top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Gökhan Yılmaz ile Hevesin Kaçış Yönü Üzerine

Üçüncü öykü kitabınız Hevesin Kaçış Yönü öncelikle ismiyle etkiliyor okuru. Hemen hemen tüm öykülerde hevesin kursaklarda kalmış hâli hikâyelere yön veriyor. Hevesi böylesine güçlü bir duygu olarak kitabınızın ve öykülerinizin odağına aldığınıza göre nedir hevesle meseleniz?

Aslında yazarlar, hikâyelerinde herkesin meselesi olabilecek şeyleri anlattıkları zaman kendileri dışında bir kıymeti olur bunun. Yoksa kendiyle alakalı sayıklama ve söylenmelerden öte geçmiş olmaz yazdıkları. Heves, herkesin didiştiği bir mesele olarak işlenmeye çok müsaitti. Benim de bu konuda yaşadıklarım ve söyleyeceklerim vardı elbette. “Hevesi kursağında kalmak” hayatımın ara başlıklarından biri olur sanırım. Dahası, bunu etrafımdaki hayatlarda da gördüm. Heves haznesi sağlam kalmış pek kimse yok elimde, aklımda. Hâl böyle olunca biz de estetik bir bakışla bu eksikliği, yarımlığı, kırılmışlığı işledik.

“İnsan İkiye” isimli öykünüzle devam etmek istiyorum. Dile getirilmesi, yaşayanın bile tarif edebilmesi mümkün olmayan bir acının anlatılabildiği bir öykü. Soyut tüm kavramlar okurda en somut haliyle karşılık buluyor. O “perdeyi” anne ile birlikte okur da bir süre açamıyor. Tüm bu gerçekliğin yanında “kadın” yaşantısında var olabilecek çok öznel bir süreci “erkek” yazar olarak bu kadar etkili ve güçlü anlatabilmiş olmanızın kaynağı ya da sırrı nedir?

Bunun cevabını tam olarak bilmem mümkün değil. Hiçbir yazar anlatmaya dair tam olarak her şeyi bilemez bence çünkü bazı noktalar karanlıktır yazma sürecinde. Ama şu var: Anlatmak cinsiyetsizdir. Hissetmenin, üzülmenin, kırılmanın cinsiyeti olmaz. Hikâyelerini birkaç farklı zamanda bildiğim kişilerin acılarıydı orada anlattıklarım. Üstelik uzun zaman önceydi. Ne tuhaf, insan bazen unuttum sanıyor. Ta ki onu bir metne dönüştürene dek.

Öykülerinizin birçoğunda karakterler isimleriyle değil, “anne, çocuk, adam, kadın” gibi kavramlarla ortaya çıkıyor. Bu genel kavramlar, öykü içerisinde sadece o karaktere aitmiş gibi özel bir yapıya bürünüyor. Bu genelliği özelliğe çevirmiş olmanızı neye bağlıyorsunuz?

Karakterlerimi severim her şeyden önce. Onları iyi anlamaya ve hissetmeye çalışırım. Zaten iyi anlamadığım ve hissetmediğim kişileri yazamam, hikâye kusar ve atar beni anlatıcı olarak. Anneyi yazarken dünyadaki tek anne oymuş gibi, çocuğu yazarken o an başka çocuk yokmuş gibi, adamı anlatırken başka adam kalmamış gibi… Yani karakterin biricik olduğuna inanarak. Varsa bir sırrı, bu.


“Bakılık Arsa” isimli öykünüz, alışık olmadığımız bir yazım tarzıyla başlıyor. Okuru istemsiz bir şekilde beklentiye sokan bu farklılık, kısa ama bir o kadar da güçlü cümlelerle oluşturduğunuz ritimle finale kadar taşınıyor. Bu noktada öyküleriniz, yazım tarzını süreç içerisinde kendisi mi buluyor yoksa ilk cümle yazılmadan önce bu tarzın hazırlığı yapılmış mı oluyor?

