top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Gülhan Tuba Çelik ile Onlar Ve Köpekleri'ni Konuştuk


İkinci öykü kitabın “Onlar ve Köpekleri” Epona yayınlarından Nisan ayında çıktı. İlk öykü kitabınla arasında bazı farklar var. Burada ön planda olan mekânların belleği, insanların içsesleriyle örtüşerek karakter mekân bağını güçlendirmiş. Karakterler genelde olduğu yerde kalmış, bir adım ileri gidemeyenlerden. Onların bu sıkışmışlığını, semtleriyle ilişkilerini ‘coğrafya kaderdir’ bağlamında nasıl değerlendirirsin? Yıllardır İstanbul’da yaşayan birisi olarak kendi mekân-insan durumundan, coğrafi kaderinden bahseder misin?

Kendimce hatırı sayılır bir zamandır İstanbul Fatih’te yaşıyorum, Suriçi’nde. Köyümde geçirdiğim ilk on beş yılımı saymazsak ilk defa bu kadar uzun zamandır bir yerdeyim. Okullar bitmiş, Doğu görevleri yapılmış, İstanbul’un daha dezavantajlı yerlerinde çalışılmış ve sonunda geldiğim nokta kalacağım nokta da olmuş aynı zamanda. Çalıştığım okul evime sadece on dakika mesafede olan çok iyi bir okuldu. Ve gidecek hiçbir yerim yoktu. İyi bir semtten, iyi bir okuldan nereye gideceksin ki. Yeni bir hedefin olmaması, gidecek bir yerinin kalmaması; yaşadığın yeri ne kadar seversen sev bir kuşatılmışlık da barındırıyor içinde. Abartmıyorum dünyanın sonuna gelmiş gibi hissediyordum bu kitaptaki öyküleri yazmaya başlarken. Aynı zamanda çok da etkileyici bir yerde yaşıyordum. Yabancı seyyahların kitaplarından Tanpınar ve Pamuk’a uzanan bir pitoresk bilincinin içinde olmak tek haz verici yanıydı o ruh halinin. Gidemeyecek olmak, sıkışıp kalmak; bir ahşap evin, incir ağaçlarının, sur kapılarının, duvar diplerinin, manastır yıkıntılarının aydınlığında unutuluyordu sadece. Mekânların hatırası insanları da getiriyordu aklıma. Binlerce yıl önce de buralarda dolaşan, gülüşen, konuşan insanların olması bana güç veriyordu. Ve yalnızlığım daha büyük bir insan topluluğunun içinde eriyordu. Yaşadığım coğrafyanın kişisel kaderime etkisi böyle oldu diyebilirim özetle.


Kitaba dönecek olursak ilk beş öyküde kahramanları isimleriyle tanıyoruz. Sonraki öykülerde isimler ortadan kalkıyor, şehrin tarihi, kahramanların yanına sokuluyor ya da belki bir farkındalık. Yerini bulmuş tık diye oturmuş, dünyayla mesafeli, yerleşik, sınırları çizilmiş, ilişkilerinde hapis kahramanların aynı zamanda şehirlerine ve tarihlerine yabancılıkları da dikkat çekici. Bize biraz onlardan, isimleri olsun olmasın, bahseder misin? Tanıdığımız, bildiğimiz ama görmediğimiz bu karakterler senin için ne ifade ediyor?

Yukarıda sözünü ettiğim şaşkınlığın içinde yaşamaya çalışırken fark ettiğim bazı şeyler oldu. Bir yerde uzun zaman kalmamış insanların yeni yeni fark ettiği basit şeyler. Baharda önce iğde kokularının gelmesi, onlar azalınca ıhlamurların. Her Nisan’da herkesin yağmurluklarını çıkarması. Mayıs’ta erguvanların açması, Eriklerin yavaş yavaş çıkmaya başlaması. Ardından bahçelerdeki, duvar diplerindeki incirlerin ortaya çıkması. Mezarlıktaki ortancalar, kaldırımdaki horoz çiçekleri. Her şey sabit bir döngüyle ilerliyordu. Fakat insanlar. Çevremdeki yerleşiklerin, kalanların hayatlarında pek bir değişiklik yoktu. Ufak tefek aile veya arkadaş sorunları, küçük kaçamaklar, bir örnek hayatlar. Gençken dünyadan daha hızlı dönüyordu içimizdeki evren. Dışarıyı pek fark edemiyorduk. Ama şimdi çakılıp kalmıştık ve sadece dünyanın hareketlerini izleyebiliyorduk. Kendi içimizde pek bir şey yoktu. Önce bu farkındalık ve arzu geldi. Kalanları yazmak. Kitabın adını da Kalanlar olarak düşünmüştüm en başta. Kararımı verince ilk öyküyü yazmaya başladım. Az çok belli bir alana sıkışmış insanları yazacağım için birbirleriyle de karşılaşsınlar diye düşündüm. İlk öykülerde isimlerdeki netlik sanırım ondan. Başka bir öyküde de adı geçebilir diye. Fakat sonra daha da dar bir alana hapsoluyorum gibi geldi. Kahramanları illa birbiriyle karşılaştırma arzusunu bıraktım. Eksiği ve fazlası, doğrusu ve yanlışı ile çevremdeki insanlardan, biraz da kendimden ilhamla yazdım öyküleri. Onlar benim kader ve yol arkadaşlarımdı. Ama tabii en nihayetinde her şey bir kurmaca ve kafamızdaki sabit fikre göre oluşturuyoruz metni. İlk öyküleri yazmaya başlarken aynı zamanda Bizans tarihi de okumaya başladım. Öyküler ilerledikçe bu birikimin de etkisiyle mekânlar daha çok güçlendi. Benim şehre dair farkındalığım ve hayranlığım arttıkça öykü kahramanı mekândan güç alan, daha bilinçli bir özne durumuna yükseldi.

