top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Mehmet Cebe- Mucize Müge Her Gece Sizinle

“Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatlarımız.”

William Shakespeare.


Sisin, köyün üzerine nedensizce inişinin ikinci gününde, Ananke Sokak ve Hipnoz Sokağın kesiştiği köşede başlayan bebe çığlıkları, duyanların iddia ettiğine göre, öğlene kadar sürmüştü. Çığlıkların gelgit halinde kesilmesiyle bahçeye, komşuya ve kahveye gidemeyen, dışarı çıktıkları vakit önlerini dahi zor görebilen kendileri değilmiş gibi yepyeni korkuların zamansız heyecanıyla sarsıldı köylüler. Hayatlarının ağır akışını perdeleyen bu sisin doğal olmadığının farkına vardılar ve kendilerini birbirlerine ulaşma gerekliliği içinde buldular biden.

O zaman kadınların bazısı bardak bardak su içip, korkudan çatlamış seslerini kuru gırtlaklarına emanet ederek, soluğu kapı önlerinde aldı.

Zeliha! Aloo Zeliha sesim gelir mi senden yana, duydun mu kız! O ses de neyin nesi...”

“Nimet abla, Berfo Ana'nın sabrı sise, gamı sese büründü dediler...”

İmam pencereyi açtı, önce yutkundu, ardından sesinin boyu yettiğince öğle ezanını okuyuverdi. Sesi kendine yabancı geldi. Bir ara dışarı çıkmayı, sokak sokak gezmeyi ve herkesi camiye çağırmayı düşündü ama çığlıktan korkunca hemen vazgeçti bu fikrinden. Elinde kehribar tespihi, evin içinde döndü dolandı. Sonu hep pencerenin yöresinde biten kazançsız seferlere çıktı. Köylüden gelecek unun, tarhananın, sütün, yoğurdun, yumurtanın derdine vardı. Düşündü durdu, yine de sise bir yorum getiremedi. İlk önce onu yaradanın ak hırkası varsaydı, hemen sonra bu düşüncesinden utanarak sisi, insanın zihnine giren, dilini damağını, sözünü kurutan bir illet bildi. Eşi de ona hak verdi. Gitti, sisin suretine tükürdü. Sesinin uzanamadığı evleri de kendince dinden düşürdü.

***

Ana baba sözü dinlemeksizin dışarı taşan çocuklar ağızlarıyla birbirlerinin isimlerini yırttılar ilkin. Sonra sisi ağızlarına alıp sakız gibi çiğnemeye uğraştılar. Ayaklarındaki düğümleri çözmek için bembeyaz sokağı bir yukarı bir aşağı turlayan akranlarına küfür ettiler. Ana bacı düz gittiler. Kimliklerinin giziyle, dillerinin kirini pasını temizlediler. Pabuçlar, isimler ve kaygılar kayboldu. Beyazda koşmaktan yorulmadılar. Toprakta koşuşturmak gibi değildi bu, sandılar ki adeta bulutlarda hopladılar. Sözcükleri sözcüklere ekleyip bir halat oluşturdularsa da yakın arkadaşlar bir türlü birbirlerine yaklaşamadı. Nihayetinde ak bir körebeye tutuştular ki her çocuk hem ebe oldu hem de kovalandı.

***

Bakışlarıyla duyan ve bakışlarıyla konuşan insanların bazısı bir gün öncesinde bıraktıkları sisi yine kapılarının önünde, yerli yerinde bulduğunda adımlarını eşikte bırakıp gerisin geri evlerinin içine dönmüşlerdi. Korktukları için mi yoksa önemsiz gördüklerinden mi bilinmez. Ağıldaki hayvanlarının arsız böğürtülerine kulaklarını tıkayanlar, anlamın cılız halatlarını ellerinde tutamayanlar oldu. Susanlar ağlayanlara, ağlayanlar bayılanlara korkularıyla meydan okudu. Sorsan söylemezlerdi. Onlar için hiç fark etmezdi. Yalnızca ne yiyeceğiz ne içeceğiz derdine düştüler. Gözlerini düşürüp boyunlarını büktüler.

***

Sise göz dağı vermek için boş tencerelere, tavalara, kaşık ve çatallara “toz ol, toz ol, toz ol.” diye fısıldanarak dışarıya atılma kumpanyasına ve tıngır mıngır bir cümbüşün sokak sokak dalgalanmasına daha epey zaman vardı.

