top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Metin Nart Yazdı- Anlatma Teknikleri Açısından Klasik ve Modern Edebiyat

Kurmaca, klasik zamanlarından tutun da modern ve günümüz postmodern anlatılarına kadar, ne çok kılıklara sokulmuştur değil mi? Türü ne olursa olsun yazarının aktarmayı hedeflediği bir gerçekliği vardır hep. İşte yazarın gerçekliğe nasıl yaklaştığı, gerçekliği okura nasıl aktardığı son tahlilde bir teknik meselesidir. Anlatmanın da bir tekniği vardır. Bu teknik sürekli değişmiştir. Edebiyatta anlatma tekniklerinin değişmesi ihtiyaçtan ya da yazarların sübjektif çabalarından değil edebiyatın Zeitgeist ile olan sıkı bağından doğmuştur.


Anlatma tekniğine bağlı olarak edebiyat Klasik, Modern ve Postmodern (PM) olarak üç başlıkta incelenir. Bir parantez açalım şimdi. Nedir Zeitgeist? Hegel'in felsefeye kattığı bu kavram, birebir çevirisi yapıldığında “Zamanın Ruhu” anlamına gelir. Ancak ben bu çevirinin kifayetsiz kaldığını düşünürüm. Çünkü bu kavram kapsam olarak “Zamanın bir ruhu vardır,” gibi indirgemeci açıklamayla anlaşılmaz. Çok ama çok daha fazla şeye işaret eder. Zeitgeist kavramı, fikirlerin zaman boyutundan ayrı düşünülmesine karşı çıkar. Ve en önemlisi fikirlerin bir Apriori olma çabasına muhalefetidir. Bunu “Hiçbir fikir, tüm çağlar boyunca geçerliliğini sürdüremez. Belli çağların tezleri ve antitezleri içinde yer alan fikirler, o Zeitgeist’te yaşayan çoğunluk tarafından bırakın benimsenmeyi, algılanamaz bile,” önermesiyle belirtir. Ve bana göre bu sebeple Zeitgeist büyük harfle yazılmalıdır.


Konumuza dönersek klasik edebiyat ile modern edebiyat arasındaki fark anlatma-gösterme ağırlığında yoğunlaşır. Klasik edebiyatta olay örgüsü kurmacanın en önemli enstrümanıdır. Yazarın tek bir amacı vardır: Olay örgüsü olabildiğince objektif, kullandığı dil mükemmel; iyi iletişim kuran bir üslûpla ama bunların hepsini tanrısal, dolayısıyla güvenilir anlatıcı vasıtasıyla eksiksiz ve kestirmeden aktarmaktır. (İstisna her daim vardır ve bu yazının konusu değildir.)


İki kavram var elimizde: Anlatma ve Gösterme. Anlatma, adı üstünde bir anlatıcı tarafından yapılır. Kurmaca metin ile okur arasında anlatıcı yer alır. Klasik edebiyat daha çok anlatmaya dayandığı için genel olarak tanrısal anlatıcı yeğlenmiştir. Her şeyi bilir ve aynı zamanda güvenilirdir. Çünkü o tanrıdır. Asla yalan söylemez. Metne bir ses olarak girer, günümüze göre daha “tembel” olan okura anlatır.


Kahramanların bir dış dünyası bir de iç dünyası vardır. Klasik edebiyat, modern edebiyat farklılaşması işte bu iç dünyaların okura aktarılmasında da ortaya çıkar. Klasik edebiyatta iç dünyaları aktarmada aracı, anlatıcıdır. Kahramanın olaylar karşısında hissettiklerini iç çözümleme yaparak aktarır. Her şey nettir.


“Aziz Bey ardında ne bıraktığını hiç aklına getirmeden, içinde sevgilisinin de bulunduğu yepyeni bir yurda tüm iştahı ve gücüyle gitmeye hazırdı. Hızlı adımlarla evden uzaklaşırken, babasının keskin bakışlı gözlerini ensesinde hissediyordu. Sanki babası güçlü parmaklarıyla onu omzundan tutacak ve o öldürücü tutsaklığa geri götürecekmiş gibi korkuyor, doğup büyüdüğü bu mahalleden çıkmak, uzaklarda aradığı özgürlüğe ulaşmak için acele ediyordu. Kendisini zenginliğin, aşkın, mutluluğun vaat edildiği yeni bir hayata götürecek olan gemilerin bulunduğu limana giderken babası fenalaşan annesini kucaklayarak bir taksiye bindirmiş, hastaneye yetiştirmeye çalışıyor, yolda bu tek ve hayırsız evladını asla affetmeyeceğine dair yemin ediyor ve içi bir daha asla yerinden sökülemeyecek kadar köklü bir kinle doluyordu .” ( Ayfer Tunç-Aziz Bey Hadisesi )


