1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Öykü yazmaya 2016 yılında başladım, ama tohumları 2013’te atıldı diyebilirim. Hem toplumsal hem de kişisel açıdan büyük değişimler yaşadığım bir dönemdi. 40 yaşındaydım, işimde mutsuzdum, ailemde ardı ardına çok sevdiğim iki insanı ve bir de köpeğimi kaybetmiştim. Kendimi sık sık Belgrad Ormanı yürüyüş parkurunda buluyordum, ağaçlar arasında dengem yerine geliyordu ama şehre dönünce yine kaçıyordu. Sonra olan oldu, çarklı bir sistemin içinden çok dışına birdenbire atıldım sanki. Beyoğlu’ndan Antalya’ya taşındıktan birkaç ay sonra içimden dökülürcesine 14 öykü çıktı. Çocukluğumdan beri günlük yazarım, bu alışkanlıkla, yani duygu farkındalığını yazıya dökme ihtiyacıyla öykü yazmaya başladım sanırım. İlk yazdığım öykünün ismi “Arzuhalci ve Postacı” zihnime düştüğünde, iki erkek karakter hayal etmiştim ve bu karakterler bana ruhen birilerini anımsatıyordu, Kazancakis’in Zorba ve Yazar’ını. Yazdığım ilk 14 öykü, seri halinde birer fabl ve karakter çalışması tadında doğdu.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Öykü yazmanın kolaylığı ya da zorluğunu değerlendirmektense öykünün benim için sınırlayıcı bir format olduğunu belirtmek isterim. Tuhaf belki ama ben tam da bu özelliğini seviyorum öykünün, “Hadi çok uzatma” diyen tarafını. Karakterlerimi derinlemesine düşünmeyi, onların korkularını, endişelerini, kalıplaşmış hallerini yaratmayı seven biri olarak, kurgu aşamasında bu özelliklerin ne kadarını yansıtabildiğimi görmek heyecan verici. Kurgunun toparlayıcı gücüyle karakterlerin kendilerini biraz daha ifade etme ihtiyacı devamlı yarış içindeler sanki. Bu da beni tekrar tekrar düzenleme yaparak yazmak için motive ediyor. Çoğu öykümün 1000 kelimenin altında olması tesadüf değil.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
Bu süreci çok iyi hatırlıyorum çünkü beni çok motive eden ve rotamı belirleyen aylardı. Henüz öykü yazarlığı ve okurluğuyla haşır neşir değildim, aklıma gelen bir fikir sonucu öyküler yazmıştım. Her şey çok hızlı gelişmişti. İçimden bir ses devamlı, “Sen öykü yazmış olsan da iyi yazmış olamazsın” diyordu. Güvendiğim tek şey vardı, o da karakterlerim. Öykü odaklı yayınlar birbiri ardına hayata geçmeye ve karşıma çıkmaya başladığında zamanlama olarak bir dalga yakaladığımı anladım ve öykülerimi bu yayınlara göndermeye başladım. “Simitçi ve Terzi” Aralık 2016’da Oggito Öykü’de, “Dalgıç ve Ebe” Şubat 2017’de Öykü Gazetesi’nde yayımlanan ilk öykülerim oldu. Oggito’daki öykümü arkadaşlarımla dijital ortamda paylaşmak ayrı bir heyecandı, ama Öykü Gazetesi’nin evime posta yoluyla gelmesi ve paketi açınca arka kapakta öykümü görmek zıp zıp zıplamama neden olan tarzda bir sevinç yaratmıştı. Henüz yolun başındayken öykü yazma konusunda beni daha çok çalışmaya teşvik ettikleri için her iki yayına da çok teşekkür ederim.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Başlangıçta benzer temalarda, hatta aynı teknik yapıya sahip 14 tane seri öykü vardı elimde. Prematüre doğduklarını düşündüğüm için üzerlerinde daha çok çalışmak istiyordum, ayrıca bu yapının dışında yeni öyküler yazmak istiyordum. Seriden bağımsız öykülerimi yazdıkça iki şey gelişti: Kurgu becerilerim ve öykü yazmaya duyduğum sevgi. Yazmaya devam ettikçe, yapısı ve karakterleri nasıl olursa olsun, her öykümün “insanlık halleri”ne odaklandığını görmeye başladım. 2022 yılının ilk aylarına geldiğimizde artık 24 öykü vardı elimde ve bu öyküleri defalarca düzenlemiştim. Seri öykülerimle diğerlerini dosya için nasıl bir araya getireceğimi net göremiyordum tabii ki, öykülerin sıralamasını da sık sık değiştiriyordum. Sonra bir öyküm bana göz kırptı ve “Ben kilit taşıyım!” dedi. “Perdesizler” isimli öyküm hem seri öykülerimle diğerleri arasında bağı kuran hem de dosyaya ismini veren öykü oldu.