1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Üzerine düşünülesi… Bir hikâye ne zaman filizlenir insanın içinde? Okumaya başladığımda desem yalan olmaz sanırım. Çocukluktan getirdiğim, yonttuğum, başkalaştırdığım o gündüz düşlerini hiç geride bırakmadım ki ben. Gazetelerin köşelerine yahut defter kenarlarına iliştirdiklerim de oldu, hep aklımda dolanıp beyaz sayfalarla henüz buluşmayanı da. Heybeme sakladım çoğunu ama bir yerde taştılar ve taşmaya devam ediyorlar. Mahalle mahalle, sokak sokak, masa masa gezdirdiğim öyküler de var hâlâ. İnce ince araştırdıklarım var misal, öykü olmasa tecrübe olur dediklerim. Ellerimi alnıma götürüyorum, gözlerimi kısıyorum amma yol nereden başlıyor nereye gidiyor buradan bakınca göremiyorum anlayacağınız.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Öykü, o yoğun anlatımıyla ve yeniliğe açık bir oyun alanı olma sebebiyle mizacıma çok uygun bir tür. Tomris Uyar gibi bakıyorum sanırım öyküye; söyleşi, biçim, dil ve değerde bambaşka ve özgür bir deneyim olarak. Bir de 1950 kuşağı öykücülerinin okumalarımda bana yaşattığı o tat var ki bu bile başlı başına öyküyü sevmek için bir neden. Yusuf Atılgan, Orhan Duru, Ferit Edgü, Leylâ Erbil, Özcan Ergüder, Bilge Karasu, Feyyaz Kayacan, Onat Kutlar, Erdal Öz, Demir Özlü ve Adnan Özyalçıner'in anlattıkları ve anlatma biçimlerine hayranlığım da buraya küreksiz bir biçimde sürükledi beni belki de.
Kolay ile basit arasında çok keskin bir fark olduğunu düşünüyorum öncelikle. Sanatın her alanında “Bunu ben de yapabilirim,” basitliğine- yalınlığına- sahip eserlere hayranlık duymuşumdur. Karşındakinde bu hissi yaratabilmenin de bir kısmının beceri ama daha çoğunun tecrübe ve emek olduğu kanısındayım. Kolay değil öykü yazmak ama basite ulaşmak çok daha meşakkatli ve yazanı geliştiren bir deneyim olsa gerek. Kendi öykülerimde de toplumcu gerçekçi bir bakış açısı kullandığım ve yine toplumsal meseleleri konu edindiğim için öncesinde uzun araştırmalar içinde oluyorum. Sosyoloji, felsefe ve tarih okumaları yapıyorum, anılar ve biyografilerden yararlanıyorum. Okurun önüne gelen o üç beş sayfacık öyküyü hazırlarken hem okurun kurmacanın altındaki gerçeği doğru biçimde bilmesi için çalışıyorum hem de öğrenmenin/düşünmenin hazzına varıyorum. Öykü yazmak benim için düşünmenin daha yoğun ve derinlikli bir hali aslında.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
İlk öyküm aslında lise yıllarında okul dergimizde yayınlanmıştı. O dergiyi çıkartmak için yazı toplayan, yayın kurulları oluşturan, redaksiyon yapan, kapak tasarlayan ve tüm bunlara amatör ruhunu katık eden çok güzel çocuklardık biz. Okul yönetimi, derginin ortasına bastırmak istediğimiz Nazım Hikmet fotoğrafını ve bittabi şiirini çıkarmamızı istedi diye öykülerimizi/yazılarımızı geri çekerek protesto eden ve sonunda hakkımızı kazanan çocuklardık. Yetişkin olduğumda da bu ruhla hareket ettiğimden sanırım öykülerim birçok dergi ve kollektif kitapta yayınlandı ancak yayın politikaları (!) gereği bazı mecralarda da kabul görmedi.
