Çok zaman sonra aslında onu, Doğu Avrupa ülkelerinden birinde, bir kütüphane binasında paspas yaparken gördüğümü hatırladım.
Yıllarca rüyalarıma girip durdu bu yabancı. Bazen bir doktor olup tüm hastalara şifa dağıtıyor, bazen cehaletle savaşan idealist bir köy öğretmeni oluyor, bazen bir politikacı olup ateşli nutuklar çekiyor, bazen de alelâde, pazarda çarşıda gezinen kalabalıklarda, onca insandan birine dönüşüyordu.
İlk zamanlar eli yüzü ayan beyan seçilmesine rağmen, rüyalarımda aynı adamı görüp durduğumun farkında bile değildim. Gün geçtikçe bu yabancının fiziksel özellikleri belleğimden silinmeye başladı. Buna karşılık, zihnimin ona olan hassasiyeti de her geçen gün artıyordu. Rüyalarımda polis oluyor, hâkim oluyor, ressam oluyordu. Defalarca, vahşice cinayetler işleyip katil olduğunu da gördüm. Ama o yine de her seferinde belleğimde bir kahramana dönüşmeyi başarıyordu. Kuşkusuz içimde ona karşı, karşı koyamadığım bir hayranlık doğmuştu.
Önce kaşı gözü yok oldu, sonra burnu, sonra ağzı ve kulakları. Saçları eridi. Parmakları başta eriyip yapışarak palete dönüştü, sonra tamamen bilekleriyle birleşip yuvarlak silik yumrulara evrildi.
Kimi zaman rüyalarımda kendimi kalabalıkların içinde bulurdum. Bu kalabalığın içinde özel hiçbir şey olmazdı, onu da görmezdim. Yine de onu takip ettiğimi, onu görebildiğimi, onun peşinden tutkuyla sürüklenip durduğumu bilirdim.
Bir gün özel bir şey oldu ve onu ilk kez kendi evimde gördüm. Evimde, çalışma masamda oturmuş bir şeylerle uğraşırken, birden büyük bir sarsıntı oluyor. Oturduğum sandalyeden yere düşüyorum. Tablolar, saksılar, masamdaki biblolar; her şey paramparça olup dağılıveriyor orta yere. Kitaplığımdaki tüm raflar kusuyor içindekileri. Birden içeri giriyor. O girer girmez tüm sarsıntı uslanıp uzaklara siniyor. Gelip tüm kitapları raflarına yerleştiriyor, hiçbir yerini şaşırmadan, her şeyi yerli yerince, sanki hepsinin yerini ezberlemişçesine... Son bir kitap kalıyor yerde. Onu alıp bana doğru yürüyor. Kırmızı ciltli, isimsiz bir kitap bu. Ağzı olmamasına rağmen gülümsüyor, gözleri olmamasına rağmen sevgiyle bakıyor bana. Kitabı uzatıyor, heyecan ve minnetle alıyorum hemen. Sonra geldiği gibi çıkıp gidiyor salondan, hiçbir şey söyleyemiyorum arkasından.
Bu, onun beni fark ettiği ilk ve tek rüyamdı. O geceden sonra, elektriğin kesilmesi gibi, birdenbire, sebepsiz, tüm rüyalarım kesildi ve ne yazık, asla onu bir kez daha göremedim.
Tüm sevincim kursağımda kalmıştı. Şimdi kendimi yapayalnız, kimsesiz, haritasız ve pusulasız kaybolmuş hissediyordum.
Tüm kitaplığımı kurcaladım, kırmızı ciltli bir kitap yoktu. Yine de hepsini tekrar okudum. Ama bana onu çağrıştıran, ona ait olan bir şey bulamadım içlerinde. Kendimi kütüphanelere attım, onlarca yüzlerce kitap okudum. Ne aradığımı bilmiyordum ama aradığım şeyi asla bulamadığım aşikârdı.
Zamanla, tıpkı onun fiziksel olarak rüyalarımda silik bir bulut adama dönüşmesi gibi, benim de içimdeki bu enerji biçimini yitirdi. Bir süre eylemsizliğe gömülüp sonrasında rutin yaşantıma dönüş yaptım. Normalleştim. Kalabalıklardaki onca adamdan biri oldum. Evlendim ve boşandım. Emekli oldum. Ufak tefek orta yaş hastalıklarına tutuldum. İyileştim. Her şeyi unuttum. Yine de zihnim, silip atamadığım cam parçalarına benzeyen kırıklarla doluydu. Ben de masanın başına oturdum ve işte bu kitabı yazdım, ismini de Eskizler koydum. İşte bu kitap odur, kitaplığımda olmayan, her yerde arayıp durduğum, onun bana en büyük hediyesi olan kırmızı ciltli kitap! Eskizler!
İşte şimdi onu senin için imzalıyorum...
..X.X..’e,
Tüm Sevgilerimle...
Tarık Çelik
Comments