Onlar ve Köpekleri, Şeyler, Kapılarda… Bu öykülerde ve diğer pek çoğunda aranan, bulunamayan cevaplar var. Anlaşılamayan bazı noktalar. Onlar ve Köpekleri’nde “onlar” ve “köpekleri” ile karşılaştığında, onların arkasındaki boşluğu, hiçliği gördüğünde Ersin’in sorusu yok oluyor. “İstenmemiş, terk edilmiş olmanın sağladığı sınırsız özgürlük artık üstlerine oturmuştu. Yüzlerindeki anlamı gördü Ersin. Kendisi olmanın güzelliğini.” Kendisi olma konusunu bize biraz açar mısın?

İnsan ruhu daima bir anlam arayışında. Mantık, metafizik fark etmez. Hepimizin sığınacak şeylere ihtiyacı var. Bilme arzusu, anlama ihtiyacı, sorgulama isteği hiç bitmiyor. Doğamız gereği tatminsizlik de. Kapılarda öyküsünde, sevgilisiyle yaşayan kadın kahraman bir anda işten çıkarılınca sağlıksız ve tutkulu şekilde yeniden bağlanıyor adama. Ama yılların getirdiği bir rutin de var. Doğal olarak tek kişinin yeniden alevlenen aşkı coşkuyu eski haline getirmeye yetmiyor. Ya da Onlar ve Köpekleri’nde aldatılan adam, yine çok sevdiği için; yeteri kadar sevilmediğini ya da kadının bu ilişkiye ciddi olarak bakmadığını fark edemiyor. Sevince sabit fikirli olmak hoşumuza gidiyor. Daha güvenli. Fakat dünyanın, hayatın kendinden menkul bir özelliği var. Asla tatmin olamıyoruz. İnsanlar, ilişkiler, sevgiler hiçbir zaman istediğimiz oranda yolunda gitmiyor. Bu noktada bence vazgeçebilmek önemli. Onlar ve Köpekleri’nde Ersin tinerci çocukları ve köpeklerini görünce ufak bir aydınlanma yaşıyor. Yalnızlığın özgürleştiriciliğini fark ediyor. Ya da Kapılarda öyküsündeki kadın, kendi derdinin içinde boğulmuşken 2020’nin Fatih’inde İbrahim diye bir evsizin donarak öldüğünü görüyor televizyonda. Orada vazgeçiyor kapıları zorlamaktan. Kapılar açılmıyorsa ya da kapıların arkasındakine ulaşılamıyorsa yola kendimizle devam etmek, hayata da yeniden dâhil olmak anlamına geliyor. Vazgeçebilmeyi özgürleştirici ve iyileştirici buluyorum.


Öykülerin tamamı ilahi bakış açısıyla yazılmış, anlatım ağırlıklı. Diyaloglara az rastlıyoruz. Bu anlatımı tercih etme nedenlerin nelerdir? Ayrıca öykülerin mekânsal bağlarının yanında birkaç öyküde karakterler (örneğin Halil ve Umut) birbirleriyle karşılaşıyorlar. Bu, okuru da semte davet eden keyifli bir dokunuş olmuş. Öyküler için hazırlanan haritalar da aynı şekilde. Buna benzer hareketlilikleri öyküde nasıl buluyorsun? Hemingway’in bir sözü var, yazar gözlemlemekten vazgeçerse işi bitmiş demektir, diyor. Gülhan Tuba Çelik bu öyküler için bu sokaklarda karakterlerle birlikte dolaşıp gözlem yaptı mı?

