Annem gider. Öyle hemen de gelmez. Ben takip edemem ama ablam, “Üç ay oldu,” der hep. Okuldaki silik panodan hatırlarım. Bir mevsim varsa annem, bir mevsim yoktur. Yemeği ablam yapar, bir de temizliği... bir de çamaşır ve bulaşıkları yıkar. Ablamın saçları dökülür her yana. Kıvır kıvır olur ve gözleri gibi kara, ben bulur çöpe atarım. Ablam da ben de hastaneye gitmedik hiç. Doktorlar orda uyurmuş. “Orası ananın ikinci evi,” demişti babam. Annemin ağrısı geçince, türkü söyleyerek doktorların yemeğini yaptığını sanmıştım ya bir de. Meğer yatarmış yatak döşek. İki seksen uzanırmış. “Anam ölecek,” dedi ablam geçen gece. “Ciğerlerindeki su çek çek bitmiyor.” Kova kova su çıkmış. Ablam beni korkutur, bilirim. O bilmiyor ama artık büyüdüm, okula bile onsuz gidebilirim.
Emine teyze de alem. Bizi gördüğü yerde tutamaz dilini. “Kız Semagül, kurusu mu sulusu mu bugün?” Bir de kahkaha. Hep güler. Güldü müydü, dudakları, Asiye öğretmenin arabasının tekerine benzer. O istediği kadar gülsün. Ablamın pilavı da pilavdır hani. Geçen gün yaptıkları mangaldan bir tabak verselerdi asıl, göreceklerdi, biz de onlara pilav verecektik. “Güm güm gümüleyip, zom zom zomlayacağına kendi kocasının derdine düşsün,” der ablam onun için. “Pezevenk herif.” P’yi bastırarak söyler hep, sonra susar.
“Çek git, dersin yok mu senin!”
Tatil girdi. Ablam karnemi çöpe atmış. Ağladım diye güldü bir de. Sigara külü olmuş hep üzeri. Kıskanır. Aklı karışmış da çöp sanmışmış. O, okula anca rüyasında varır. “Anan dönsün, daha pikniğe gidecez Küsmüş Dere’ye,” dedi babam ağladığımı görünce. El çırptım. “He ya, hele bir çıksın ananız o cehennemden.” Derenin etrafı hep ılgın. Bembeyaz çiçekleri. Bizim yün yorganlardan da beyaz. Bulut dereye inmiş de su içer gibi. Ablam renklerden anlamaz. Bilmez ki renkleri, sevmem der o yüzden. Salak kız. Keşen.
Kimse yoksa evde, dip köşelere damla damla işerim. Annem temizlik suyunun içine azcık işettiydi de evi silerken, “Zebellahlara kış kış,” dediydi bir keresinde. “Kış anam kış” Ablam da yüzerlik tütülemesini bir bilse! “Ebreşenin debreşenin, kötü gözle bakışanın, yüzerlik şifasın, her derde devasın.” O, annemi dinlemediğinden bilmez bunları, ben de ateşten korkarım. Olsun. Bu şekilde korurum. İşerim ya, kolonya da dökerim ki kokmasın.
Geçen hafta gene teyzeme gittik, şehre. Babam duysa öldürür bizi, gitmiyceniz o mendebura bir daha, dediydi. “Sizi gördüğü mü var, ananızı bildiği mi var, deyyuslar!” Kapının önünde sıkı sıkı tembihlemişti ablam. Kimseye söylemek yok ha Ali! Bir de, “Ben teyzemi daha çok seviyom,” demez mi... Deli mi ne? Teyzemin evi çiçek dolu, hep güzel güzel kokar. Beni balkona çıkarıp masaya oturttu da çikolata verdi. Nah! avcum kadar. “Sen burda oturuver azcık emi?” Odanın kapısını da kapadılar bir güzel. Konuştukça konuştular. Camdan baktım, ne konuştular öyle? Ablam karnını tutup ovdu, ağladı sanki. Çikolatanın çöpünü aşağı attım. Telefon çalınca teyzem korktu, kalktılar yerlerinden. Kocası geliyormuş. Elimize iki poşet tutuşturdu. Hemencecik çıktık. Çikolatanın çöpü de gülün üzerine düşmüş, görünce yine canım çekti. Bir de eve vardık ki babam evde. Çok korktum ama ablamı dövdü sadece. Gözü üç gün mor gezdi. Gizli gizli güldüm. O gece rüyamda annemin öldüğünü gördüm.
İki gün oldu geleli. Bakmıyorum yüzüne. “Gel Ali’im, gel paşam öpeyim, anası kurban, gel!” Varmıyorum yanına. Bana ne. Somyaya sünüyorum. Annem gibi değil ki. Allah Allah. Bir gözleri aynı bir de sesi. Tüm evi de pis kokutuyor. Uzandığı somyada uyurken bakıyorum yüzüne, nasıl da horluyor, zapzayıf, benden zayıf. “Ana bu it yine seni unuttu herhal,” diyor ablam. Babam keşke yine onu dövse. Uyur taklidi yaparken öpüyor beni. O zaman kaçamıyorum. Çalı gibi ya bir de dudakları, batıyor. Annem gibi kokmuyor bu kadın. Gitsin. Ilgınlar da açmıştır şimdi. Bembeyaz. Bulut dereye inmiş de su içer gibi.
Mehmet Cebe
Comments