Meral Hanım merhaba, Uzağa Gidemem Eylül 2019’da raflarda yerini aldı. Uzağa Gidemem’i siz bize anlatsanız. Neler söylemek istersiniz?
Merhabalar. Kendi yazdığımız bir yapıtı, oluşturduğumuz bir eseri anlatmak oldukça riskli diye düşünüyorum. Tarafsız olmak çok zor. Kuzguna yavrusu şahin görünür ya, tam da öyle. İnsan yazdığı cümlelere, kelimelere karşı körleşebilir zira. Hataları fark etmeyebilir. Tüm detayları ve kusurlarıyla ona bağlanır. Okura teslim ettikten sonra da üzerinden bir yük kalkar.
Kitabın isminden bahsedelim. Ortaya çıkış hikayesi ve süreci nasıl oldu? Kitabın içindeki öykülerden birinin adı değil. Neden Uzağa Gidemem?
Eliniz kalemle haşır neşirse yeni bir ortama girer girmez şöyle tanıştırılırsınız: Biliyor musunuz, Meral bir yazar. O anda tüm gözlerin size döndüğünü hissedersiniz. Sorulacak ilk soru bellidir: Ne yazıyorsunuz? Hatta biraz daha konuya yatkın olanlar öykü mü roman mı ayrıntısına girer ve ardından o can alıcı soru gelir. Adı ne? Doğru ya. Adı ne? Siz de bilmiyorsunuzdur. Çocuk henüz doğmamıştır. Yazdığınız metne son noktayı koymamışsınızdır. Yazarlar arasında farklılıklar olsa da ben bir kitaba başlık atarak yazmaya başlayanlardan biri değilim çünkü. Ve de öyle oldu. Dosyam bittiğinde adını ne koyacağımı düşünmeye başladım. Öyküleri tek tek irdeledim. Çokça isimler buldum, içime sinmedi, tekrar arayışlara girdim. Çocukluğumdan beri beni çok etkileyen bir film karesi düştü aklıma. Fötr şapkalı kovboy, atının üzerinden hızlıca iniyor, yerde gördüğü kan damlasının başına çömeliyordu. Az önce suçlu birini silahıyla haklamaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Kırmızı ve canlı bu damlaya parmağını bulayıp eliyle sıcaklığını hissederken, “Fazla uzağa gitmiş olamaz,” diyordu. Hepimiz o sıcak kan damlasıydık aslında. Ne yaparsak yapalım, kendimizi ne kadar kamufle edersek edelim kendimizden, yaşadıklarımızdan, yaşayacaklarımızdan uzağa gidemiyorduk.
Sizi yazmaya iten saikler nelerdir?
Hekimlerde sık görülen okuma, yazma girişiminin karşılaşılan acılarla, bitmeyen gece nöbetleriyle bir ilgisi var mı, bilmiyorum. Anton Çehov’un bir tek bu nedenle yazdığını sanmıyorum ama empati odaklı bir serüvende kendini ifade etme ve anlaşılabilme isteğinin bu konuda ağır bastığını söyleyebilirim. Hasta ve yakınlarıyla karşılıklı anlaşmayı sağlamak zorunda olduğunuz durumlarda, öyle bir bakışla karşılaşırsınız ki, sizi o anda kurtaracak şeyin kurduğunuz cümleler ve kelimelerin gücü olduğunu bilirsiniz. Mesleki tecrübelerinizle birlikte, okuduğunuz kitaplar yetişir imdadınıza. Zaman ilerledikçe, o kelimelerin kâğıda kendiliğinden koştuğunu söyleyebilirim. Bendeki durum buydu.
Yazdığınız ilk öykünüzle son öykünüzü göz önünde bulunduracak olursanız aralarında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Öykü kaleminizde o günden bugüne neler değişti?
