Ormanda kaybolan çift büyük bir tepenin yamacında, kimsenin göremeyeceği hatta bakmak bile istemeyeceği o yerde bir kapı buldu. Taş duvarda öylece duruyordu. Kapıyı çaldılar, bağırdılar, yardım için yalvardılar ama bir ses bile olsa karşılık alamadılar. Karınları guruldarken güneş de yavaştan müsaade istedi. Gece olmadan yiyecek bir şeyler bulamazlarsa acı erkenden başlayacaktı. Erkek yiyecek aramaya çıktı. Kadın da kapının başında beklemeyi uygun gördü. Zorlayarak açabileceğini umdu. Saatler geçti. Adam yanında birkaç meyve ile dönmüş, kapıyı açık bulmuştu. Kadın yoktu. Yerde küçük bir kan birikintisiyle karşılaşınca içeriye koştu. İzler onu bir başka kapıya götürdü. Zorladı, bağırdı, ağladı ancak tıpkı dışarıdaki kapıda olduğu gibi bir cevap alamadı. Sakinleşmeye çalıştı. Silkelenip anahtar ya da işine yarayabilecek herhangi bir şeyi aramaya karar verdi. İçinde bulunduğu yerin kendi evine olan benzerliği dikkatini çekti. Biraz bakındıktan sonra ürperti her yerini sardı. Benzerlikler şüpheye yer vermeyecek hale geldi. Artık adamakıllı korkuyordu. Kan izlerinin önünde bittiği kapı yavaşça açıldı. Merak ve korkunun eşi benzeri olmayan yakıcılığı ile oraya baktı. Eşi odadan çıktı ve ardından kapıyı kapattı. Adam koşup ona sarıldı. Vücudunu inceledi, bir yara aradı ama bulamadı. Yerdeki kanı sormak için işaret ettiğinde şok oldu. Kan yoktu. Sorgulayıcı gözlerle eşine baktı. Kadın sakince anlatmaya başladı. Kapıyı açmayı başardığı sırada vahşi bir hayvanın çıktığını, korkup içerideki odaya kendini kilitlediğini söyledi. Aklı karışan adam bağırıp deliler gibi kapıya vurduğu sırada açmayı bırak tek bir ses bile çıkarmadığını sordu. Kadın duymadığını bahane etti ve yerde bulduğu defteri uzattı. Nedense okuyamıyordu, eşinin denemesini istedi. Kimin olduğunu merak eden adama yerde bulduğunu söyledi. Defteri alan adam son birkaçı dışında bütün sayfaların yırtıldığını görünce garipsedi. Okumaya başladı.
Bunu birinin bulup bulamayacağını bilmiyorum. Muhtemelen bulamayacak. Burada tıkılı kaldım. Etrafım çevrilmiş durumda. Ya çıldırdım ya da çıldırmak üzereyim, emin değilim. Mümkün olmaması gereken bir kaosun içindeyim. Tanrı beni cezalandırıyor olmalı. Kafamı taşlara vurarak ezmeden önce bir şeyler yazmam gerekiyor. Bunu bir sorumluluk olarak hatta son arzum olarak görüyorum. Bir kanıt ya da hatıra, belki de günah çıkarma. Ne demem gerektiğini dahi bilmiyorum. Sadece yazmak, yazmak istiyorum. Çok fazla vaktim yok. Bunu okuyan dostum, çok çok üzgünüm. Başına gelmiş ya da gelecek olanlara şahitlik etmek üzeresin. Kocam ve ben kaybolmuştuk, en az senin kadar. Nasıl olduğunun bir önemi yok. Yamaçtaki kapıya rastlayana kadar çok daha mutlu olduğumuzu söylemeliyim. Kurtulduğumuzu sanarak atladığımız şey bir cehennem olup çıktı. Ben. Ben biraz sinirli biriyim, kabul ediyorum ama o, o şerefsiz de bir melek değildi. Hiç olmadı. Bizi buraya o sürüklemişti, ben de bu yüzden tartışma çıkardım. Tartışma kavgaya dönüştü ve ben ateş kusar hale geldim. Onu ittim. Kahretsin. Sıçradı ancak dengesini sağlayamadı. Düştü. Biraz yuvarlandıktan sonra bir çalılıkta ancak durdu. Hey yeri yara bere olmuştu. En kötüsü ise üzerine düştüğü sivri dal parçasıydı. Koltuk altından çıkan, kana bulanmış şey son derece ürkütücüydü. Ama. Ama biraz da olsa hak ettiğini buldu diye düşündüm. Rahatlamıştım. Kahkaha bile atmak geldi içimden ancak tuttum. Bu yaşandıktan sonra gözüme kapının açıldığı çarptı. Kocamı taşıdım ve içeriye girdik. Ev dayalı döşeli, nispeten modern bir evdi. Çok da tanıdıktı lakin dikkatli bakamadım. Onu önümüze çıkan ilk koltuğa yanlamasına yatırdım. Sargı bezi gibi işe yarayacak şeyler aramak için onu yalnız bıraktım. Döndüğümde kaybolmuş, ardında küçük bir kan gölü bırakmıştı. Tanrım. Belki de sessiz ve huzurlu bir şekilde ölmek için benden kaçmıştır diye düşündüm. Üzerime bir yorgunluk çöktü, yere oturdum. Tam sigara yakacaktım ki solumdaki kapı açıldı. Karşımdaydı. Ayakta. Sapasağlam. Şaşkınlıktan çığlık attım, kaçtım ama hızlı toparlandım. Dönüp her yerini inceledim. Tanrı şahidim olsun bir çiziği bile yoktu. Yarasını sordum. Hiçbir zaman yaralanmadığını söyledi. Çıldırmak üzereydim. O kadar kan havadan gelmemişti ya. Bunu ona söylemeden önce dönüp koltuğa baktım. Kan yoktu. Diğer koltuklara baktım. Hepsi tertemizdi. Sanki hiç olmamış gibi.
