Valla yakmamışık Hakim Bey. Tamam, denemişik amma yakma makma yok. Buraya niye mi geldim? Şimdi Hakimim bakın. Ben Hasan. Köylüce "Hasan" derler bana. Buralı da değilik biz, kuş uçmaz kervan göçmez bi köyden kalkmışık gelmişik bu Allah’ın şehrine. Askerler, “Köyü boşaltın!” deyince yarımız sınır dışına, yarımız da a böyle büyük şehirlere göçmüşüz. Babam desen, “Ben baba yadigârı evi, ata toprakları bırakmam,” deyip kaldı. Bizi de buradaki akrabalarımızın yanına gönderdi ya geçmişleri kınalı tabii, sinmedi içimize. Çok da duramadık zaten, çıktık ordan. İt bağlasan durmaz bi barakaya yerleştirdim onları. Ben de işte aha bu arkadaşlarla beraber bi kulübede kalmaya başladım. Kulübe dediğime bakmayın Hakimim küçük bi yer kıç kıça yatarız. Zaten iki ay geçmedi babamın da vefat haberi gelince benim kambur iyice büküldü.
Yok Hakimim, ne hayat anlatması, niye yaktığımızı anlatıyorum işte. Aha şu Porsuk Hayri bu da Çakıcı Hüsam -sanayide çalışırdı bir ara ya, ustası buna park etmeye çalışınca ayrıldı ordan da bizle takılmaya başladı. Tamam, doğru konuşurum da sokağın emzirdiği çocuk da bu kadar Hakimim. Daha önce mahkemeye de çıkmamışık, fiyakamız yok yani anladın mı? İşte ne diyordum, bu Çakıcı Hüsam’ın gece üzerine örttüğü gazeteye gözüm ilişti bu sabah. Sobada, Çakıcı’nın yanaşması Ustası Haşim’den arakladığımız odunlar var ama nasıl güzel yanıyor it oğlu itler çatır çatır. Neyse Hakimim, gazeteye bir baktım kadın, kocası olacak dallamadan kaçmış. Adam da bunu görmek istemiş. Her yolu denemiş, bi yol tutturamamış. En son, almış benzini dökmüş üstüne. Tabii itfaiye, polisler falan seferber. Bulmuşlar kadını, görüştürmüşler eşiyle. Sonra bende bir şimşek çaktı.
“Toplanın lan,” dedim aldım bunları karşıma. “Ulan,” dedim, “madem durduğumuz yerde otluyoz, şimdi bi de güneşe karşı işeyelim bakalım ne olacak?”
Doğrudur Hakimim, ben yaptım planı. Yaptım da niye yaptım? Biz sabahın körüyle sokağa çıkar, gecenin zifirisinde barakaya döneriz. Kimimiz mendil satar, kimimiz simit, kimimiz yara bandı. Cep delik sonuçta, ne iş bulsak yaparız. Ama bu bizim cadde yok mu? Kimse görmez bizi. Sesimiz hiçbir kulağa çarpmaz. Ya cam kapatırlar ya kafalarını çevirirler. Bizim yeni yetmelerden biri -Fırlama Celil deriz biz- daha altısına yeni basmış. Bir gün koşarak geldi bana.
“Abi ben görünmez oldum,” diye tutturuyor.
“Bas git oğlum! Ben görüyorum ya,” dedim.
“E diğerleri görmüyor ama,” dedi.
Bende şimşek çaktı yine.
“Ulan,” dedim, “canına ezan okuduğumun dünyası. Ya sen bana görünecen ya ben sana.” Ahdettim Hakimim.
“Git şu bakkaldan ekmek çal gel,” dedim Fırlama’ya. Kaptı geldi ekmeği köpoğlu. Ama nasıl koşuyor... Bu bitirim önde, bakkal arkasında.