Uzağa Gidemem çok uzun bir sürede yazıldığı için ilk öykülerim ile son yazdıklarım arasında edebi olarak gözle görülür bir fark oluştu diyebilirim. Bu durum beni zora soktu tabii. Eski yazdıklarımı beğenmemeye ve yeni öyküler yazmaya başladım. Bu kez şöyle bir duygu gelişti: Son yazdıklarım da eskimeden kitabım yayımlanmalı. Panik duygusu her yanımı sardı. Dosyamı hemencecik yayın evlerine verme çabasına giriştim. Cevap verenler, vermeyenler, beğenmeyenler… Bir süre beklemem gerekiyordu. Zor ve sancılı bir süreçti açıkçası. Sonunda bir oh çektim.
İlk öykünüz nerede ve ne zaman yayımlandı? Bir de aldığınız ödüller, girdiğiniz seçkiler var. Öykülerinizi dışarıdan gördüğünüz o ilk anı nasıl tanımlarsınız?
İlk öyküm 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle oluşturulan bir seçkide yayımlandı. Kadın Yazarlardan Kadın Öyküleri. Jale sancak, Müge iplikçi… gibi çok sevdiğim ve kalemine hayran olduğum yazarların arasında olmak oldukça heyecan vericiydi. Kitabı elime aldığımda hemen kendi öykümün olduğu bölümü açtım. Ad ve soyadımı ilk kez yazılı bir zeminde görmüşüm gibi hayranlıkla izledim. Kitabımı bağrıma basıp iki üç saat dolaştım. Başarı, gurur, sevinç… Yan yana yürüdük.
Kahramanlarınızın hangisine kendinizi daha yakın buluyor hangisinde kendinizden izler buluyorsunuz? Ya da başka bir deyişle her kahraman yazarından izler taşır, savına yaklaşımınız nedir desem…
Bire bir kendimi yakın bulduğum bir kahramanım yok ama benden izler taşıyan, gerektiğinde benim cümlelerimi kullanan kahramanlar oluyor elbette. Bu konuyla ilgili olarak bana ait olmayan ama okuduğum andan itibaren beni çok etkileyen bir cümleyi burada da yazmak istiyorum. Yazarın ürettiği her eser biraz otobiyografiktir aslında. Sonuç olarak her kahraman olmasa da bazı kahramanlar yazarından izler taşır, dersek daha doğru olur.
Meral Saklıyan kurgu evrenini nasıl oluşturur, öykü dünyasına gerçek dünyanın ne kadarını yansıtır?
Yazarların yazdığı ilk kitaplar genellikle gerçek dünyadan esinlenerek yazılan hikayelerin çevresinde gelişir. İlk yazdığım öykülerde bunların izlerini görebilirsiniz. Kaleminiz aktıkça ve hayal dünyanız geliştikçe gerçek dünyadan uzaklaşırsınız. Artık hayal gücünüz devreye girmeye, yeni yeni kurguların peşine düşmeye başlarsınız.
Bir de mesleğiniz var tabii. Distopik bir dünyayı andıran şu süreç ve son günlerde artan iş yoğunluğunuz... Doktor kimliğiniz öykülerinizi ne kadar etkiliyor?
Birbirine girmiş bir dünya benimkisi. Yazmak ve hekimlik birbirini besledi, ondan eminim. Kim kime söz geçirdi, kim kime boyun eğdi, bilmiyorum. Bildiğim tek şey şuydu, hep yazmalıydım ve gücüm yettiğince hekimlik yapmalıydım. Geçen yıl yeni evimin kütüphanesini düzenlerken kitapların arasına saklanan bir not çıkıverdi önüme. Tarih yok. Hekimliğimin ilk yıllarında, kötü geçen bir nöbet sonrasında yazmışım besbelli. Okumanın iyileştirici yorganına sarılmışım o gece yine.
