top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Derya Sönmez ile Sırça Kanatlar Üzerine

Derya Sönmez’in Sırça Kanatlar adlı kitabı Sel Yayıncılık tarafından basıldı ve Mart 2021’de okuyucuyla buluştu. Kitap on sekiz öyküden oluşuyor.

1) Derya Hanım merhaba.

Kitabınız “Ormanda” öyküsü ile başlıyor. Hem bu öykünüzde hem de diğer öykülerin hemen hemen hepsinde pastoral bir atmosfer hakim. Karakterlerin ruh haline göre biçimlenen, değişiklik gösteren bu durum öykülerinizde oldukça dikkat çekici. Okur olarak kimi zaman bir ormanın derinliğinde kaybolurken kimi zaman da rüzgârın hafif bir esintisiyle kırılma yaşayan karakterlere şahit olabiliyoruz.

Doğanın sizi besleyen bir tarafı olduğunu düşündüm öykülerinizi okurken, ne dersiniz?

Çocukluğum deniz kıyısı bir kasabada geçti. Sonradan da doğayla bağım hiç kopmadı. Sanırım bu nedenle doğada geçen öyküler yazarken kendimi daha rahat hissediyorum. Öykünün geçtiği mekân, atmosfer oluşturmada önemli bir unsurbence. Doğanın adeta bir karakter olarak belirdiği metinleri okumayı da yazmayı da seviyorum. İnsan bir ağaca, denize, ya da binaya her baktığında aslında onu yeniden kuruyor. Orada duran ağaç başka, bizim gördüğümüz başka. O andaki ruh halimiz baktığımız her şeyi biraz çarpık görmemize yol açıyor. Burada Onetti’nin “Tersane” adlı romanından örnek vermek isterim. Romanın kaybetmiş başkahramanı Larsen, bulutların kenarındaki ince ışıklı çizgiyi “bulutları ayıran incecik irinli çizgi,” diye tabir eder. Sırf bu bile bize Larsen hakkında bir şeyler söyler. Tabii bunun tersi de geçerli. Bazen de bulunduğumuz mekân ruh halimizi tamamen değiştirebiliyor.


2) Akşam Suyu, Papaz Yahnisi, Ovanın Sonu öyküleriniz aile ve özellikle kardeş ilişkileri üzerinden ilerliyor. Bu kavramları diğer bazı öykülerinizde de konu edindiğinizi görüyoruz. Aile teması daha çok “içine doğulan kurum” ekseninde çözümleniyor öykülerde. Hem aileden kopamama hem de aileyle kalamama durumlarını okuyoruz.

Bu öyküler üzerinden gidecek olursak aile kavramının öykü dünyanızda bu kadar fazla yer kaplaması hakkında neler söylemek istersiniz?

Kardeşlik çok özel bir ilişki biçimi. İnsanlık tarihinin en eski hikâyesinin “Habil ile Kabil” olması boşuna değil bence. Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler”i, Çehov’un “Üç Kız Kardeş”i, İngmar Bergman’ın “Çığlıklar ve Fısıltılar”ı kardeşliği irdeleyen eserlerden birkaçı. Kuşkusuz örnekler çoğaltılabilir. Yine de ben edebiyatta, sinemada hatta psikanalizde bile kardeşlik meselesinin biraz kıyıda köşede kaldığını düşünüyorum. Kardeşlik konusu anne, babaya oranla daha az işlenmiş sanki. Kardeş aynı karından çıktığımız, ömür boyu kendimizi kıyasladığımız ilk öteki. Bize hem çok yakın hem çok uzak. Kitaptaki öykülere gelirsek “Papaz Yahnisi”nde aynı zamanda sorunlu bir koca var, “Ovanın Sonu” bir yandan da baba oğul hikâyesi. Ama üçünde de kardeşler arasında çetrefilli bir mesele var. Kardeşlik çok katmanlı bir hikâye. Elimden geldiğince farklı yönlerini göstermek istedim. Bu üç öykünün kitapta artarda yer alması önemliydi. Kardeşlik hâlâ üzerine yazmak istediğim bir konu.


3) Kitaptaki on sekiz öyküde dikkatimi çeken diğer bir unsur da öykülerinizde yer verdiğiniz detaylar. Güçlü bir gözlem yeteneğine sahip olduğunuzu düşündürdü bana bu durum. Karakterlerin derinleşmesine, atmosferin güçlenmesine hizmet etmeyen detayların okuyucuyu boğduğunu düşünüyorum. Sizin bu dengeyi sağlamada başarılı bir iş çıkardığınızı görüyoruz.