Ben önce yazılmaya değecek bir hikâye arıyorum. Daha doğrusu hikâye beni bulduğunda ve önce aklımı, sonra kalbimi ikna ettiğinde artık dönülmez bir yol diyebileceğim süreç başlıyor. Bu noktada en çok uğraştığım kısım aklımın ve kalbimin kabul ettiği bu hikâyeyi nasıl anlatmam gerektiği. Dil, biçim, anlatım konusunda hikâyeye en çok yakışacak, en çok uyacak ve hatta biçimsel olarak da onu tamamlayacak bir yol arıyorum. “Bakılık Arsa”da da dağılmış bir aile manzarasıyla başlıyor ve dağılarak devam ediyor anlatı. Anlatıcı da dile, yola, biçime ikna oluyor kısacası.

“İpe Sapa Gelmez” adlı öykünüzün bir yerinde kahramanınız, “Sevinmek için ne çok şey var. İnsan aniden deli gibi sevinebilir,” diyor. Her karakter yazarından izler taşır düşüncesinden yola çıkarsak Gökhan Yılmaz gerçek hayatta sevinmek için çok neden bulan biri midir diye sormak istiyorum.

Soğuk görünümlü biriyim. Yani zannediyorum beni öyle görüyorlar. Görenler olmayınca çok neşeliyim. Ta ki neşeli olduğumu kendim fark edene kadar. Keder bende neşeye galip geliyor daima. Çünkü neşe geçici, keder daimî. Bizi sanatçı yapan da bu değil mi zaten?

Öykülerinizin çoğunda birey merkezli sorunlar karşımıza çıkıyor. Hayatın içinden gelen, çoğunlukla üstü örtülmek istenen ve dile getirilme cesareti gösterilmeyen sorunları ele alıyorsunuz. Bu anlamda öykülerinizin insanın karanlık noktalarına ışık tutan bir yanı olduğunu da söyleyebilir miyiz?

Aslında hiçbir öykü hiçbir yere ışık tutmaz. Öykünün kendisi karanlık bir şeydir zira. Hakikaten öyledir. Öykü okuyup aydınlanmaz insan. Kahrına kahır eklemiş, rahatsızlığını büyütmüş olur. Yazmanın kendisi karanlık bir şeyken öykülerin karanlıktan uzak olması beklenemez sanırım.


Öykülerinizde dikkat çeken şiirsel dilinize değinmeden geçemeyeceğim. Öykülerde özellikle ritimlerin yükseldiği yerlerde kullandığınız sözcüklerin yarattığı kafiyelerin ezgisi okuru öykü boyunca şiir okuma hazzına da yaklaştırıyor. “Ağla Allah Ağla” bu öykülerden bir tanesi. İngiliz öykü yazarlarından Grace Paley’e göre, “Öykü romandan daha çok şiire yakındır. Çok çok kısa olduğunda ise şiir gibi, yani yavaş yavaş okunmalıdır.” Size göre öykü ve şiir arasındaki akrabalığın derecesi nedir?

Şiir, hikâyeyi anlatma konusunda yazara veya anlatıcıya şatafatlı bir imkân sunar. Şiir ve hikâyenin bu anlamda birbirlerine yardımcı olmasından bahsedebiliriz. Yoksa asıl olan hikâyedir. Biz bir öykü kitabı satın aldığımızda aslında iki kapak arasındaki hikâyeyi satın almışızdır. Hikâyenin keyfiyle, tadıyla, akıcılığıyla, ritmiyle ilgili bir şeydir şiire bulaşıp bulaşmaması.


Son olarak iyi öykü yazmanın izini süren İshak Edebiyat okurları için neler söylemek istersiniz?

Hikâyeyi düşünmek, bir hikâyeye inanmak, dümdüz, kesin ve net bir hikâye kurmaktır esas mesele. Bu biraz yazar dikkati, estetik bakışı ve ruhu ile ilgilidir. Sonradan kazanılması pek de mümkün olmayan bir şeydir bu. Gerisi hissetme, okuma, biriktirme, deneme ve çabalama meselesidir. Bütün bunları bende böyle olduğu için de söylemiyorum. Genel olarak böyle olduğu için söylüyorum. Bir insan çok okuyarak hikâye üretmez. Zaten var olan hikâyeyi okudukları sayesinde açığa çıkartır. Belki kendinde o cesareti bulur.


Söyleşi: Ayla Burçin Kahraman

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page