“Başınız sağ olsun, diyorum karşımdaki genç adama. En kuytuma saplanan bakışlarını yere çeviriyor, ıslak burun kanatlarını avuç içlerine gömüyor. Güçsüzlüğümü örten bir hızla uzaklaşıyorum yanından. Kapıyı kilitlediğimden iyice emin oluyorum, salıyorum kendimi sonra. Sesli sesli. Boynuma, yüzüme vurduğum su serinletiyor duygularımı. Şimdi bir sığınak bulup rahatlamak lazım, zira daha sabaha çok var. Kütüphanemde Nazım´ın kitabı, her zamanki gibi beni bekliyor. Ayracın olduğu sayfada, 'Ölüm adildir,' diyor, 'aynı haşmetle vurur şahı, fakiri. Hızla kapatıyorum sayfayı.' Adildir değil mi? Az önceki genç adama bunu kim, nasıl anlatabilir ki? Çalışma masamın başında bir gece kuşuyum yine. Sessizlik yırtıyor geceyi. Ağlama nöbetim yine depreşti. Kırılan, incinen yerlerimi biraz daha kitap okuyarak onarabilirim. Hişt, hişt, diye sesleniyor Sait Faik. Oh, ne iyi geldi. Tan yeri ağarıyor. Bir tabaka örtüyor hücrelerimi, yavaşça kabuğum sertleşiyor.”
Yazma hayatınızı destekleyen Türk ve dünya edebiyatı okumalarınızı sorsam.
Swetlana Aleksiyeviç, Albert Camus, Agustina Bazterrica, Janette Winterson, James Wood, John Freeman, Javier Marias, William Trevor.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Ali, Buket Uzuner, Jale Sancak, Gönül Kıvılcım, Latife Tekin, Mehtap Ceyran, Ebru Ojen, Serkan Türk.
Meral Saklıyan nasıl bir yazar? Belirli yazma ritüelleri var mı?
Nasıl bir yazar olduğumu sadece bir cümle ile anlatmak isterim. Zaman yönetimini ve zamana hükmetmeyi isteyen, bu konuya çok kafa yoran biriyim. Yazma ritüelim yok, zaman ve mekân olduğu sürece nerede olduğumun çok önemi yoktur.
Sizce öykülerin görevi nedir daha doğrusu yazılan her öykü bir misyon üstlenmeli midir?
Benim bakış açıma göre öykülerin görevi ve misyonu olmak zorunda değildir. Tabii bu konuda inisiyatif sahibi olan tek kişi yazarın kendisidir.
Kitabın kilit öykülerinden biri Töz. Bir de birincilik ödülü var öykünün. Yabancı eşinin küllerini ne yapacağını bilmeyen bir adamın dramı mizaha yakın bir üslupla anlatılmış. Aslında burada kültür ve inanç sorgulaması var diyebilir miyiz? Bu öykünün çıkış noktası nedir?
Öykümü yazarken kültür ve inanç sorgulaması yapacağım diye yola çıkmadım elbette. Temadan çok olaylara ve kurguya önem veren biriyim. Tam bu şekilde olmayan ama bana kültürler arası farklılığı düşündüren bir olaydan etkilenerek yazmıştım.
Öyküler üzerinden gidersek çoğunluğu kadın olan kahramanlarınızda hep bir isyan göze çarpıyor. Bu eksende neler söylemek istersiniz?
Toplumdaki olayları irdeleyen ve iyi gözlem yapan her birey kadınların her alandaki isyanına şahit olur. Ben de bunun peşine düştüm. Öykülerim daha çok zamanın ruhuna göre şekillendi yani.
İyi bir öyküyü nasıl tanımlarsınız?
Julio Cortazar’ın deyimiyle, “Etkileyici bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir.”
Bir sonraki kitap için belirlenmiş bir tarih var mı? Bundan önce de Yaşar Kemal Biyografisi isimli bir kitabınızın olduğunu biliyoruz. Biyografi ile başlayıp öyküyle devam etti. Bundan sonra nereye gider?
Elimde bitirilmesi gereken projelerim var elbette. Pandemi zamanını sahada yaşayan ve sonra da Covid19 hastalığına yakalanıp zor günler geçiren bir hekim olarak bugünleri kayda geçirmeye başladım. Şimdilerde onu elden çıkarmak ve okura sunmak derdindeyim. Sonrasına, yaşadıkça karar vereceğim.
İshak Edebiyat ekibi adına bu güzel sohbet için teşekkür ederim.
Bu güzel sorular için ben teşekkür ederim.
Röportaj: Ayla Burçin Kahraman
Bu nitelikli söyleşi için teşekkürler...