Gözlem ve detayların öykülerde kullanımı ile ilgili ne söylemek istersiniz?

Yetenekli bir sokak ressamını resim çizerken izlemiştim. Birkaç dakika içinde nefis bir boğa resmi çizmişti. Beş, altı çizgiden oluşan çok basit bir resimdi aslında. Ressam tam da doğru çizgileri çektiği için ben o boğayı bütün canlılığıyla, hareketiyle, öfkesiyle görebiliyordum. Sanırım aynısı öykü için de geçerli. Yerinde kullanılan detaylar sahnelerin inandırıcılığını arttırıyor, kurmaca kişileri kanlı canlı insanlar gibi algılamamızı sağlıyor ve onlara hareket kazandırıyor. Öykü yazarken kurmaca kişileri uzun uzun tasvir etmektense onları yolda giderken tanımamızı sağlayacak üç beş detayı bulmaya çalışırım. Bu bazen uzun zaman alır, beklerim. Sizin de dediğiniz gibi çok fazla, gereksiz detay kullanımı öyküde yaratılmak istenen etkiyi zayıflatıyor. Kullanılan detay mutlaka anlatılmak istenen konuya ya da okura geçirilmek istenen duyguya katkı sağlamalı.

4) Çilek Sepeti adlı öykünüzde karakterin bir yere varmak üzere çıktığı yolculukta aslolanın yolda olma durumu üzerinden yaşadığı aydınlanmaya şahit oluyoruz.

Bu bağlamda ben de size şunu sormak isterim. Öykülerinize başlamadan evvel ve başladıktan sonra onların yolculuğundan biraz bizlere bahsetmek ister misiniz? Yola çıkış, ilerleyiş ve yarış yerleri neresidir öykülerinizin?

Beni heyecanlandıran bir öykü fikri her şeyi başlatır. Beni heyecanlandıran bir şeyin, eğer iyi bir öykü ortaya çıkarabilirsem okuru da heyecanlandıracağına inanırım. Kitaptaki öykülerin çoğu uzun zamanda yazıldı. Bir, iki yıl boyunca kafamda dolaştırdığım öyküler oldu. Her birinin yazım süreci farklıydı. Örneğin “Ovanın Sonu” öyküsü, içinde saman balyaları olan bir öykü yazma isteğiyle başladı. Başlangıçta sadece saman balyalarının üzerinde yatan oğlan vardı. Neden orada olduğunu, ne yaptığını bulmam gerekti. “Onlar” yıllar önce yazdığım bir öyküydü, yayınlanmıştı üstelik. Ama kitaba alırken bütün hikâyeyi bambaşka bir şekilde yeniden yazdım. “Ay Karanlık”ın önce son sahnesi vardı. Ufka doğru gittikçe küçülen bir adam ve onu tepeden izleyen bir kadın. Uzun zaman bunların kim olduğunu ve aralarındaki ilişkiyi düşündüm. Sonunda sağır, dilsiz bahçıvan ve Gülderen Hanım ortaya çıktı. Bazen de metin başka bir yere gider ve yola çıkma nedeni olan ilk imgeyi ya da sahneyi öyküden çıkarmak gerekir.


5) Kelimelerle olan ilişkinize değinmek istiyorum biraz. Unutulmuş ya da gün yüzüne çıkmamış pek çok kelimeyi öykülerinizde kullandığınızı fark ediyoruz. Kendi adıma bir öyküden bir kelime öğrenerek sona geliyorsam her zaman artı birdir benim için.

Sözcüklerle, sözlüklerle olan ilişkiniz nasıldır? Ve öyküde dil faktörünü nereye koyarsınız?

Öykü dille kurulur. Ben okuduğum bir metinden her şeyden önce dilin doğru kullanılmasını beklerim. Bu çok temel bir şey, bir metnin olmazsa olmazı. Çok fazla çeviri metin okumanın dili bozabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden ara sıra kendi ustalarımıza döner, dilinin lezzetine varmak, biraz da kendi dilimi düzeltmek için daha önce okuduğum öyküleri, romanları yeniden okurum. Kullandığım kelimelerin dikkatinizi çekmesine sevindim. Çünkü kullanılan dil kadar seçilen sözcükler de atmosfer oluşturmada etkili bence. Yeni bir sözcük öğrendiğimde hemen defterime not alırım. Eş anlamlı sözcüklerin bile tınıları, toplumsal belleğimizdeki karşılıkları farklı. Eğer sık kullanılmayan bir sözcük kullanacaksam öykünün içinde yeri olup olmadığını düşünürüm. Sonuçta öykünün bütünlüklü yapısı zarar görmemeli.