Şüphesiz yazdığınız bir metinin yayınlanması dolu dolu bir his, içinde gurur var, mutluluk var, “Okuyan beğenecek mi acep?” kaygısı var ama bende en çok “Bu meselede söz söylemeye ehil miyim?” duygusu/sorusu oluşur. Bu açıdan kişisel serzenişlerimle okuyanı sıkmak yerine insanın kendine saklaması gereken metinler olduğunu düşünürüm.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Uzun süre önce bir dosya oluşturmaya başlamıştım kafamda. Toplumun kasıtlı hafızasızlaştırılmasını, adalet boşluklarını, sistemin bizlere dayattıklarını, ötekileştirmeyi, ayrıştırmayı konu eden bir sürü öykü yazmıştım. Mizahi yönleri de vardı bu öykülerin, salt acılardan oluşmayan, mücadeleyi önceleyen kara komik yanları vardı. Bu öykülerin içindeki sıkıntıların belleğimizdeki şarkılarla doğal akışında harmanlandığını da gördüm zamanla. Şarkıları olaylara ve duygulara, olayları ve duyguları da şarkılara yaslarız ya, belki öyle doğal olarak gelişti benim için süreç. Amacım okura seslenmek ve “HATIRLA” demekti, “Bizi, bu toprakların şarkısını, o yaraları HATIRLA!” Her şey unutmakla başladı çünkü.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Yazarken bu zorlukların hiçbirini dikkate almıyorum aslında, öyle büyük bir haz ki yaşadığım. Masa başında yaza düşüne geçirdiğim zamanın kıymetini karşıma hangi güçlük çıkarsa çıksın azaltamaz. Ancak; haddim olmadan, belli bir yetkinlikte bulunmadan, ücreti mukabilinde bir kitap bastırmak da benim duruşuma yakışmaz(dı). E hâl böyle olunca ustaların gözünden değerlendirmeler alabilmek amacıyla yayınevlerinden ziyade öykü yarışmalarında metinlerime bir şans aradım. Birbirinden farklı birçok jürinin takdiriyle karşılandı yazdıklarım. En son Seyhan Livaneli Öykü Yarışması’nda birincilik ödülüne layık görülünce dosyamın akıbeti de netleşmiş oldu.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Seyhan Livaneli Öykü Yarışması’nın ödülü olarak, dosyam Zafer Köse editörlüğünde Eksik Parça Yayınları etiketiyle kitaplaştırıldı. İlk göz ağrımın arka kapağını çok değerli iki isim; Zülfü Livaneli ve Zafer Köse yazdı. Bu organizasyonun hem Seyhan Hanım’ın aziz hatırasını yaşatması ve yeni öykücülere yayın desteği verilmesi sebebiyle büyük önemi olduğunu biliyordum. Bir yayınevine dosya gönderip aylarca beklemedim ama her öyküm için büyük bir emek vererek ustaların önüne çıkartmaya gayretlendim. Bu kitabın okurla buluşmasına vesile olan, çok büyük bir jürinin karşısında öykülerimle sınav verdiğimi açık yüreklilikle söylemeliyim. Değerli sanatçı Zülfü Livaneli ve kıymetli yazarlar Zafer Köse, Jale Sancak, Hakan Akdoğan, Barış İnce, Gaye Boralıoğlu ve Menekşe Toprak değerlendirdi öyküleri. Hedefim bu şerefe layık olabilmekti ve ne mutlu ki öyle de oldu. Eksik Parça Yayınları ve özellikle kitabı yayına hazırlayan Demet Çaltepe ile çalışmak da keyifli ve geliştirici bir deneyim oldu benim için, sağ olsun var olsun. Yarışma organizasyonun yılmaz kadınları Ayça Erdura ve Senem Demirkan’a da destekleri için ayrıca çok teşekkür ederim.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
“Yeni başlayanlar” dediğimizde o iş için amatörlüğü ve belki de ehliyetsizliği kastederiz ama ben hep “amatör” olarak kalmayı tercih edenlerdenim. Meraklı, sorgulayan, yenilen, yere düşen ama olmadı baştan, ta en baştan yazan/yapan/eyleyen bir amatör... Her uğraşında mükemmel ve eksiksiz olmak gibi bir beklentisi var sanki insanın. Bu hâl bir “Godot’yu bekleme” hali değil mi? O ilk öykü/roman/senaryo düşüncesi gelse diye diye ömür çürütmek niye? Sözüm ona müthiş fikirler, inanılmaz konular, muazzam finaller için bekler durursak o ilk metin hiç yazılmaz- yazılamaz ki! AH BU ŞARKILARIN misal, o ilk şarkıyla başladı ve “toplumsal gerçekliğimize şarkılarla eşlik eden karışık bir kaset” oldu.
Ve tabii ki okumak gerek, sırf yazmak/yazabilmek için değil farkındalık içinde yaşamak için okumak... Sadece edebiyat alanında veya sırf kurmaca mecrasında da değil üstelik kırmaca dışı, metinler arası, disiplinler arası okumalar yapmak benim olmazsa olmazlarım. Her gün yapmak zorunda olduğumuz ve o sınırlar içinde rahat ettiğimizi düşündüğümüz yatay hayatımızdan, bu konforumuzun bozulmasını göze alarak, düşünme ve sorgulama dünyasına -yani dikey hayatlarımıza- geçiş yaparak orayı kurcalamak ve beslemek gerek. Bu kocaman cümle için özür dilerim ama her mücadele biraz böyle. Rahatsızlık ve tekinsizlik, merak, araştırma, düşünme, sorgulama gibi meşakkatli yollardan tekrar tekrar geçebilme arzusunda olmak... Bernard Shaw’ın düsturuna bu açıdan katılıyorum; hayat kendini bulma ile değil kendini yaratmayla ilgilidir. Kendini yeniden yaratma yolunda gayretlenen herkesin şimdiden emeğine sağlık. İyi ki varsınız, iyi ki varız. Sevgiyle kalın.
Comments