top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Fatih Selvi ile Köstebek Etkisi Üzerine

1- Köstebek Etkisi tazecik bir ilk kitap. Öteki Yayınevi’nden geçtiğimiz günlerde çıktı. Biz, İshak Edebiyat ailesi olarak öykülerinize aşinayız. “Kimdir bu Fatih Selvi,” dediklerinde siz ne derdiniz? Bir de öykü türüyle ilgili düşünceleriniz nelerdir? Sizi öyküye iten şeyler ya da öykünün çekici yanları nelerdir?

Fatih Selvi yarı iletken, hisli bir madde. Hafızası tarafından uğradığı tacizlerden bıkarak yaşamının bütün elektrik yükünü yakaladığı gözlere aktarmayı görev bilmiş bir edebiyat bileşeni. Hammaddesi insan arızaları olan bir etkinlik alanında hizmet vermeye çabalamaktadır. Bunu yer yer kalemiyle başarmaya olan inancını saklı tutmaktadır. Tehlikesiz arzularını açığa vurduğu durumlarda işi küstahlığa vurmakta, kalemini bir çuvaldız gibi gözlere gözlere sokmaktadır. Öykü türünü kullanışlı bir muska şeklinde boynuna asmakta, palas pandıras, can havliyle yazmakta, ürünlerini eli hızlı bir karpuzcu gibi sağa sola yollamakta, karman çorman yazın yolaklarında ipsiz sapsız kelimelerle kardığı üslubuyla adam yaralama teşebbüsünde bulunmaktadır. Fazla gevezeliğe gerek yok, okuru o farkına varmadan basbayağı bıçaklamak amacındadır.

2- Okur, “İçindekiler” kısmına baktığında alışılmışın dışında öykü adları ile karşılaşıyor. Buradan hareketle iki sorum olacak. Birçok yazarın kabusudur, öyküye ad bulmak. Siz, bir öyküye ad bulurken bu kâbusu yaşıyor musunuz? Öykü adlarını seçerken neye dikkat edersiniz, bu marjinal isimler bir tutumun sonucu mu yoksa tesadüfi mi?

Adları öykülerin dokularına uygun kanımca. Marjinal olduklarını sanmam, bazı acayip işler dönüyor öykülerde, böylesi gerekti. Kendiliklerinden gelip kondular tepelere. İsimleri Minik Arı, Şımarık Çocuk, Büyük Aşk yapsaydım o zaman marjinal olurlardı, diye düşünüyorum.


3- “Biraz Çarpıtılmış Virginia Wolf Biyografisi” adlı öyküde, yazar Anıl Erdener’in hitap ettiği hedef kitleyi yoklamak için Wolf’un hayat hikayesini kafasına göre anlattığını görüyoruz. Mizah ve ironi barındıran bu çarpıtılmış anlatıda kitlenin tepkisizliği, söz alanların boşboğazlığını, bol gülücüklü fotoğrafların perde arkasını gözler önüne sermişsiniz. Öykünün finalinde “En dikkatli okuruma,” diyerek tariz yaptığınızı görüyoruz. Bu öykü, somut bir olaya karşı tepki olarak mı kurgulandı?

Bu öykü olayın içindeymiş gibi görünüp aklı lale bahçelerinde dolaşan gevşek zihinli tüm yaşarcalar için yazıldı.


4- Yine bol göndermeli bir öykü daha “Çabuk Bozulabilen Çocuk Psikolojileri Üzerine Gözlemler” Bu öyküyü okurken etrafımdaki Pırıl Hanım ve Mehmet Beylerin fazlalığı beni dehşete düşürdü. Ebeveynlerin çocuklarının üzerine gereğinden fazla düşmesi yine mizah ve ironiyle işlenmiş. Finalde ise anlatıcı okura bir ders veriyor aslında. Tam olarak bu noktada bir sorum olacak. Sizce, tavsiyelerde bulunan, ders veren finaller okur için bir kolaylık/ doyum sağlar mı yoksa yazar finalde kapıyı açık bırakıp gitmeli mi?

Umarım herkes ders verdiğimi düşünmez, derslerin çoğundan oldum olası nefret ettim, eğitim hayatı yarı zamanlı işkenceydi benim için. Fotoğraf çektim desek olmaz mı Esra Hanım? Bu öyküyü yazmama sebep olan hanım ablamızın AVM’de azarak koşturan evladı bir adama çarpmıştı, adam da onu itmişti. Çocuk dengesini kaybedip yere yığılmış, peşinden korkunç bir bunalıma girmiş, psikolojisi çok bozulmuştu. Evden çıkamıyor, okuluna gidemiyordu. Annesinin ana haber bülteninde mikrofona anlattıkları bunlardı. Böylece sizin düştüğünüz o dehşeti öyküye çevirmek kaldı bana. “Sen ey ana!” diye sesleniyorum ona buradan, “Derdin derdimizdir. Bu öykü sana ithaftır.”