6) "Mutlu Çiftler Tangosu” öykünüz şöyle bir girişle başlıyor.

“Yazan, katılımcı bir okur hayal etmiş belli ki. Anlamını karnında taşıyan bir metinle okuru sınamak istemiş.”

Bu cümleyi ortalarda yer alan öykünüzde okumadan evvel sizin öyküleriniz de bana biraz böyle hissettirmişti. Kurmacalarınızda yer yer üstü kapalı verilen, okurun tahayyülüne bırakılan bazı durumlara şahitlik ediyoruz.

Okuyucuyla olan ilişkinizi yazım aşamasında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Abbas Kiyarüstemi “sanatın gücü, farklı insanlarda yarattığı farklı tepkilerle ilgilidir,” der. Öykü, yapısı gereği okurundan katılım bekleyen bir tür. Aslında yazarak bir oyun başlatıyorsunuz. Okurun da yaratım faaliyetine katıldığı, yorucu ama keyifli bir süreç başlıyor. Yazarın çoğu kez bilinçli olarak gölgede bıraktığı yerleri okur tamamlamalı. Öykü okuru daha nitelikli bir okur gibi geliyor bana, katılımcı, üstelik ayrıntıları yakalamakta usta. Sanırım burada dengeyi kurmak çok önemli. Nereyi uzun uzun anlatmak, nerede durmak gerekiyor. Çünkü yazar bir şeyleri üstü kapalı anlatma derdine düşerek hiçbir şey anlatmayabilir de. Hatta burada, anlatmakta ya da derinleştirmekte zorlandığı yerleri üstü kapalı geçerek bir çeşit kolaycılığa düşmesi de söz konusu. Şüphesiz bu da öyküye zarar verir. İp yazarın elinde olmalı ama okur ipi her zaman sürükleyebilmeli. Fazlası okurun alanına girmek, onun hayal gücünü devre dışı bırakmak olur diye düşünüyorum.


7) Kitaba ismini veren öykü Sırça Kanatlar ve Ayak İzleri öykülerinizde derin bir yalnızlık hissediyoruz. Bu tercih edilen değil mecburi bir yalnızlık hali. Geçmişten günümüze kurmacaların temel öğesini oluşturan yalnızlık kavramı üzerine konuşmak isterim. Bu konuda neler düşündüğünüzü merak ediyorum.

Sizin de dediğiniz gibi iki öyküde de kaçınılmaz bir yalnızlık söz konusu. Ama “Sırça Kanatlar”daki yalnızlığa katkıda bulunan, belki de durumu böylesine çekilmez kılan bir etken de öykü kişisinin hafıza noktalarının kaybolmuş olması. Öyküdeki Yadigâr Hanım’ın dışarıyla tek ilişkisi pencereden görebildikleriyle sınırlı olsa da artık dışarıda tanıdığı hiçbir şey yoktur. Şehirlerin değişmesi, eski mahallemizin tanınmayacak hale gelmesi, ilişki kurma şekillerinin hatta dilin bile bu kadar hızla değişmesi, insanın tutunacağı tanıdık hiçbir şeyin kalmaması yalnızlığın yeni bir türü sanki. Yabancılaşmanın yarattığı yalnızlık, bu çağa ait bir şey gibi geliyor bana.


8) Son olarak Sırça Kanatlar 2021 yılında adından fazlaca söz ettiren, soruşturmalarda ismi sıklıkla anılan bir öykü kitabı olmayı başardı. Bu başarıyı siz neye bağlıyorsunuz ve yazım hayatınıza nasıl devam etmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim. İlk öyküm, kitap yayınlanmadan on iki yıl önce bir dergide basılmıştı. İlk yazdığım öyküleri kitaba almadım yine de bazıları uzun zaman önce yazılmıştı. Süreç içinde bu öykülerin üstünde tekrar tekrar çalıştım. Öykünün ne olduğunu kavradıkça eski yazdıklarıma döndüm, bazılarını baştan yazdım. Sanırım bu tarz bir çalışma, öykülerin en iyi halleriyle okur karşısına çıkmasını sağladı. Ayrıca işinde çok yetkin bir editörle, Zarife Biliz’le çalıştım. Onun katkısı büyük, kendisinden çok şey öğrendim. Açıkçası öykülerimin okurda karşılık bulması beni çok mutlu etti. Bundan sonra da yeni öykülerle devam edeceğim. Söyleşi için size ve İshak Edebiyat ekibine çok teşekkür ederim.


Söyleşi: Vildan Külahlı Tanış

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page