Hepimiz belli bir edebi ve estetik birikim sonucu yazmaya başladık. İyi edebiyat denince anladığımız şeyler çok farklı olabiliyor. Bu oldukça doğal. Sosyokültürel geçmişim, deneyimlerim, ilgi ve arzularım, karakterim itibariyle gündelik yaşamı anlatan metinlerle ilgiliyim daha çok. Salinger’in anlatmayıp gösteren başarılı diyalogları, O’connor’un dehşet kurmacaları, Carver’in ilgi çeken yapıtları bana pek hitap etmiyor. Öykülerimde duyguların ya da düşüncelerin izinde giderken zamana ve mekâna dair gözlemlerimi paylaşmayı seviyorum. Metinlerimde zamanın tozu olsun istiyorum. Bu yüzden de oldukça fazla dolaşıyorum, evet. Yürümek bana hep çok iyi geliyor. Yürüdükçe hayatla bütünleşip güzelleştiğimi hissediyorum. Haritaları da belki bir gün biri kitabımı eline alarak o sokağa, o cami bahçesine, o okulun önüne gelmek ister diye koydum. Gerçekliği artırmak istedim bunu yaparak. Bu tarz hamlelerin ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Kafamızdaki anlayışa uygun her şeyden yararlanabiliriz elbette. Bu anlamda muhafazakar değilim.

Kitabın son iki öyküsü Yakarış ve Onlar Kuşlara, pandemi dönemi öyküleri. Umudu kaybetme ile iyileşme peşinde olma arasında gidip gelen bir duygu oluşturuyor bu iki öykü. Onların yazılış süreçlerinden bahseder misin biraz? Pandemi sürecinin okuma yazma serüvenine ne tür etkileri oldu?

Pandemi süreci yokluk ve yoksulluk haberleri, çaresizlikler yönünden çoğu insan için maalesef zordu. İntihar eden müzisyenler, evine ekmek götüremeyenler, canlı derslere erişim sorunu yaşayan öğrenciler. İçimizin bir yanı hep yaralı kaldı. Ben bir devlet memuru olarak süreci daha hasarsız atlatabildim. Evde kalmalarım yazma sürecime çok etki etmedi çünkü zaten çok fazla yazan biri değilim. İçime sinene kadar, üç ya da dört ay beklerim bir öykü için. Fakat güzel bir şekilde okuyabildiğimi inkâr etmeyeceğim. Yazdıklarında gündelik hayatı işleyen biri olarak pandeminin öykülere girmesi kaçınılmazdı. Pandemi hikayesi olsun diye yazmadım ama pandemi bizim hikayemiz olunca metne giriverdi.


Genel olarak Onlar ve Köpekleri’ni okuyanların ne düşünmelerini, bu yolculukta ne bulmalarını isterdin? Bu kitap senin hayatında nasıl bir yerde duruyor?

Kendi adıma, edebi olma iddiası taşıyan bir metinde; ruhumun benim farkında olmadığım noktalarını aydınlatmasını, zamanımın hissettiğim ama adlandıramadığım kısımlarını tespit etmesini beklerim. Yani insana ve hayata dair bir şeyler söylemesini. Bunu yaparken dili de estetik bir düzlemde kullanmasını. Zaman zaman üslubuyla gösteri yapmasını. Metin bittiğinde içimde bir şarkı oluşturmasını. Her okuma ve yazma serüveni kişiye özeldir elbette. Bu kitabı da kendine yakın bulanlar ve bulamayanlar olacaktır. Ben Onlar ve Köpekleri ile zamanımı ve insanları anlamaya çalıştım.


Son olarak bize seni en çok etkileyen kitaplardan, aklında kalan, kolay unutamadığın öykülerden bahseder misin? Yazma yolculuğun öykülerle mi ilerleyecek? Bu vesileyle diğer türler hakkındaki fikirlerini de bizimle paylaşır mısın?

Benim en büyük tutkum roman okumak. Çocukluk hayalim de roman yazmak. Okumayı romanlarla sevdim. Dostoyevski, Platonov, Tanpınar, Pamuk, Knausgaard favorilerim. Bir zamanlar şiirler yayımladım; âşık olunca ya da üzülünce şiir okumayı severim. Güncel şiiri kendimce takip etmeye çalışırım. Öykü okurluğum ise nispeten daha yenidir. Altı, yedi yıllık bir süreç. Güncel öyküyü ise daha profesyonel anlamda izlerim. Yazma yolculuğumu şimdiden kestiremesem de öykülerle devam edeceğimi düşünüyorum.


Söyleşi: Çilem Dilber

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page