top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Yeşim Başaran- Yalıdaki İnatçı

Kirden griye çalan tül perde usulca yüzüne değdi. Boğazın sabah rüzgârı çoktan odaya dolmuştu. Denizin kokusunu içine çekti. Yüzünün yorgunluğu gevşedi. Güneşin ilk ışıklarına daha vakit vardı. Önce ezan sesi duyulacak sonra yalının yaşlı ağaçlarından kuşlar, balıkçı teknelerinin tır-tırlarına seslenecekti. Gün doğmaktan vazgeçmiyor.

Gördüğü rüyalarla kâbusa dönen uykusunda dağıttığı yatağa baktı. İçinde yeni günü yaşamak için ufak bir istek aradı. Bulamadı. Yüzünden alaycı bir tebessüm geçti. İlk iki ders uyur kendime gelirim nasılsa. Yataktan kalkmaya yeltenip başını kaldırınca içi bulandı. Oğlum köpek gibi ne içtin yine! Son bir gayretle doğrulup kalktı.

Akşam dedemin ilaçlarını verdim mi ben? Telaşla saatini aradı. Sekiz vapuruna yetişemezsem ilk ders hayal olacak. Yatak odasının en uzak köşesinde duran döşemesi eskimiş sarı koltuğa fırlattığı okul formalarına yöneldi. Buruşuk gri pantolon, düğmesi kopuk beyaz gömlek, yamuk yumuk bir kravat. Esaretin kılıfı dediği formaları gelişigüzel giyerken masanın üzerindeki dağınık defterleri, kitapları toparlamaya çalıştı. Kitapların altından çıkan beyaz kâğıda gözü takıldı. Dün gece kafası tam iyi olmadan önce yazdığı satırları okudu.

“Mutlu evlere sabah serinliği mutfak caminin aralık kenarından giriverir. O evlerde anneler erkenden kalkar, kahvaltı hazırlar. Kızarmış ekmekle, demlenmiş çayın kokusu odalara yayıldığında sıcak yatağında tebessüm edersin. Burnuna gelen o kokuya manolyaların kokusu da karışınca sabahın köründe kalkıp seve seve okula gitmeyi bile istersin. Aile sabahlarında babalar kahve içer. Kahve kokusu nerede?”

Özensiz, hızlı hızlı üzerini giyerken gözleri yatağın başucundaki soluk fotoğrafa takıldı. Gülerek ona bakan kadının yüzüne ışık vurmuş, gözleri parlıyordu. Çıkarken fotoğrafa belli belirsiz bir el salladı.

Merdivenlerden inerken yalının duvarlarına sinen rutubet boğazını acıttı. Ne beter bir koku bu.

“Günaydın dede, neler oldu bu sabah? Senin balıkçılar siftah yaptı mı?”

Dede, her zamanki koltuğunda, sessiz Boğaz’a bakıyordu.

Cevap vermeyeceğini bilse de doktorun dediğini yapıyor, onunla hep konuşuyordu. Şakir Dede’nin hayatı, uzun zamandır sadece penceresinin çerçevesinden görünen mavilikle yalının duvarları kadardı.

Demir bahçe kapısının sesi duyulunca gülümsedi. Birazdan gün sahiden yaşamaya başlayacaktı. Emektar Şerife teyzenin anahtar tıngırtısı yalının boş odalarında yankılandı.

“Günaydın teyzem”

Şerife kucağında çiçeklerle salona girdiğinde ortalık ferahlayıverdi. Kadın, mavi, beyaz iğne oyalı başörtüsünü düzeltirken yaşlı adama seslendi.

“Şakir dede günaydın, neler yaptın bakalım? Balıkları tuttular mı senin kayıkçılar? Baksana senin ağacın çiçekleri bu sene yine coştu, bereketi ne de bol.”

Manolyanın kokusu yaşlı adamın yüzündeki çizgileri sildi. Dirsekleri aşınmış koltuğu sıkıca tutan elleri kımıldadı. Ağzının kenarında beliren derin çukurlar doldu. Başını, usul usul balıklar tutuldu der gibi salladı. Gözlerini, duvara, dün geceden beri boş duran tablonun izine çevirdi. Uğur dedesine bakarken, çıkmayan sesini duyar gibi oldu. Babası yalıya her gelişinde gözüne kestirdiği kıymetli eşyaları, “Füsun çok beğenmiş, hatıra getirsene diye tutturdu,” deyip teker teker götürüyordu.

“Uğur haydi hazırlandın mı oğlum? Bak vapur on dakikaya kalkacak.”

“Hazırım, meraklanma.”

Şerife işlere bir an önce koyulmak için mutfağa girdiğinde çöpün yanında dizili boş şişelere gözü takıldı.

“Ah be oğul, akşam dağıldın mı sen yine? Bak bakayım bana. Düğmesi kopmuş gömleğinin, dur dikivereyim onu hemen.”

“Ya boş ver kalsın böyle.”

“Olmaz! Ne o öyle sahipsiz gibi.”

Kadının konuşan, sorular soran sesi eski tahtalarının gıcırtısına karışıyor yıpranmış kapılardan yankılanıyordu. Yalı sanki onun sesiyle canlanıp ayakta kalmaya direniyordu.

“Şerife teyze iyi etmişsin, manolyalardan içeri de getirmişsin.”

Bir taraftan düğmeyi dikmek için iğne ararken Uğur’a dönüp başıyla onayladı.

“Tabii oğlum, o ağaç bizim yadigârımız. Deden, annen sana hamile kaldığında dikiverdiydi yalının bahçesine.”

Tuhaf bir sessizlik oldu. İyi bildikleri belli, çaresiz bir hal dolandı aralarında. Şerife konuyu değiştirip,

“Akşam kaçta döneceksin okuldan? İstersen bu akşam ben kalayım dedenle.”

“Yok, gerekmez idare ederim ben.”

“Sen kendin çocuksun daha be oğlum hem okul hem dedenin bakımı. Baban uğradı mı dün akşam?”

Uğradı diyemedi. “Biraz otursana baba, sana çay yapayım,” diye soruşunu, “İkizlerin ödevleri var eve dönmem lazım,” diyerek gidişini düşündü. Köşedeki aynalı vitrinde, yemek takımından kalan kulpu kırık fincanlara gözü takıldı. Bana eksik yaşamayı ne de iyi öğrettin!

“Uğramadı, yarın uğrar. Haydi, gittim ben!”

Yalının bakımsız bahçesinde çanak gibi açılmış çiçekleriyle dimdik duran manolya ağacına baktı. Ne inatçısın.

Vapurun düdüğünü duyunca hızlandı. Birazdan demir turnikenin soğuğu eline değecek, o bilindik metalin sesi iskelenin duvarlarında yankılanacaktı. Denizi kokladı, içi maviyle doldu. Martılar pervane olmuş yola çıkan vapurun sağında solunda uçuyordu. Martılar da inatçı.

Vapur, Emirgan’a vardığında manolyaların kokusu hâlâ burnundaydı.


Yeşim Başaran

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page