top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- N. Toygar Ateş- Cevher’in Patafiziksel Dünyası

Üstünde bir adamla evin salonuna girdi at. Kapının tavanı adamın kafasıyla çarpışmaktan santimlerle kurtuldu. Eşyalar salonsuzlukta, ressam ve tuval hacimleri dört yandaydı. Gün ışığı kırk beş derecelik açıyla salonun ortasına akıyordu. Adamlı at ışığa daldı. Ressamlar, “Kıpırdamayın” dedi. At kıpırdamayınca adam da iyi bir poz kesti. Gel mekan git zaman, at sıkıntıyla nefes verdi. Adam da sıkılmıştı. Fotonlar son açıyı da kat edince gri odalaştı. Işığın çekilişi mekanı tül gibi savurdu. Tuvallerin yüzleri yüz seksen derece dönüverdi. Çizimler ressamların otoportleriydi ve ressamlar salonda artık hacimsizdiler.

Cevher uyandı. Alarmı kapatıp banyoya geçti. Aynadaki yüz kendini yıkadı, ıslaklığı havluya taşıdı, görevi tamamlayarak hareketi Cevher’e devretti. Jilet gibi ütülü güvenlik üniformasını giydi ve asansör tarafından binasız konuma taşındı. Cevher ile arabası arasındaki mesafe mikro boyuta indi, nihayet bütünleştiler. Cevher arabayı çalıştırmak üzere kontağı çevirdiğinde sistem kapandı. “Ne yaptım? Suçum ne!” diye söylense de nafile, belli ki istemeden de olsa hata etmiş, aracın memnuniyetini kaybetmişti. Olanlar buna işaret ediyordu. Direksiyon hakimiyetini kaybetmekten daha vahim bir durumdu. Kemer gövdesini sardı, hava alması için cam aralandı, kapılar kilitlendi. Büyük bir kabahat işlememişti anlaşılan, yoksa şoför koltuğuna kelepçelenirdi.

Araba hareket etti. Nereye gittiğini iyi biliyordu. Artık bu organizmayla bütünleşme niyetinde değildi.

Cevher endişeyle dünlerini düşünüyor ama elle tutulur, göze çarpacak bir pürüz bulamıyordu. İşten eve, evden işe, ne yanlış gitmiş olabilirdi? “Sigara da içmiyorum arabada, tövbe tövbe, derdin ne oğlum senin! Eşya Hukuk Bürosu’na gidiyoruz muhtemelen, orada çıkar karın ağrısı.”

Çalıştığı alışveriş merkezinin güvenlik departmanını aradı. “Selam abi, benim araçta sorun çıktı. Muhtemelen gecikeceğim, muhtemelen Eşya Hukuk Bürosu’na gidiyoruz… Yok abi anlamadım ki sorunu, eyvallah abi... Muhtemelen çabuk biter ama mesainin başlangıcına yetişemem… Evet abi, muhtemelen, haber ederim.”

Günlerden öylesine bir gündü. Öylesine trafik, binalar ve öylesine... Panolar reklamın reklamını taşıyordu. “Reklam doğruyu göstermez, reklamın kendisi doğrudur.” Yol arka tekerleklere akarak arabayı Eşya Hukuk Bürosu’na taşıdı. EHB’nin geniş bahçesindeki arabalara ayrılmış kısma girdiler. Araçların üzerinde oto-yıkama cihazlarını andıran mekanizmalar geziyor, her birinin işlemi ortalama iki dakika sürüyordu. Öndeki on iki araçtan en az yirmi dört dakika ederdi. Kemer kendiliğinden çözüldü, Cevher koltukta iyice kaykıldı ve radyoyu açtı.

“Eşyaları alıkoymaya çalışan çete yakalandı. Olayın, iki ay önce eşyaların yazılımlarını değiştiren çeteyle bağı olup olmadığı araştırılıyor.” Cevher radyoyu değiştirdi ve kanakı bir klasik müzikte bıraktı. “Onun arabası var, güzel mi güzel, şoförü de var…” O esnada bir görevli, araç kuyruğunun arasında ağır ağır dolaşmaktaydı.

Cevher camı aralayıp başını uzattı. “Memure Hanım, işe geç kalacağım, ne kadar sürer acaba?”

Memur önündeki tabletten birkaç saniyeliğine başını kaldırıp önce öndeki araçlara sonra arkadakilere baktı ve Cevher’e dönmeden, “İkinci oto-yargı devreye girdi, muhtemelen eli kulağındadır, sabredin.” diyerek voltayı sürdürdü.