Başıma ağrılar girmiş sinirlerim boşalmıştı. Pişkin pişkin rüyamda görmüş olabileceğimi ima etti. İtiraz ettim. Benimle dalga geçti. Adi herif. Kendimi ve korkumu anlatmaya çalıştım. Her zaman benzer hayaller gördüğümü ve hatta dikkat çekmek için uydurduğumu öne sürdü. Sefil yaratık. Şerefsiz. Kuduz bir köpeği dürtüklemiş oldu son söyledikleriyle. Kendimi tutamadım. Ona saldırdım. Evet. Ona saldırdım. Madem her şey bir rüyaydı intikamımı almam gerekiyordu. Bana çektireceği daha ne kalmıştı ki? Boğuştuk. Çantamı ona fırlattım. İçindeki her şey yere saçıldı. Daha da sinirlendim. Çok fazla karşı koymadı ancak bu beni körüklemekten başka bir işe yaramadı. Kendimi kaybetmiştim. Yere yatırmış suratına vuruyordum. Ayağımın dibindeki makastan yansıyan ışık gözümü aldı. Ani bir kararla onu alıp kocamın gözüne soktum. Evet bunu yaptım. Kanlar elimi boyarken işin ciddiyetinin farkına vardım. Titremeye başlayınca krize girdiğimi sandım ancak bir iki dakika sonra inanılmaz derecede rahatladım. Kocam orada ölürken daha önce neden yapmadığımı kendime sorup durdum. Eski kötü anılar kafama hücum etti. Gözümü kapatıp çırpınmasını izlemeyi kestim. Çığlıklarını da kulaklarımı kapatarak engelledim. Ses kesildiğinde bir sigara yakmak istedim. Ama beni yeniden engelledi. Bunu okuyan şanssız dostum, sana yemin ederim ki yaşanan şey hayal değildi. Yukarıda izleyen babamız neyi planlıyor bilmiyorum ama şahidim bir tek odur. Öldüğüne yemin edebilirdim. Ve bu konuda yanılırdım. Gözündeki makası çıkarıp ayağa kalktı, o odaya doğru yürüdü. İçeriden sapasağlam çıktığı odaya. Oraya girdi ve kapıyı ardından kapattı. Dakikalarca çığlık attım. Bağırdım. Yardım istedim. Kustum. Dışarıya çıkmaya çalıştım. Lanet kapı yerinden bile oynamadı.
Elinde defterle birlikte koşarak kapıya giden adam açılmadığına bizzat şahit oldu. Zangır zangır titriyordu. Eşinin şaşkın bakışlarına nasıl tepki vereceğini bilemedi. Yüzünün bembeyaz olduğunu söyleyen kadına korkuyla baktı. Bu notun bir konuda haklı çıkması onu her konuda haklı yapmayacağı düşüncesine sıkı sıkı tutundu. Kurtuluş ümidi ile sayfalara geri döndü.
