyorsun birkaç gün yoksun, bazen bir hafta olmuyorsun. Yarın evlenince zor olmayacak mı sana?”
“Öhö, öhöm! Şey, olmaz herhalde Halim Amca. Ekmek parası işte. Olmazsa başka iş bakarım artık.”
“Hiç öyle başka iş bakarım demekle olur mu? Artık yaşın geldi, yap bu işlerin planını oğlum.”
“Haklısın, Halim Amca. Ben artık kalkayım.”
“Otursaydın canım, sen öyle iki günde bir uğrayınca bir diyeceğin var sanmıştım.”
“Yok Halim amca. Ben öyle geçerken bir uğrayayım demiştim.”
“İyi, iyi. Selametle o zaman. Babangile selam söyle.”
“Aleyküm selam.”
Resmen arkasına bakmadan gitti Kâzım Abi. Oysa ben çok eğleniyordum. Babam soruyor, o terliyor. Babam cevabını beğenmiyor, Kâzım abinin eli ayağına dolaşıyor. Nerden bilsin garibim babam her gelene yapıyor bunları, ona özel değil. Tam eğlence bitti, bari odama gideyim derken babam anneme söylenmeye başladı.
“Bamya sümüğü gibi bir oğlan bu Güldane! İnsanın içi kalkıyor ilk gördüğünde. Ağzının tadı madı kalmıyor. Konuşunca da bamya gibi ekşiyor karşında, biraz fazla kaçırsan muhabbeti bağırsaklarına söz geçmeyecek, öyle karıştırıyor insanın duygularını. Bamya da severim ama ne hikmetse bu çocuk bana hep sevmediğim taraflarını hatırlatıyor. Neyse bu sefer fazla uzatmadı ziyaretini de yırttık mide ekşimesinden. Bir dahaki sefere bir bahane bulalım. Bir de bizim kıza gözü kayar falan. Aman diyeyim, nasıl kurtarırız paçamızı Yavuzgillerden. Adam köylüm, bu gavur ellere ondan sebep geldik de ekmek yiyoruz. Hakkı çok üzerimizde. Şimdi öyle bir şeyle gelseler kapımıza ne yapar ne ederiz? Sığmaz kardeşliğimize ne bir düşünelim demek ne de reddetmek. Oğlana kulp bulmak da olmaz, onu istiyorum bunu istiyorum diye bıktırmak da. Benim kızım, Reyhan’ım, ilk göz ağrım… Ay parçası gibidir, bakmalara doyamam da kıyamam da. Güzelliği şu Hollandalı kadınları bile kıskandırır. Bu çocuk yakışmaz hiç kızıma, Güldane!”
“Tamam be adam! Öfkelenmeye ne gerek var şimdi. Ortada fol yok yumurta yok. Benim de içim almaz çocuğu ama bir âdemoğlu işte. Yüce yaradan öyle yaratmış. Bizi sevdiğinden geliyordur o. Yazma da dellenme de hemen. Sen git yine de Yavuzgile yokla bir. Hem kızın gönlü varsa bize laf düşmez.”
“Ne gönlü olacak canım, bunu da nereden çıkardın. Bir bildiğin mi var yoksa?”
“Sen iyice dellendin, Halim Bey! Ne bilcem ben. Kız mutfakta. Çağır sor merak ettiysen. Oğlan da gönlü var mı bilelim.”
“Az önce fol yok yumurta yok diyordun. Şimdi sor diyorsun. Damat mı edeceksin başımıza bu oğlanı. Yok olmaz sormam kıza. Olmayan şey aklına düşer bir de. İhtimam göstermek lazım. Damdan düşer gibi olmaz. Yuva kurmak işi ömürlük. Bu oğlanla da ömür geçmez. Ben baba olarak bunu bilir bunu söylerim. Son sözüm budur.”
“Sinemacılara senaryo yaz sen, Halim Bey. Hem yazdın hem oynadın. Geldiler, istediler, verdik, veremedik… Beni de kendine seyirci ettin. Çocuk geçerken uğramış. Başka da bir derdi yok. Hem kız çürüyor mu, canım? Daha evlenecek yaşa gelmedi der geçeriz kapımıza gelen olursa.”
“Sadece şunu bilesin Güldane Sultan, benim bamya sümüğü gibi oğlana verecek kızım yok!”
“İyi iyi, tamam Halim Efendi! Kapında kuyruk da yok zaten.”
“Hadi, bana bir orta kahve yap da keyfim yerine gelsin.”