“Abi görüyor beni,” diye telaşla saklandı arkama. Verecekleri zaman görmezler ama alacakları olunca görmedikleri delik yoktur bunların Hakimim. Fırlama Celil’in dediği doğruydu nihayetinde. Biz görünmezdik. Görünmüyorduk. Doğrusu, bu insanlarda değil bizi görecek göz, yanı başlarını dahi görecek hâl yok. Arada bi gelir bu büyükler evlerimize, arkalarında kamera ordusuyla, buzdolabını doldururlar, çocuklara oyuncak alırlar. “Yoksul ailelerimizin yanındayız!” der giderler. Sabahında biz yine caddelerde arazi. Tarla yanmış, hasat yok, ekin biçmeye çalışıyoruz anladın mı?
Neyse, ne diyordum, bunlara dikkat kesildim ben, her gün her Allah’ın günü aynı caddelerde iş yapıyorlar. Sorarım Hakimim, milyon tane insandan biri de dönüp bakmaz mı? Bakanlar var ama onlar kendileri için bakıyor, vicdan yapıyorlar güya anladın mı? Acıyorlar akıllarınca. Acınacak taraf biz miyiz Hakimim? Çalışıyoruz biz. Emeğimizle, alın terimizle çalışıyoruz. Bizi çalıştıranlarda değil mi kabahat?
Bu Celil, dedim ya Fırlama Celil, taktı tabii bu görünmezlik olayına. “Abi yemin olsun ben görünmezim,” deyip duruyor. Oralı olmadık, yeni yetme, daha toy, ne de olsa alışır sokakta çalışmaya, insanların kayıtsızlıklarına dedik. Ama bir gün bir şey oldu Hakimim. Benim fitil ondan sonra ateşlendi.
Almış bir kutu yara bandı, girmiş caddeye yine. “Yara bandı alır mısınız?” diye dolanıyor. İzledim bir süre, küçük ne de olsa, yanımdan fazla ayırmam bunu, benim de kardeşim var nihâyetinde. Kimse buna cevap vermiyor Hakimim. Kadınlar çocuklarını kat kat sararken Celil’in altındaki yırtık köseli ayakkabıya ilişti gözlerim. “Adalet mi lan bu?” dedim. Acıdım çocuğa.
Bir baktım bizim Celil yine bağırıyor. “Ben görünmez oldum, ben görünmez oldum...”
Sonra yola fırladı aniden. Fırlamasıyla arabanın çarpması bir oldu tabii. Herkes üşüştü başına. “Vah yavrucak, vah yavrucak,” diye ellerine vuruyorlar. Celil ne dese beğenirsiniz. “Siz beni görüyor muydunuz? Yara bandı alın be abla?” Sonra yumdu gözlerini. Bağırdım, ağladım ya, ne fayda. Ama içimdeki isyanım da bitmedi. İkiyüzlü bunların hepsi, illa ölelim mi Hakimim? İlla başımıza bir şey mi gelsin sesimizi duyurmak için? Bizi görmeleri için arabanın altında kalmamız, kendimizi yakmamız mı lazım? İnsan, insanı olduğu gibi göremez mi? Ondan beridir yanar içim.
“Ulan madem bizi gören yok, halimizi duyan yok,” dedim, gittik aldık benzini, meydana toplandık, döktük etrafımıza. E tabii şov milletiyiz, hemen üşüştüler yanımıza. Kimi telefona çekiyor kimi polisi falan arıyor.
“Artık görürsünüz bizi,” dedik. Yaktık çakmağı. Niye yaktık bilmiyoruz tabii aslında. Belki de fark etsinler istiyorduk bizi. Hem bakın, işe yaramış olacak ki, koca devlet bile gördü bizi.
Yok Hakimim, devlete lafım yoktur benim. Sümme haşa. Var olsun, başımla beraber. Ama biz de insanız be Hakimim.
Neyse, işte benzini dökmemizle kendimizi burda bulmamız bir oldu yani anlayacağınız. Vaziyeti durum budur Hakimim.
Ha, benzin mi niye alev almadı? Kandırmış bizi pompacı. Benzin yerine su vermiş piç.
Tuba Çiftçi
コメント