Cevher başını içeri soktuğunda cam tamamen kapandı, tam küfredecekti ki vazgeçti.

Arabanın mekaniği gevşemiş gibiydi, depoladığı yağmur suyuyla camlarını siliyor ve sakince oto-yargıyı bekliyordu.

Dikiz aynasındaki hareketlilik Cevher’in gözüne yansıdı. Diğer oto-yargı simülasyonunun arkadaki araçta olduğunu fark etmişti, bir dakika içinde simülasyon çevresini sardı.

Cevher sanık koltuğunda, böyle durumlar için tasarlattığı takım elbisenin içinde neredeyse şıktı… Monitör ve iki yardımcısıysa kürsüde, yardımcılardan biri insan biri robottu.

“Sanık ayağa kalksın.” Cevher ayağa kalktı. “Neden burada olduğunuzu biliyor musunuz?” Ses salonun dört yanından yükseliyor, gönderenin belirsizliği etrafı sarıyordu.

“Doblo’m benden şikayetçi oldu muhtemelen.”

“Neden?”

“Onu bilmiyorum.”

“Tahmininiz var mı?”

“Hayır.”

Monitör Cevher’e döndü. Aracın panoramik kamera görüntülerinde Cevher vardı, izleyici-kalabalığın arasında bir süre duruyor, ardından bakkala girip öfkeyle çıkıyor ve kavga edenleri sakinleştirmeye çalışıyordu. Nafile çabalar sonunda arabasına dönüyor, görüntü sonlanıyordu.

“Evet sayın hâkim,” dedi, “böyle bir şey yaşandı. Neden sorun olduğunu anlayamadım?”

“Kavgayı ayırmaya çalışmak toplumun görevi değil, devriye bekçilerin görevidir. Doğru mu?”

“Doğru.”

“Yapılacak şey, Bekçi Müdahale Hattı’nın aranmasıdır. Doğru mu?”

“Doğru.”

“Herkes gibi izlemek ya da yoluna devam etmek yerine öfkeyle ayırmaya gidiyorsun. Bir; neden ayırmaya çalıştın, iki; neden öfkelisin?”

“Sayın Hâkim, bakkal kavgayı izliyordu, onun yüzünden yoğurt alamadım. Kendisine ilgilenmesini rica ettiysem de oralı olmadı. Kavgayı sonlandırayım bari de yoğurdumu alabileyim diye düşündüm.”

“Kendi çıkarına yani?”

“Evet, bir an doğrunun bu olduğunu düşündüm.”

“Peki niçin ihbar hattını aramadın?”

“Benden önce arayanlar olmuştur diye düşündüm.”

“Yoğurt niçin bu kadar önemli?”

“Evde yoğurt olmadığından.”

Monitör düşünceli biçimde yardımcılarına döndü, “Kendi çıkarına yaptığını kanıtlayabilir misin?”

“Muhtemelen hayır. Ancak vücut ısımı ölçen cihaz gerekli yanıtı veriyordur.” Cevher biraz üstten bir tavırla yanıtlamış gibi hissederek ekledi; “Hata yapmaz yani, sonucu mutlaka veriyordur Sayın Hâkim.”

Hâkim şöyle bir Cevher’i süzdü, yardımcılarına bakıp tekrar döndü; “Aracın senden memnun değil. Gerekçeler e-posta yoluyla iletilecektir. Malum olay yaşanmasaydı da zaten seni satacakmış, yerine aşağı seviyede yeni bir araç gönderilebilirdi ama şikayet sonucu olduğu için şu an mümkün değil. Kararımız suçsuz olduğun yönünde. Suçsuzluk belgen iletilince aracının şikayeti düşecek ve seni satılığa çıkaracak, böylece yeni aracın gelecek. Bir süre toplu taşımada idare edeceksin. Ya da birimimiz size bir at tesis edebilir.”

“Teşekkürler sayın hakim.”