Kâzım Abi’nin arkasından babam öyle bir atıp tuttu ki neredeyse gittiğine sevineceğim. Annemle babamın telaşından daha çok eğlendim. Kıkır kıkır gülüyorum içimden. Yazık çocuğa diyorum. Bir bilse hakkında düşünülenleri. Yalnız babam söyleyince fark ettim, hakikaten Kâzım Abi bamya gibi oğlan. İnce, uzun, bol tüylü, bir de bazen lafları öyle bir sündürüyor ki ağzında, babamın hakkı var bamya sümüğü demekte. Bu babam da alem adam yalnız, nerden aklına geldi böyle söylemek.
“Güldane, kahveyi Yemen’den mi getiriyorsun? Nerde kaldın?”
“Halim Bey! Halim Bey! Vah, başımıza gelenler!”
“Ne oluyor yahu? Ne gelmiş başımıza?”
“Korktuğun gelmiş işte, ne gelecek. Ah, ah!”
“Ne diyorsun Hanım, sen. Ben bir Allah’tan korkarım. Başka da bir korkum yoktur.”
“Az önce öyle demiyordun ama, bamya sümüğü gibi oğlana kız vermem diyordun.”
“Vermem tabii. Yine öyle söylüyorum. Ne oluyor be kadın? Bulmaca gibi konuşma!”
“Kahve için mutfağa gidiyordum ya, biz kızı mutfakta yemek yapıyor sanıyoruz, meğer o laf dinlermiş. Kâzım’la konuşuyordu telefonda. Babanlar beni ne zaman istemeye gelecek diyordu.”
“Neee…”
“Yaaa…”
“Ayyy! Kızım, Leyla, bana bir kolonya ver, o ablanı da çağır buraya.”
Ablamı çağırmasına çağırdım ama babam ablamdan istediklerini duyamadı. Kâzım abinin yapamadığını yaptı ablam. “Seviyoruz biz birbirimizi, evleneceğiz,” dedi. Babama kolonya falan kâr etmedi o dakikadan sonra. Hastanelik olduk hep birlikte. Tansiyonu yirmilere fırlamış, gözünü açamıyor hâlâ sedyede bamya sümüğü Ka-zım diye söyleniyor. Annem dizlerini dövüyor adamın yüreğine indi diye. Neyse ki yüreğine falan inmedi babamın. Bir süre evde bamya yapılmasını yasakladı. Ablam da Arnavut Osman’ın torunu en nihayetinde, o da inat ediyor. Bir adım geri atmıyor. Evde süren üç aylık inatlaşmanın sonunda ablam bir gün mutfağa girdi, o bamyayı pişirdi. Allahsız bir de nerden bulduysa koruk bulmuş, koruk suyuyla yapmış. Babam bir iki mırın kırın etti, ama sonra yerken mest oldu. İşte o zaman ablam babamın kilidini çözecek cümleleri söyledi.
“Bamya emek ister, meşakkatli iştir. Ama özenle ve sabırla işlersen istediğin gibi hükmedersin. Sümüklü olsa da uğraşan elden, sümüksüz olsa da,” dedi. Bilemedi tabii o kendinden bahsederken babam üstüne alınsın. O dakikadan sonra babam Kâzım Abi’yi bamya ayıklar gibi ayıklayıp bir saniye boş bırakmadı. Şartlarını sıraladı. Tır şoförlüğünü bıraktırdı. Kendi çalıştığı fabrikada işe başlattı. “Gözümün önünde ol,” dedi. “İşe benimle gidip gelirsin, artırdığın yol parasıyla kızıma her ay bir çeyrek alırsın,” dedi. Kâzım abi gık demedi. “Bizimle yaşayacaksınız, ben kızımsız yapamam,” dedi. “Yalnız bu eve sığmayız, nehre yakın büyükçe bir ev bulalım, bahçesi de olsun. Bamya ekeriz,” dedi. Eminim ki Kâzım abi içinden ya sabır çekti ama yine, “Olur, baba,” dedi. Böylece Kâzım abi bir anda iç güveysi oluverdi. Kâzım abi, babam ne istediyse yaptı ne dediyse kabul etti. Babam da en nihayetinde ablamı sevdiğine inandı da bugün bu düğünü yapıyoruz.
Az önce yanlarından geçiyordum annemle babamın. Babam anneme, ablamla karşılıklı Ankara havası oynayan Kâzım abi için, “Bak Güldane, bak! Bamya sümüğü oğlan demiştim ben ama, yayvan yayvan yamuk yamuk oynuyor şuna bak,” diye söyleniyordu. Tam yanlarından koşarak uzaklaşıyordum ki beni fark etti.
“Ayyy! Kızım, Leyla, bana bir kolonya ver, o ablanı da çağır buraya,” diye seslendi.
Buraya kadar iyi idare etmiştik de babamın yirmiye fırlamış tansiyonla Kâzım abinin kucağında düğünden hastaneye giderken, “Bamya Sümüğü Ka-zım,” demesi biraz ayıp oldu.
Duygu Harmancı Karagülle
Comments