Bu metinde anlatıcı kahramanın zihninin “iç çözümlemesini” yaparak okura anlatmıştır. Kahramanın zihninde dolanan şeyler anlatıcı tarafından netleştirilerek aktarılmıştır. Cümleler bir mekân tasvirindeki kadar güzel ve kesindir. Ancak zaman da zaman boyutundan soyutlanamayan Zeitgeist de değişir. Toplum değişir. Hem de her gün. O Zeitgeist’in içinde yaşayanlar için algılanamaz ama geriye bakıldığında bazı niceliksel değişimlerin niteliksel sonuçlarının olduğunu kristalize eden gözler hep olur. Peki, ne görür o gözler? Bizim için edebi açıdan önemli olanı alırsak insancıkların birikiminin kümülatif olarak sadece toplumlara değil toplumun her bir bireyinin kucağına geliyor olduğun görür.


Artık sanayi devrimi dediğimiz bir süreç başlamıştır. Elbette sanayi devrimi de bir evrimdir. Değişimi an be an yaşanan bir evrim. Bir yandan makineler yapılırken bir yandan da içi ve dışıyla insan denilen gizem daha çok anlaşılmaya başlanmıştır.

Kurmacada olay örgüsü kadar kahramanların iç dünyasını vermek de önem kazanır. Hatta olay örgüsü ikinci plana düşer. Çünkü “yeni dünya ” insan merkezci bir dünyadır. Klasik edebiyatın anlatıcı tanrısı; iç dünyaları verirken kekelemez, kuşkuya mahal vermez. Ancak özellikle de insan psikolojisinde yeni sayfalar açıldığını gören yazarlar; iç dünyaların sadece kekelemez, kuşku duymaz anlatıcıya bırakılamayacak kadar derin olduğunu görmüşlerdir. O halde nasıl yapmalı? Anlatıcıyı aradan çekmeli. Kahramanın iç dünyası-anlatıcı-okur yeni bir hal almalı. Metnin tamamında değilse de bazı yerlerinde anlatıcı çıkarılır. Kahramanın iç dünyası-okur kalır. Anlatmak kadar göstermek de öne çıkmaya başlar. Çünkü artık okur da kahramanın iç dünyasının net değil, kaotik işlediğini bilir.


İç monolog, iç diyalog anlatıcı aradan çıkarılarak verilmeye-gösterilmeye başlandı. İnsan zihninin gelgitlerle dolu, karmaşık, kaotik bir işleyişi olduğunu biliniyordu artık. Bir konuyu düşünürken zihinde birbirine bağlı onlarca yeni konunun dans ettiğini biliyorlardı. Psikanalizin Serbest Çağrışım, dediği şey tam da bu idi. Bilinç Akışı adı altında bir gösterme doruğu olarak edebiyata girdi. İşte buna Modern Edebi Teknik denildi.


“Çaksalar n’olacak? Zıkkımlandığım votkanın hesabını mı vereceğim bu zibidilere, onlar zıkkımlanmıyor mu masalarında? Ama patron gıcık kapabilirdi tabii. Kaparsa kapsın. Zaten farkındadır dallama, görmezden geliyordur. İşine de geliyordur tabii; maksat koz olsun elinde, kovar movarsa yarın bir gün... Ucuz purosunun dumanını savura savura yüzüme: İyi de birader, sahnede bile zil zurnasın yani. Vur dibine havalansın. “ (Kadri Öztopçu-Aykut Olmak)


Bu metinde anlatıcı yoktur. Kahramanın zihninden geçenleri okur direkt olarak görür. Anlatıcının tumturaklı cümlelerle süslediği bir aktarma metni değildir. Gelgitler, yargılar kahramanın zihninden geçtiği gibidir. Her iki dönemde de yazarın metinde olması, hikâyenin inandırıcılığını zedeleyici bir unsur olarak görülmüştür. Hele modern edebiyatçılarda, bu durum neredeyse bir kusur addedilmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı’nın yıkımından sonra bütün sanat dallarında olduğu gibi edebiyatta da radikal değişimler olacaktır. Postmodern dediğimiz yeni bir edebiyat tanımı yapılacaktır. Başka bir yazımızın konusu olsun.


Metin Nart

0 yorum
bottom of page