Bu esnada, her şeyi baştan kabullenmeye ve ölümüne sahiplenmeye meyilli insanların tamamı sise doğru, onun gönlüne girmeye, yürüdü. Aynı anda evden çıktıklarını ve aynı harfleri ağızlarında ağırladıklarını gören, önceden anlaşmış sanırdı onları. Yüksek sesle, büyük büyük konuştular. Evlerine kapananlara laf atıp korkak sıfatı yapıştırdılar. Birbirlerinin seslerini destek niyetine alıp sırtlarına ceket ettiler. Galeyana geldiler. Sayıları fazlaydı ama yine de bir türlü denk gelemediler. Çok sonraları sis çekip gittiğinde ve unutulduğunda dahi onların isimleri herkesin gözünde bir çizik oldu. Yüzlerine bakan olmadı. Yüzlerine bakanların gözlerindeki o çizik sızım sızım sızladı.

İkindi vakti çocuklar, babalarının zoruyla eve çağırıldığında ve birçoğu evini karıştırdığında, bu defa evlerde bir takım eksiklikler başladı:

“Zeliha, kız orada mısın? Gülfidan anayı arıyoruz. Musa dövmekten beter etti. Kulağımda mecal, belimde can kalmadı. Her köşeye, her bucağa baktık. Ses soluk yok. Yok anam yok, kadın is oldu da duvara sindi sanki.”

***

A. Sokak ve H. Sokağın kesiştiği yerden yükselen bebe çığlıkları ikinci ve son kez duyulduğunda akşam olmak üzereydi. Çığlıkların yakamoz gibi uzun uzadıya incelerek kesilmesiyle sanki dünden beri günün nazlı ışıklarını göremeyen, kapı önü güllerini sulayamayan, ekşimene yumurta kıramayan kendileri değilmiş gibi iç içe yaşadıkları doğanın hasretine düştü köylüler. Yalnızca bir gün yıldızları görememenin, gönüllerini bulandırdığından bihaberlerdi. Mevsimlerin bu sise gömülü köyü bulamayacağını düşündüler, düşündükçe patır patır derde düştüler.

O zaman adamların bazısı perdelerini bir göz boyu açarak pencere önlerine kapandı. Gün boyu tütüne küfrederek cigara sardıklarını, ellerinde kalan mor küfürleri de eşlerine giydirip yüz görümlüğü aldıklarını unuttular şıp diye. Köylerinin üzerine harç gibi dökülmüş sise yalvarmaya başladılar. Çatılarının, eşiklerinin, dünlerinin ve bugünlerinin üzerinden usulca çekilmesi için ona sessizce dua yaktılar.


REM


Gözünü kanepede araladı ama havanın kararmakta olduğunu fark etmesi biraz uzun sürdü. “Bu kaçıncı uyku anam.” diye söylendi tavana doğru.

“Bu köy buruş buruş olsun, saçlarına aklar düşsün. Belini doğrultamasın, emeklesin, beni şöyle güzelce tükürüversin.”

Başını yastıktan doğrulttuğu an bir bulantı krizine tutuldu nedensizce. Gözlerini kapadı, geçmesini bekledi. Mutfağa gitmeye niyetlense de aklını başına devşirince çıplak ayaklarıyla soluğu tekrar pencerede aldı. Perdeyi sıyırıp pencereyi açtı.

Önünü göremeyince evin sessizliğinde halası Şirin'in nefeslerini arandı. Bakındı, bakındı ama çifte tabelayı bile göremedi. Önünde hareket eden sisi canlı buldu, tanıdık sandı. Daha kaç gün burada takılacağını tahmin etmeye uğraşır gibi sisin içine doğru bakarsa eğer onun canını yakıp yakamayacağını düşündü. Sesli sesli güldü.

“Meté, meté!" diye seslendi içeriye. Öğleden beri kıyafetini değiştirmemiş siste bir değişiklik arandı öylece. Neden sonra işini bir günde özlediği, köyden nasıl da nefret ettiği geldi çattı aklına. Ne yapmalı etmeli, bugün işe gitmeli. “Of yeter ula.” diye iç geçirdi. “Türkü evi bekler ya beni...” diye söylendi gururla. Heyecanla kara saçlarını savurdu. Ama sonra yüzünü düşürdü.

“Şehre araba yok ki, şehre otobüs yok. Yolun gözü kör.”

Düşüncesiz gözlerle baktı ileriye. Derken amansız bir sevgiye tutuldu. Adı şehirdeki panolardaydı artık. Mucize Müge Her Gece Sizinle- Duman Türkü Evi. Pürüzlü duvarın hüznüne ortak olmayınca elini çekti hızla. “Müge Her Gece Sizinle.” diye usul usul söylendi. Gülümsedi. O zaman elini pencereden dışarı doğru uzatıp sisi eve çağırır gibi hareket ettirdi. Sisin yüreğine doğru bir türkü çığırdı.


Mehmet Cebe

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page