Kapıya vurdum. Ellerim kanayıncaya kadar yumruk attım. Gördüğüm manzara gözlerimin önünden gitmiyordu. Makası sakince çıkarması dehşet verici bir görüntüydü. Göz makasla birlikte göz çukurundan çıkmış ancak bağlantısını yitirmemişti. Aynı sakinlikte odaya doğru ilerlerken feri gitmiş göz ritmik bir şekilde elmacık kemiğine çarpıyor ve yapış yapış bir ses çıkarıyordu. O sesi hâlâ duyuyorum. Kulağımın dibinde. Yardım çağırmaktan bıkıp bir köşeye çekildim. Kafamı kollarımla sardım ve öylece bekledim. Bir süre sonra kapı açıldı. Karşımda hiç olmadığı kadar sağlıklı bir şekilde duruyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Rüya olmalıydı. Başka bir açıklama bulamıyordum. Kafasını her salladığında gözünün çıkardığı o sesi tekrar duyuyordum. Kulağımı kapatınca gözümün önüne geliyor, gözümü kapatınca derin kan kokusu genzimi dolduruyordu. Düşünmemek için konuşmaya başladım. Kelimeleri zar zor bir araya getiriyordu. Ancak hiç olmadığı kadar iğneleyiciydi. Aşağılayıcı. Nefret dolu. Dayanamadım. Koştum. Kaçacak bir yer bulamadım. Çarpık konuşması her yerden duyuluyordu. Her adımında o yapış yapış ses kulağımı dolduruyordu. Bu günahı bir kere daha işledim. Onu öldürdüm. Kalkıp yeniden o odaya girdi. Sonra bir daha öldürdüm. Aynı şey yeniden oldu. Sonra bir daha. Sonra bir daha. Onlarca kez. Artık boğazından fışkıran kana yabancı değildim. Ya da gözünün çıkmasına. Ya da bacağının kopmasına. Ya da kalbinin vücudundan ayrılmasına. Artık hiçbir şey garip değildi. Çığlık atmıyordu. Kaçmıyordu. Sadece ölüyordu. En sonunda aklıma bir fikir geldi. Onu parçalara ayırırsam ne olacağını merak ettim. Saatlerimi aldı. Baştan aşağıya kan oldum. Odadan her çıktığında tek damla kan kalmadığı için sorun değildi. Yerde bir yığın et vardı artık. Öylece duruyordu. Tam bitti sanırken bütün parçaların sürünerek odaya doğru ilerlediğini gördüm. O küçük etlerin yavaş ilerleyişi ve çıkardıkları vıcık vıcık ses büyüleyiciydi. Birleşmesi çok uzun sürdü.
Belki günlerce bekledim, bilmiyorum. Kurtulduğumu düşündüm. İntihar etmeye hazırlanıyordum ki kapı açıldı. O dışarı çıktı ve çıktığı gibi yere düştü. Ağzından salyalar akıyor, gözünü bile kapatamıyordu. Oracıkta öldü. Ve tekrar odaya girmek için kalkmadı. Böylece bir sınırı olduğunu anladım. Uzun zaman cesedi izledim. Çürümeye başlayana kadar. Ona katılmam gerektiğini hissettim. Uzun süre birlikte olduğumuz makası karnıma sapladım. Bunları yazarken de hâlâ karnımda. Çıkarırsam kan kaybından hızlıca ölürüm. Büyük ihtimalle yeniden dirileceğimi ve bunu defalarca tekrarlamam gerekeceğini sanıyordum. Ne kadar safmışım. Ne kadar salakmışım. O odaya kendi ayaklarımla girdim. Kendi bilincimle. Ne olacağını görmem gerekiyordu. Keşke ölmeyi bekleseydim. Beklemedim. Kapı ardımdan kapandı. Bir süre orada acı içinde bekledim. Girdiğim kapı açıldı. Tanrım. Şimdi, ölürken bile bu görüntü tüylerimi diken diken ediyor. Kapıdan içeriye birisi girdi. İçeriye ben girdim. Kanlı canlı. Tek bir çiziği yok. Mutlu. Öylece yüzüme baktı. Yanıma yaklaştı. O anlardaki hislerimi anlatmam çok zor. Korku ve huzur aynı anda içime hücum etti. Bunu yapan tanrı olmalı, gerçekten tanrı olmalı diye düşündüm. Uzanıp bana sarılacak gibi oldu. Cennetten gelen bu meleğin beni sarıp sarmalamasını hayatta kalan bütün benliğimle istedim. Beni itti. Yerde açılmış bir çukurdan lağım gibi bir yere düştüm. Bu. Bu inanılmaz koku bayılmama izin vermedi. Düşmenin etkisiyle artık midemin bir parçası haline gelen makası kusacak kadar kötü bir çürük kokusu. Biraz kan kustum. Etrafıma bakınca onun melek olduğu fikrinden vazgeçtim. Onlarca ceset var burada. Çok fazla. Hepsi çok tanıdık. Bir sürü. Ölüler. Belki de değiller. Evet. Parçalanmış. Boğazı kesilmiş. Gözü çıkmış. Bacağı kopmuş. Kalbi sökülmüş. Onlarca. Benim eserlerim. Daha fazla yazacak gücüm kalmadı. Eğer birisi bunu okuyorsa. Sevgili dostum hızlı bir ölümü şiddetle düşünmelisin. Tanrı seninle olsun.
Mektuptan kafasını kaldıran adam eşinin yüzüne baktı ve kim olduğunu anlamaya çalıştı. Sağına soluna bakındı. Odanın içinde bir o yana bir bu yana koştu. Eşinin yanına geldi. Deli gibi titriyor, gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Kulağına eğildi ve bir soru sordu.
“Makasın var mı?”
Ulaş Can Ünal
Comments