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Hem de nasıl. Öykü yazmaya başladığımda reddedilme korkum vardı, sadece dosyayla ilgili değil genel olarak hayatta da. Bu korkuyu haklı çıkaracak bir sürü de nedenim. Ama en önemlisi, öykülerime hangi yayınevi en iyi, en uyumlu ev sahipliği yapar, hiç bilmiyordum. Onların beni reddetmesi kadar benim de onları onaylamamam konusunda kafa karışıklığı yaşıyordum. Bu yüzden korkumun üzerine gittim. Yukarıda bahsettiğim 14 seri öyküyü dosya haline getirip çok kötü kitap isimleriyle 2017-19 yıllarında birkaç yayınevine gönderdim. Bir yandan da yeni öyküler üzerinde çalışıyor, çeşitli atölyelere katılıyor, hiç ara vermediğim öğrenme süreci içinde kendimi geliştiriyordum. Yayınevlerinden yeterince ret cevabı aldıktan sonra (ki bunlardan bazıları çok nazikti), “Bunu deneyimlemiş oldun, artık önüne bak, daha çok yazmaya odaklan” diyen iç sesimle baş başa kaldım. O anda kuvvetli bir güven duygusu geldi, dosyam için doğru zamanın ve yayınevinin beni bulacağı ile ilgili.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
2017 yılından itibaren yayınevlerini olabildiğince takip etmeye ve tanımaya çalışıyordum, ama benim kriterlerime göre bu çok zordu. Mesleğim marka iletişimi ve reklam sanat yönetmenliği üzerine olduğu için, yayınevlerini kategorize ettiğim, adeta marka imajlarını, sektördeki duruşlarını analiz ettiğim listeler oluşturuyordum. Pek bir kanıya da varamıyordum doğrusu. İyi yayınevi, güçlü yayınevi, köklü ya da butik yayınevi gibi sıfatlar kalıyordu elimde. Şimdi anlıyorum ki, benim çıktığım bu yolculukta bana eşlik edecek yayınevini zihnimle değil kalbimle seçecektim. Zihnim bazı bilgileri birleştirip tabii ki yardım edecekti, ama şartlar olgunlaştığında benim pek de uğraşmam gerekmeyecekti. Ret cevabı geldiğinde üzülmediğim, yani içten içe doğru bir eşleşme olmayacağını bildiğim yayınevlerine dosya gönderimi yapmaya son vermemden 3-4 yıl sonra bulunduğum nokta bambaşkaydı. Artık yayınevlerini kalben daha iyi tanıdığımı düşünüyordum, aklımda da sadece iki yayınevi vardı. Aralarından birini seçmek zor olmadı, çünkü ona kendimi daha yakın hissediyordum. Bu yayınevinin duruşunu, karakterini net görebiliyordum. Onunla yola çıkmak çok istedim ve dosyamı 2022’in ilk aylarında son haline getirip NotaBene Yayınevi’ne gönderdim. NotaBene’nin yeni hayata geçireceği kardeş yayınevi Ters Kule Yayınları, “Perdesizler” için doğru zamanda doğru bir eşleşme oldu. Buna kalpten inanmam için birçok nedenim var.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Öykü yazmaya yeni başlayanlar arasında sayıyorum kendimi, öneride bulunamam belki ama kendi deneyimlerimi aktarabilirim. Umarım yukarıda verdiğim cevapların hepsi çantalarına koyabilecekleri tarzda fikir ya da ilham vermiştir. Bu cevapların dışında belki şunu söyleyebilirim; bence iyi bir hikâye hangi formatta olursa olsun insandan insana etkileşimin kuvvetli olduğu, duyguların tetiklendiği, özdeşleşmenin yoğun hissedildiği anlatımdır. Böyle hikâyeler yaratmak için kendimizden yola çıkarak yazmak mümkün olsa da, gözlemin önemi de büyük. Öykü yazarken yaratacağımız anlık tespitler de çoğu zaman gözlemdeki detaylarda saklı olabiliyor. Ben öykü yazarken çantamdan en çok gözlemlerimi, özellikle duygu odaklı olanları çıkarıyorum.
Ayrıca bitirmeden önce şunu da belirtmek isterim, “İshak İlk Kitap Soruşturması”na katılmaktan çok mutlu oldum, davetiniz için teşekkür ederim.
Comments