Cevher aracın koltuğunda uyandı. Kapı açıktı, indi ve görevlinin elindeki belgeleri imzaladı. Araç bilmediği bir yere giderken bir süre ardından baktı. “Bana neyse milletin kavgasından,” diye düşündü. “Adamlar haklı, bana mı düşer! Orospu yanarken mahalle saçını tararmış, ne varsa büyüklerde var…” Zaman kaybetmeden memurdan bir at istedi. Memur tablete birkaç dokunuş yapıp işine devam etti. Kısa süre sonra orta yaşlarda bir kısrak ağır ağır geliyordu. Cevher atın başını okşadı, atın gözleri Cevher’in varlığını delip geçti. Eyere dikkatlice oturdu ve yol atın kuyruğuna doğru akmaya başladı. Tiyatro binasının önünden geçerken posterlere şöyle bir göz gezdirdi. Salonlardan birinde sevdiği e-sporcunun katılımıyla oyun sergilenecek, e-sporcu oyunu bizzat oynayacaktı. Koltuklar çoktan kapılmıştır diye düşünerek atı dehledi ve sonunda AVM’nin otoparkına park edip indi. Kasıkları biraz ağrımış, yürüyüşü bir süre kovboyları andırmıştı. Güvenlik şeridinde Cevher’in yerine bakan görevli duruyordu, yanında da ekipten birkaç arkadaşı.

“N’oldu birader, gitti mi Doblo?”

“Gitti abi,” dedi Cevher “saçma sapan işler!”

“Sattı mı yoksa şikayet mi?”

“Şikayet… de düşecek şikayeti, satışa verince yeni araba gelir dedi hakim.”

“Doblolar bi’ garipleşti son zamanlarda. Neyse, yeni araç gelir gelmesine de kim bilir ne zaman. Mevzu neymiş?”

“Anlatırım çıkışta ya, karışık!”

Diğer arkadaş takılırcasına söze girdi; “Doblo enişteyi satmış ha!”

Bu klişeleşmiş espri bazen gülünç olabiliyordu, yine kısa bir süre sırıtmalarına sebep oldu.

Cevher mesaiyi devraldı. Canı sıkkın olsa da daha sıkkın olmamak için işine odaklanmalı, olağan imajını korumalıydı. Alışveriş merkezine akan eşyaların yazılımlarını kontrolden geçirecekti birkaç saat. Her zaman yaptığı gibi. İçerdeyse eşyalar, reyon ve tezgahlardaki insanlardan kendilerine uygun olanları seçiyorlardı. Her zaman olduğu gibi. Cevher arabasız kalmanın üzüntüsüyle, “Umarım evim de aynı huysuzluğu çıkarmaz.” diye düşünerek işini sürdürdü ve mesaiyi bitirdi.

Diğer yarım küre güneşe biçtiği çağrı göreviyle sefalete katılmak üzereydi. Cevher’deki gök kararmaya çalışıyordu. Atı tırıs temposuna alıp telefonundaki akışa göz attı. “komiklikler, ekonomi dünyayı 2,8 oranında daraltmış, Foucault’dan havalı bir alıntıyla aydınlandık, güzel memeler, komiklikler, para genç veterinere uğramayı unutmuş ve sonunda kadının bedenini işyerinin tavanına asıp nefessiz bırakmış, Marx’tan havalı bir alıntıyla öfkelendik, güzel kaslar, tirbuşonlara yüzde 48’lik zam, evde nasıl tirbuşon yapılır, işçiler grev yapma amacıyla grev yapmışlar, kumar masası milletvekilinin oğluyla yakalanmış, hesabı sorulacak, futbol federasyonu derbinin topsuz oynanmasına karar verdi, beyaz gergedanın soyu tükenmiş zaten varlığından habersizdik, Allah görüyor, mezarlıklar kır düğünleri için kullanılacak, komiklikler, güzel kalçalar, kıyma makinesine düşen sosyal medya fenomeninin beyni bu hale geldi, varoluşun dayanılmaz hafifliğinde hiçliğin patolojik savruluşları, pek de ofansif olmayan mizahımsı, yine nerelerde geziyor bunlar, aynı kitap farklı isim ve yazar adı altında sekiz yüz doksan birinci defa basılmış, atomaltı ölçekte determinizmin tamamen yok olduğundan söz edemeyiz ancak olasıl…”

Altında atla evin salonuna girdi Cevher. Başını kapının tavanına çarpmaktan santimlerle kurtuldu. Işıkta yerini aldı. Ressamlar, “Kıpırdamayın” dedi. Cevher kıpırdamayınca at da kıpırdamadı. Gel zaman git mekan, ikisi de sıkıntıyla tısladı. Portrelere çizilmiş heykeltıraşlar, Cevher ve atın büstünü yapıyorlardı. Ne ala! Memnuniyetle durmayı sürdürdüler. Duruş gerçek bir süreksizliğe dönüşmeli ve memnuniyet kalıcılaşmalıydı. Nihayet memnuniyetin tepe noktasında süreksizleşerek öylece kaldılar, şehrin en büyük meydanında, öylece dururlar şimdi.


N. Toygar Ateş

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page