5- “Hava Korsanı” öyküsünde “Aralarından birini seçip o ölene kadar başkasıyla muhatap olmasanız da fark etmez. Hepsi aynı ağız, aynı söz.” Şeklinde betimlenen bir “aynılık” serzenişi var. Edebiyata ve sizin üslubunuza bu cümle aynasında bakarsak sizin için “farklı” sıfatını kullanabiliriz. Öykülerinizde göze çarpan mizah ve iğneleme, kelime oyunları, günceli takip edip kurguya taşıma, didaktik göndermeler benim sizde farklı bulduğum yanlar. Bu sizin yazarken bilinçli olarak takındığınız bir tutum mu? Yoksa Fatih Selvi tam da böyle biri mi?

Akıllı bir yazar yazdıklarının arkasına saklamasının imkânsız olduğunu bilir, diyorlar. Buna katılmanın getirdiği rahatlık var üzerimde. O sebeple kafamla monitör arasındaki mesafeyi minimuma indirmeye çabalıyorum ve yıkıcı etkileri törpülenmiş rafine bir samimiyeti üslubuma uyarlamanın peşinden gidiyorum. Sanırım böyle yapıyorum. Neye kızdıysam, neye güldüysem onu yazıyorum ve bunu kendi gündelik metotlarımla yapıyorum. Şurada şu tepkimeyi gerçekleştirdim, burada okura nanik çektim, şu paragrafta amuda kalkmışken aslında takla görüntüsü verdim, diyen kimyager yazarlardan olmaktan ısrarla kaçıyorum ama sanırım öyle görünmekten kurtulamıyorum. Yazmanın bilinçaltıyla beslenen büyüselliğine hürmetime binaen, üslupla ilgili sorulara verdiğim cevaplarımın hep bir sanmak eylemi üzerinden değerlendirilmesini rica ediyorum. Bence yazar yazdıklarını katman katman açıp şecere çıkarırken okuru küçümsüyor olabilir. Okurun zekâsına hürmet etmek lazım, bırakın neyi alacağına, neyi horlayacağına o karar versin. Ders mers benim haddime değil. Farklı olduğumu düşünüyorsanız, o sizin bileceğimiz iş, ben bilemem.


6- “Kalbi Kırık Minotor, Ne Sönmez Ateştir, Annesinden Anne Doğan Kız, Toprak Kokusu, Uyumlu” öykülerindeyse diğerlerinden farklı, duygusal yanı ağır basan bir Fatih Selvi var. Ancak bu duygusallık bile kontrollü. Okuru drama boğmadan, hiçbir duyguyu okurun gözüne sokmadan yapmışsınız bunu. Bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Yazarken ipler hep sizin elinizde mi, karakterlerinize bu hakkı tanır mısınız?

Kimyagerleşmeme çabalarım bugün yetersiz. Anlatayım o zaman. Yazdıklarımın içinde zıt duygusal tonlar kullanmaktan hoşlanıyorum. Canlı renkler, keskinlik ve dokunaklılık hedefliyorum. Bazen kaba gülmeceyi, bazen hisli anlatıyı, çoğunlukla da zıtlıkların uyumunu gaye ediniyorum. Kabaca okurun zihnine Salvador Dali’nin renklerini sıvamaya çabalıyorum dersem fazla mı havalı görünmeye çalışmış olurum? Birkaç ressam ismi anca biliyorum işin doğrusu. Bu ilk eser için ufak bir hile yaptığımı da itiraf edeyim. Okurda keyif bırakan bir izlenim adına mizah ve ironi yönleri baskın olan öyküleri önceledim. Belki bundan sonra gelecek olan kitap (yayımlatmayı başarırsam) melankolik ve öfkeli yapısıyla çoğuna şaşırtıcı gelebilir, şimdiden uyarıyorum.

Karakterlerimi bilyeler gibi zihnimin boş koridorlara savurmayı seviyorum ve onlar zıplarken notlar alıyorum, öykü oluyor. Çok saçmalayan karakterlerime biçimli saçmalama uyarısı yapmak haricinde, genel bir özgürlükçü tutum içerisindeyim. Hemen her hücremizi verilere indirgeyerek sınıflandırmış modern hayatın kuşatmasında, karakterlerimin tahmin edilemez, sarsak, uyarıcı ve biraz da çatlak olmasını çok umursamıyorum. Pek kimseye anlatmadığım yaşantımın tortularını sakladığım acayip anılarla dolu o deponun kapaklarını sonuna dek açtım bir kere. Yolculuk başladı, geri dönemem artık. Sonunda rezil olmak da var ama önemi yok, işte bu benim hikâyem. Yazılacağı varmış ve yazılmış, bu kadar.

İshak Edebiyat adına çok teşekkür ederim.

İshak için ne desem az, teşekkür etsem kırılmazsınız ya? “Sadece öykü” diyerek çıktığınız yolda umarım uzun yıllar yorgunluk hissetmezsiniz. Hep minnetle sevgili İshak, hep dostlukla.


Söyleşi: Esra Kahya

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page